Nur mesleğinde, başkalarını değil, evvelâ kendini muhatap alıp, nefsini terbiye etmek asıldır. İslâm eğitim ve terbiyesinde “mârifetü’n-nefs” diye de tâbir edilen “nefis terbiyesi” ve ruhî tekâmül, “kendini bilmek, yüce Yaratanı tanıyıp iman etmek; ruh ve duygularını geliştirip, olumsuzlarını yerinde, ölçüsünde kullanarak kâmil/mükemmel/olgun insan olmak” şeklinde formüle edilir.
Elbette baştan sona ruh/duygu, nefis terbiyesi prensiplerini ihtivâ eden Risâle-i Nur’daki terbiye ve tekâmül metotlarını verecek kudrette ve çapta değiliz. Yalnızca özet bir sunum yapmak durumundayız.
Bediüzzaman insanı yalnız “varlık” (ontolojik) yönünden ele almaz. Varoluş gayesi açısından da değerlendirerek bütün cepheleriyle ortaya koyar. Risâle-i Nur’da, ruh/duygu, yani “psikososyal, psişik ve ferdî gelişim” açısından değerlendirme ve verilere, hatta daha ötesine bol bol rastlamak mümkün.
Bediüzzaman, iman esaslarını, İslâm şartlarını ve Kur’ân’ın hakikatlerini ispat ve izah ederek nefsimizi terbiye eder. İman ve İslâm hakikatlerinin ruh ve duygularımıza mal edildiği, güzel alışkanlık ve ibadetlerin meleke (alışkanlık) hâline geldiği, damarlara işlediği, tamamen benimsendiği, özümsendiği en üst seviyedir. Kendi benliğinin mahiyetini anlayan, her şeyi yaratan kâinatın Yaratıcısının emriyle zirvelere yükselir, Allah’a intisap ile sonsuz gücüne dayanır, huzur-ı daimî elde eder, insanlık âleminin yıldızı olur, başarı ve mutluluğu yakalar.
Risâle-i Nur, iman esaslarını izah ve ispat ederek, akıl, kalp, ruh ve sâir duygularımızı mutmain ederek, nefsimizi istikamet dairesine alır.
Nefs-i emmâre, kötülükleri isteyen ve onlardan zevk alan nefsimizin ham hâlidir. Ham hal hâlinde olan nefsimiz, eğitim ve terbiye ile çeşitli konumlar ve boyutlar kazanır. Bunlar, emmâre, levvâme, mutmainne, mülhime, radıye, mardıyye ve zekiyye/safiyye/kâmiledir.1
Kur’ânî tabir olan “sırât-ı müstakîm”dir. Sırat-ı müstakîm, düşünce ve inançta “iman esaslarını,” fiil ve uygulamada “İslâm’ın şartlarını,” duygu bazında “yüce, ulvî duyguları,” ahlâkî çizgiyi, orta yolu ve dengeyi ifade eder. “Sırat-ı müstakîm”i (dosdoğru yolu), yaratılış gayemize göre ruhumuzu terbiye ederek bulabiliriz.
Bediüzzaman’a göre terbiye, Allah’ın Rab (terbiye eden) isminin herbir varlıktaki yansımalarıyla;
• Faydalıyı celb etmek, çekmek,
• Zararlıyı def etmek, uzaklaştırmaktır.2
Bugün, eski devirlerdeki gibi, çilehânelere, uzlethanelere çekilip, nefsimizi terbiye etmek, ne ömrümüz, ne hayat şartları bakımından mümkün. Ancak, iman esaslarını izah ve ispat ederek aklımızı, kalbimizi ve vicdanımızı tatmin etmek mümkün.
Dipnotlar:
1- Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, VIII, s. 437.
2- Mektûbât, s. 440-441.
07.10.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|