"Gerçekten" haber verir 03 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Allah'ın kulu ve Resulü namaz kılmak için kalktığında cinler onun ibadetini görmek için birbirine girercesine etrafında toplanıverdiler.

Cin Sûresi: 19

03.10.2008


Hıristiyanlık İslâm’a teslim olacak

Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, Protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmaya hazırlanıyor. Ya intıfâ bulup sönecek veya hakikî Nasraniyetin esasını câmi olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır.

Hakikî Hıristiyanlık değil, belki şimdiki Hıristiyan dininin esasıyla İslâmiyetin esası mühim bir noktadan ayrıldığından, sabık farklar gibi çok cihetlerle ayrı ayrı gidiyorlar. O mühim nokta şudur:

İslâmiyet, tevhid-i hakikî dinidir ki, vasıtaları, esbabları iskat ediyor, enâniyeti kırıyor, ubudiyet-i hâlisa tesis ediyor. Nefsin rububiyetinden tut, tâ her nev’î rububiyet-i bâtılayı kat ediyor, reddediyor. Bu sır içindir ki, havastan bir büyük insan tam dindar olsa, enâniyeti terk etmeye mecbur olur. Enâniyeti terk etmeyen, salâbet-i diniyeyi ve kısmen de dinini terk eder.

Şimdiki Hıristiyanlık dini ise, velediyet akidesini kabul ettiği için, vesait ve esbaba tesir-i hakikî verir. Din namına enâniyeti kırmaz; belki “Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın bir mukaddes vekili” diye, o enâniyete bir kudsiyet verir. Onun için, dünyaca en büyük makam işgal eden Hıristiyan havasları tam dindar olabilirler. Hattâ Amerika’nın esbak Reis-i cumhuru Wilson ve İngilizin esbak Reis-i Vükelâsı Lloyd George gibi çoklar var ki, mutaassıp birer papaz hükmünde dindar oldular. Müslümanlarda ise, öyle makamlara girenler, nadiren tam dindar ve salâbetli kalırlar. Çünkü gururu ve enâniyeti bırakamıyorlar. Takvâ-yı hakikî ise, gurur ve enâniyetle ictima edemiyor.

Evet, nasıl ki Hıristiyan havassının taassubu, Müslüman havaslarının adem-i salâbeti mühim bir farkı gösteriyor; öyle de, Hıristiyandan çıkan filozoflar dinlerine karşı lâkayt veya muarız vaziyeti alması ve İslâmdan çıkan hükemaların kısm-ı âzamı hikmetlerini esâsât-ı İslâmiyeye bina etmesi, yine mühim bir farkı gösteriyor.

Hem ekseriyetle zindanlara ve mû’sibetlere düşen âmi Hıristiyanlar, dinden medet beklemiyorlar. Eskiden çoğu dinsiz oluyordular. Hattâ Fransa’nın İhtilâl-i Kebîrini çıkaran ve “serseri dinsiz” tabir edilen, tarihçe meşhur inkılâpçılar, o mû’sibetzede avam kısmıdır. İslâmiyette ise, ekseriyet-i mutlaka ile hapse ve mû’sibete düşenler, dinden medet beklerler ve dindar oluyorlar. İşte bu hâl dahi mühim bir farkı gösteriyor.

Mektubat, 422

***

Nasraniyet ya intıfâ veya ıstıfâ edip İslâmiyete karşı terk-i silâh edecektir. Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, Protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmaya hazırlanıyor. Ya intıfâ bulup sönecek veya hakikî Nasraniyetin esasını câmi olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır. İşte bu sırr-ı azîme Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm işaret etmiştir ki, “Hazret-i İsâ nâzil olup gelecek, ümmetimden olacak, şeriatımla amel edecektir.”

Mektubat, 454

esbab: Sebepler.

iskat: Susturma.

salâbet-i diniye: Dini sağlamlık.

velediyet: Evlâtlık; bozulmuş Hıristiyanlıktaki Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu şeklindeki batıl inanç.

adem-i salâbet: Sağlamlık ve bağlılığın yokluğu.

nasraniyet: Hıristiyanlık.

intıfâ: Sönme.

ıstıfâ: Safileşme, saffetini bulma.

Bediuzzaman Said Nursi

03.10.2008


SUDAKİ ESMÂ NAKIŞLARI

Her hâlinden zarafet akıyor... Nezaket akıyor… Muhabbet akıyor… Muhabbetle akıyor… Habbelere ışık oluyor.

