İslâm âlemi tarihin en kritik safhasında büyük bir kafa karışıklığı yaşıyor. Bunu delillendirmek için küçük bir örnek vermek bile kâfi gelir. Sözgelimi, İhvan’ın yaşlıları ve ak saçlıları Nejad ve İran modeline meftun olurken gençleri de AKP’ye meftun olmuş durumda. ‘Altı kaval üstü şeşhane’ misâli. Yaşlılar ABD’ye kafa tuttuğundan dolayı Ahmedinejad’a meftun olurken onu alkışlarken gençler ise aynı sebepten dolayı yaşlı kuşağa kazan kaldırmış durumda (Temerrüdü Şebabi İhvan-ı Mısır dıdde kiyadatihim lisalihi nemuzec et Türki, Şarku’l Avsat, 4 Ekim 2008). Birisi batı ile köprüleri atmaktan bahsederken diğeri de Batı ile köprüleri kurmanın yollarını arıyor. Bu da İhvan’ın stratejik vizyonsuzluğu sebebiyle derin bir tıkanma geçirdiğini ve buhran yaşadığını gösteriyor. Ümmetin durumunu çok iyi yansıtan bu İhvan içindeki kafa karışıklığı Kardavi’nin açıklamaları konusunda da kendisini belli ediyor. Muhammed Habib’den sonra Mısır İhvan’ının tanınmış simalarından olan İbrahim Salah, el Mısre el Yevm gazetesindeki yazısında bir takım söylentilere temas ediyor. Kardavi’nin bu açıklamalarına bir takım kışkırtmaların yol açmış olabileceğini ve ABD’nin bu hadiseyi istismar edebileceğini ileri sürmektedir. Buna göre, Yusuf Kardavi bir suikast sonucu ortadan kaldırılabilir ve suçu da kimi Şiî grupların üzerine yıkılabilir. Bu da yeni bir fitne-i kübraya yol açabilir. İbrahim Salah bu hususta Kardavi’ye yapılabilecek muhtemel suikastı Hariri suikastıyla karşılaştırmaktadır. Ona göre Hariri, Amerikalılara yakın olmasına rağmen aynı çevreler tarafından Suriye’nin Lübnan’dan kovulması ve Hizbullah’ın elinden silâhlarının müsadere edilmesi için yapılmıştır. Bunun için Hariri kurban seçilmiş ve suçu da Suriye üzerine yıkılmıştır. Görüldüğü gibi İbrahim Salah, Kardavi’nin açıklamalarını bir faraziyeye dayanarak ifham etmeye ve geçersiz kılmaya çalışmaktadır. Yine Kardavi’nin fikirlerini çürütmek için 1991 yılında Suudi Arabistan’ın ‘saldırgan Irak’ın Kuveyt’ten çıkartılması için yabancı güçlerden yardım alabileceğine dair fetva verdiğini de hatırlatmaktadır. Keza Amerikan ordusundaki Müslüman askerlerin Afganistan operasyonuna katılabileceklerine dair fetva verdiğini de hatırlatmıştır (el Misri el Yevm, 4 Ekim 2008).
***
Bu meseleyi iyi tahlil etmek gerekiyor. Kardavi’nin geçmişte bu veya benzeri yanlışları olması mümkün ve muhtemeldir. Netice itibarıyla, o da yanılma payı olan bir insandır. Lâkin bu tarihî uyarısının nedensiz ve yersiz olduğunu göstermez. Ve Hariri meselesi de İbrahim Salah’ın tezini doğrulamaz. Zira İbrahim Salah’ın hilâfına Lübnanlıların kahiri ekserisi Hariri’nin Suriye tarafından öldürüldüğüne inanmaktadır. Lübnan’da İsrail suikastları gizli kalmamış ve ortaya çıkarılmıştır. Genelde Lübnan’daki siyasî cinayetlerde gizli kalan boyut Suriye’nin işlediği cinayetlerdedir. Hasan Halit, Kemal Canbolat vesaire gibi. İkinci olarak Hariri örneğindeki gibi İsrail veya Amerikalıların Kardavi’yi öldürecekleri de bir faraziye ve varsayımdan ibarettir. Daha zayıf bir varsayım böyle bir ihtimale binaen fitne’i kübranın patlak vereceğidir. Irak’ta yaşanılanlar karşısında Kardavi’nin bir suikasta kurban gitmesi (lasemahallah/Allah göstermesin) ancak bir ayrıntı olarak kalır. Müellifin, Kardavi karşısında İran liderlerini tutmasının ayrıca bir sebebi vardır: Paris’te görüştüğü Ayetullah, Humeyni’nin iyi niyetine güvenmesidir. Elbette Ayetullah Humeyni kavminin büyüğüdür. Lâkin geleneksel Şia inancını bırakmış değildir. Burada temsil ettiği değerlerle iyi niyeti farklı farklıdır. Getirdiği velayet-i fakih doktrini ise tarihteki siyasî Şiîliği yeniden aktif hâle getirmiş ve canlandırmıştır. Sabık Ezher Şeyhi, Cadu’l Hak gibi nicelerine göre bu siyasî doktrin bir hatadır ve sapmadır. Bununla, Şia-yı velâyet yerine Şia-yı saltanat yeniden canlandırılmıştır. Bu hareket geleneksel Şia’nın yapısını da değiştirmiştir. İkinci olarak, Şiîlik veya Sünnîlik arasındaki mesafe Humeyni’nin iyi niyetiyle aşılabilecek çapta bir mesafe değildir. Keşke böyle bir imkân olsa. Kaldı ki, bu iyi niyete rağmen pratiğin erozyona uğrattığı güven bunalımı vardır. Sözgelimi “Sümme ihtedeytü/ Şiiliği seçerek kurtuldum” gibi Şiî propagandası yayan kitapları basan İrşad Bakanlığı geçmişte tam bunun zıddına “Daccetü’n müfteale/(Şiî, Sünnî kavgası) Kuru gürültü” nev'înden kitaplar da yayınlamıştır. Hatta bu kitapta Gannuşi’nin İran devrimi hakkında hüsnü şehadet ve tezkiyeleri de vardır. Ama 30 yıl sonra Gannuşi gibilerin dönüşüyle bu kitaplarda yazılanların da hükmü kalmamıştır. Demek ki; kuru gürültü değil gerçek gürültü var. Ama ancak mesafeli tutum bu gürültünün bir fitne-i kübraya dönüşmesini engelleyebilir. Ya da kırmızı çizgilere riayet... Sözgelimi mübarek Ramazan ayının son on günü Sünnî ve Şiî korsanların site savaşlarına sahne olmuştur. Kardavi’nin açıklamalarından sonra BAE’deki kimi meçhul kişiler Sistani’nin sitesi de olmak üzere Şiîlere ait 300 web sitesini yerle bir etmişler. Buna mukabil, Şiîler de altında kalmayarak 900 Sünnî siteyi çökertmişler. Haklı olarak bu yıkılan ve sünnetle alâkalı bir sitenin sorumlusu olan Falih Sağir bu korsanlığın (ister Sünnîler isterse Şiîler tarafından yapılsın) İslâm adabına ve ahlâkına yakışmadığının altını çizmiştir. Yani kutuplaşma sanal âlemde kontrolden çıkmıştır. İnşallah bu gerçek âleme yansımaz. Bu ikilemi ve çatallaşmayı ortadan kaldıracak ancak Gordion düğümünü çözecek olan bir İskender olabilir. Umalım ki o İskender Sünnî dünyanın siyasî yapısını da tamir etsin. Böylece yıkık denklem yeniden kurulsun.
08.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|