Üç çocuğuyla birlikte Kaz Dağları’nda Zeytinli Çayı’nın taşması sonucu sele kapılarak vefat eden Kemer Country’nin sahibi Esat Edin’e Allah’tan rahmet ve mağfiret, yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ederim. Gazeteler, Edin ailesinin hayatta kalan tek çocuğu Murat Edin’e acı gerçeğin psikolog eşliğinde söylendiğini… Bu sırada bayram tatilinden dönen işadamı Cem Boyner’in, küçük çocuğu bekleyen gazetecilere “Çocuğun ne halde olduğunu biliyor musunuz? Fotoğrafını çekemezsiniz” diye müdahale ettiğini yazdı.
Avrupa’da ölümün dehşetini çocuklara anlatmak için yapılan araştırmalar sonucunda bazı metotlar benimsenmiş. Fakat bunlar çocukların hayatını olumsuz yönde etkilemiştir. Şöyle ki:
“Ölen uzun bir yolculuğa çıkmış… Bir daha geriye gelmeyecek…” Sonuç: Çocuk geziye çıkmak istemi-yor, yakınlarını da göndermiyor...
Bir başka çocuğa: “Ölen derin bir uykuya dalmış, bir daha uyanmayacak!” Çocuğun uykusu kaçmış. Anne babasını da uyutmuyormuş. “Ya ben de, anne babam da uyur da uyanamazsak…” düşüncesi, ha-yatını zehire çevirmiş.
Oysa ahirete iman, çocuklara şu telkini verir:
“Bu kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyfeder, gezer. Ve validem öldü, fakat rahmet-i İlâhiyeye gitti, yine beni Cennette kucağına alıp sevecek ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim” diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.
Diğer taraftan ahirete iman, yalnız çocuklara değil, toplumun bütün katmanlarına teselli verir:
İhtiyarlara der: “Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, bakî bir gençlik seni bekliyor. Onları kazanmaya çalış.” Ağlamasını gülmeye çevirir.1
Ahirete iman, gençlerin taşkınlık ve galeyanda olan duygularını ancak Cehennem korkusu ve hesap verme inancıyla sükûnete kavuşturur. Böylece gençler zulmetmekten çekinirler: “Zalimlerin hakkı şüphesiz ki pek acı bir azaptır...”2, “Oraya atıldıklarında Cehennemin gürleyişini işitirler ki, kaynayıp duruyor... Neredeyse öfkeden parçalanacak!”3
* Hastalar, hele hele bıktırıcı derecedeki hastalıklara yakalanmış olanlar, ebedî âlemde kavuşacakları sonsuz sıhhati düşünüp öyle tesellî bulur, sabrederler.
* Zayıfların, haksızlığa ve zulme uğrayanların, bir gün haklarını alacaklarını hatırlatan “Kim zerre kadar kötülük yaparsa, onun cezasını görür” hakikati gönüllerine su serper.
* Zenginler, kuvvetli olanlar da ahirete imandan paylarına düşeni alırlar; zenginlik, güç ve kuvvetleriyle gururlanıp insanlara tepeden bakmaya, fakirleri sömürmeye, zayıfları ezmeye kalkmaz, hak ve adalet ölçüleriyle hareket eder, iyi ve güzel ne ise onu yapmaya çalışırlar.
* İnsan “geçmiş-şimdi-gelecek” olmak üzere üç boyutlu zaman dilimlerinde yaşar. Geçmişten elem, üzüntü, keder, “ah, vah”lar; şimdiki zamanda sıkıntı, problem; gelecekten endişe/kaygı ve korkular duyar. Bu üç zaman boyutunu aşıp dördüncü bir zaman boyutuna geçerek, bunların olmadığı bir zamanda yaşamayı diler. Cennete iman, bu duygusunu tatmin eder.
* Felsefe ve sâir beşerî ideolojiler, insanın arzularını, ihtiyaçlarını ve dördüncü zaman boyutunu “alkol, dünya fanteziyeleri, eğlence, uyuşturucu” gibi alışkanlıklarla kapamak isterler. Güya dert ve problemlerinden sıyrılmış, tozpembe bir dünyaya uçmuştur. Fakat pek kısa bir süre sonra bu tozpembe yolculuk, “bağımlılık, maddî mânevî felâket” olarak geriye döner.
Dipnotlar:
1- Şuâlar, s. 201-205. 2- İbrahim Sûresi: 22. 3- Mülk Sûresi: 7-8.
08.10.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|