Aşkla, şevkle akıyor… Allah aşkı ile coşuyor, dalgalanıyor sanki… “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir” duâsıyla coşuyor, her bir su damlası… Sanki bütün âlemle kucaklaşmak, hasret gidermek istiyor. Her yağmur damlasında Rabbimizin ayrı bir Esmâsı okunuyor…

Yağmur damlaları… Şefkat yüklü damlalar indiriliyor gökyüzünden yeryüzüne… Yeryüzü hayran senin aksine… Şenleniyor bu rahmet katreleriyle âlem… Her hayat sahibi ayrı nasipleniyor bu damlalardan… İhtiyaçlarını gideriyorlar… Rızıklanıyorlar… Su, Rahman’ı okutturuyor merhametiyle… Allah Rahman’dır… Yani Cenâb-ı Hak sonsuz merhamet sahibidir… Ve aynı zamanda rızık veren, Rezzak’tır… Rahman ismi Rezzak mânâsında da çıkıyor karşımıza…

Su, ümit saçıyor yeryüzündeki hayat sahiplerine… Tohumun ümidi… Toprağın ümidi… Hayvanâtın, nebâtâtın ümidi… İnsanın ümidi… Hayat ümidi… Bu haliyle Rabbimizin Recâ ismi okunuyor… Recâ yani “Cenâb-ı Hak bütün canlıların, bütün hayvanâtın, bütün mahlûkatın yegâne umududur.”

O kadar zarif ki… İnci misâl zerrelerden oluşuyor. Her bir katre inci misâli dökülüyor yeryüzüne… Yeryüzü dökülen bütün incileri topluyor… Ve gülümsüyor rengârenk bir vaziyet ile… Yeryüzünde güller açıyor. Cemîl ismi çıktı karşımıza.

Vuslata eren damlalar, yepyeni tohumlara hayat kaynağı oluyor. Her tohum çatlıyor yeni bir hayata… Hayy ismi okunuyor bu hâli ile… Allah Hayy’dır… Ezelî ve ebedî hayat sahibidir. Hayatı verendir.

Göremediğimiz şeylere nüfuz etmesi… Bâtın ismini hatıra getiriyor bu hâli… İç yüzü gizli olan faaliyetler, Bâtın ismini bildiriyor. Bâtın yani gözler Allah’ı göremez. Allah her şeyin iç yüzüne hâkimdir, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Bütün sır ve gizlilikler Allah’ın bilgisi dahilindedir.

Bir hayat sahibinin her ânında su var… Hayata başlangıcında… Son ânında… Evvel, Âhir isimleri okundu burada. Temizleyici bir özelliği var… Kuddüs ismi çıkıyor karşımıza…

Şeffaf… Her bir tohum, aynı berrak katrelerle ıslanıyor. Fakat neticede farklı renklerde çıkıyor toprağın yüzüne… Nûr ismi okunuyor… Rengârenk nimetlerde ise Mülevvin ismi yani her şeyi farklı renkte yaratan Allah.

Tek tek indiriliyor… Zerrelerden deryalar oluşuyor… Eşsiz ve benzersiz bir nimet…Vahid ismi okunuyor… Vahid yani Allah birdir, tektir, eşsiz, benzersizdir.

Su… İki harften ve iki basit maddeden oluşacak kadar sade ve nazenin. Âlemdeki her varlığa hayat kaynağı olacak kadar azametli, kıymetli… Azim ismi okunuyor bu hâli ile… Allah azimdir… Yani kadri, kıymeti yücedir, şanı büyüktür, sonsuz azamet ve büyüklük sahibidir.

Âyetü’l-Kübrâ’da ne güzel izah buyrulmuş: “Çok hakîmâne işlerde ve bilhassa zîhayatta çalıştırılan basit ve câmid ve şuursuz müvellidülmâ ve müvellidülhumuza (hidrojen-oksijen) gibi iki basit maddeden terekküp eden bu su, yüz binlerle hikmetli ve şuurlu ve muhtelif hizmetlerde ve san’atlarda istihdam ediliyor. Demek bu tecessüm etmiş ayn-ı rahmet olan yağmur, ancak bir Rahmân-ı Rahîm hazine-i gaybiye-i rahmetinde yapılıyor ve nüzulüyle; ‘İnsanlar ümitsizliğe düştüklerinde yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayan da O’dur. O, kullarını gözetip koruyan ve her türlü övgüye lâyık olandır’ (Şûrâ Sûresi, 42:28.) âyetini maddeten tefsir ediyor”

Suyun üzerindeki esmâ nakışlarını okumaya çalıştık (kusurumuz bağışlana). İçtiğimiz her su ile esmâ nakışları doyuruyor ruhumuzu… Kuvvet veriyor vücudumuza… Hayat veriyor kalbe… İçtiğimiz her su ile insanda yep yeni esmâlar hayat buluyor. Yalnızca insanda değil tabiî… Su, her varlıkta ayrı esmâlara kapı aralıyor…

Su; toprağın, tohumun, otların, ağaçların, zîhayatın, zîşuurun duâsı. Kıymetlidir su… Bazı şeylerin kıymeti elden gidince anlaşılır. Yağmursuzluk neticesi anladık ki, su Rabbimizin bize sunduğu en kıymettar nimetlerden biri… Öyleyse Rabbimize hamd edelim… Su içelim. Üç yudumda… Su gibi aziz olalım İnşaallah. Hem bu dünyada, hem de ahirette… (Âmin)

Kaynakça: Risâle-i Nurda Esmâ-i Hüsnâ

FATMA ALTUNER

03.10.2008


Elveda derken...

Elimizi kalbimize koymuş “Elveda! Ey şehr-ü Ramazan” dedik. Elimizi bir an kaldırırsak şâyet, kalbimiz yerinden çıkacakmış gibi.

İşte gitti yine bizi böyle boynu bükük, bizi hasret bırakarak. Arkasından baka baka el sallıyoruz, üzülüyoruz gidişine. Her adımda bir duâ, her duâda bir tebessüm ve haykırış. Üzülüyoruz gidişine, hem de çok üzülüyoruz.

Ramazan terk etti bizi. Bir daha kimbilir ne zaman, nerede ve nasıl? Kavuşur muyuz hiç bilinmez. Sen yine gelirsin elbet, belki de biz olmayız olduğumuz yerlerde.

Uzun bir yolculuğa çıkar gibi uğurladık seni. Hoşgeldin demeye böyle güzel alışmışken dilimiz, bir baktık elvedâ demeye başladık. Sağımız, solumuz, önümüz, arkamız bereket dolmuş. Yalan söylemeyi unutmuşuz. Her akşam bir ayakkabıyı dolduran ayakları evlerimize götürmek için yarışmışız. Kapımızın önünde ne kadar çok ayakkabı biriktirmişsek sevinmişiz. Ama en çok yırtık ayakkabılar. Ekmek kokusu hiç bu kadar güzel gelmemişti. Bu güzel yemek kokuları arasında beklemek hiç bu kadar zevkli olmamıştı.

Tabaklarımız bu kadar boşken, kalplerimiz ne kadar doluymuş oysa. Bu kadar doyduğumuzu, yüreğimizin bu kadar ısındığını en son nereden tanıyoruz ki? En son ne zaman bu kadar doyurmuştuk kalbimizi ve beynimizi?

Gitti Ramazan. Güneşin batışı, ayın çekilmesi gibi gitti. Gündüzler gece oldu, geceler gündüz ve o gitti. Bize bıraktıklarıyla bizden gitti.

Ne güzeldi oysa sinirlendiğimiz zaman “Ben oruçluyum” demek. Tam kalp kıracağımızı hissettiğimiz an bir adım geri atmak. Ne güzeldi camlara dökülüp, balkonları doldurup ezanı beklemek. Ne güzeldi o kaşık sesleri eşliğinde oturduğumuz dost sofraları, o muhabbetler. Gittiğimiz teravihler, camiler, gece uyanışlarımız, o mahmur gözlerle yaptığımız sahurlar, koşuşturmalarımız, yetişmelerimiz, ne güzeldi dâvetlerimiz. Her şey bu kadar güzelken ve alışmışken ne zordur bu gitmeler. Bu uğurlamalar hep mi acı verir insana böyle?

Elimiz tekrar kalbimizde. Elveda dedik. Bir daha görüşüp görüşemeyeceğimizi bilmeden uğurladık dost sofralarımızdan. Son hurmamızı yer, son çorbamızı içerken içimizden elveda cümleleri geçirdik ve üzüldük.

Bismillah diyoruz, yemeğe başlıyoruz, şükrediyoruz. Bunca nimete kavuşturduğu için Rabbimize teşekkür ediyoruz. Elhamdülillah için açılıyor ellerimiz ve biz hep şükrediyoruz. Unutmuyoruz şükrü, teşekkürü ve unutmuyoruz bize bunları unutturmayanı.

Elimiz kalbimizde duâ ediyoruz yine “Unutturma Rabbim bize, sana şükretmeyi. Teşekkür etmeyi, sabrı unutturma bize Rabbim”.

Dilimiz döndüğünce duâlar ediyoruz. Kalbimizden geçenler bir bir dökülürken, Rabbim bizleri bir daha kavuştur. Bir daha tattır bize bu mübarek aydan. Bilâl-i Habeşî’yi bekler gibi bekleyeceğiz. Şayet o gelirse Muhammed (asm) evlerimize gelmiş gibi umutlanacağız. Beklemelerimiz umuda kavuşursa biz tekrar oturacağız sofralara ve tekrar bekleyeceğiz ezanları.

Şimdi elveda derken, ellerimiz kalbimizde bekliyoruz duâlarla. Bilâli bekliyoruz, ezanı bekliyoruz. O gelsin bize ezanlar okusun. O ezanlarla iftar yapalım. O ezanlarla sahur yapalım. O ezanlarla Peygamber bizim evlerimizde dolaşsın.

Bekliyoruz ey şehr-ü Ramazan. Sana hoşgeldin demek için bekliyoruz.

Kavuştur bizi Rabbim. Kavuştur bizi Rabbim. Kavuştur bizi Rabbim.

SÜVEYDA GÜNER

03.10.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır