Yağmur, gecelerin karanlığından usul usul süzülürken, Kahire’nin yağmursuz günlerine olan yolculuğuma az zaman kaldığını hatırladım. Aslında birdenbire hatırlanan birşey değildi bu, uzun zamandır belliydi, ama bazen gitmek çok zor olduğundan, bu gerçeği hep bir tarafta tutmaya karar verdim. Tâ ki yolumuz tekrar gurbete düşene kadar. Halbuki, az kalmış şimdi Mısır’dan Mısır mektupları yazmaya. Hal böyle iken, aradan geçen kos koca dört ay da film şeridi misâli geçti gözlerimin önünden.
Güneşin her dakika bizi sarıp sarmaladığı, beyaz gecelerin diyarı İskandinavya’dan, Baltıklara doğru başladı yaz macerası. Dört farklı ülkede geçen Ramazan ayının ardından gelen güzel ve farklı bir bayramla da sona yaklaştı. Tıpkı benim “Daha gitmeme var” diye kendimi oyaladığım gibi, bu güneş de bizleri yanıltıyor. Daha doğrusu, güneşi bahane ederek kendimi aldatan, yine benim. Çünkü artık güz kapıda, yerini her an kışa bırakmaya hazır halde. Ama gözümüz hep güneşlerde.
Yoğun bir seyahat dönemi geçirdiğim, yazılarımdan da anlaşılıyordu. Bu dönem içerisinde youtube’a bir erişip bir erişememek, ülkemin garip bir cilvesiydi. Ülkeme bir geldiğimde olan, diğer gelişimde yasaklı olan… Ya da, ancak yurt dışına çıktığımda erişebildiğim youtube, yazın güzel maceralarından biriydi. Özellikle de Ramazan Bayramı esnasında, hem ailemizi ziyaret etmek, hem de bayram kültürünü bizimle yaşayıp öğrenmek için Litvanya’dan gelen arkadaşımın, işi dolayısıyla youtube’dan haberleri takip etmek zorunluluğu ve benim ona neden youtube’a erişemediğimizi anlatmam bayağı zaman aldı. Bir şekilde, onun youtube sitesine girmesini sağladık, ama hiçbir şekilde iknâ edip, nedenlere inandırmak mümkün olmadı.
Bayram sabahı, anne-babamızın elini öptükten sonra, kardeşimle onlara bisküvi-lokumdan meydana gelen bayram hediyemizi takdim ettik. Babam, hep eski bayramları yâd eder, bisküvi ve lokumun da içinde olduğu. Biz de, eski bayramlara geri dönme umudu adına, birşeyler yapmaya çalıştık. Evin küçüğü, yabancı arkadaşım dahil- herkesin elini öpüp, harçlıklarını alıp, mutlu gözlerle etrafa bakınca içimize eski-yeni bütün bayramlara dair o neşe doluverdi. ”Bugün bayram!”
Yazın sıcağı, Bursa’nın lodosuna teslim olur gibiydi kimi gün. Kimi gün de, Kahire buram buram burnumda tüter oldu. İşte bu, olmak ya da olmamak misali, gitmek ya da gitmemek hikâyesine döner gibi acıttı içimi. Mehmet Âkif’in dediği gibi, “Kâinât-ı İslâm’ın sıska gövdesi üzerinde, âdetâ kafası hükmünde olan” ülkeydi Mısır. Belki de bu sebeple çok özlüyordum orayı. Tur-u Sina, Nil-i Mübarek, bir yanda kıvrılan Kızıl Deniz, öte yandan ihtişamıyla Akdeniz, uçsuz bucaksız çöller, devasa Piramitler… Mısır’ın gizeminin dört bir yandan hissedildiği medeniyetler ülkesi, bir kere gidip, suyuyla beslediğini kollarını açmışçasına bir kere daha, bir kere daha bekliyordu. E, öyleyse, adım adım Mısır’a doğru… Haftaya, Türkiye’ye bir kere daha Bursa penceresinden bakacağım İnşallah. Ve sonra belli bir zamana kadar, gurbetin, ilmin, güzelliğin, Türkiye’yi özlemenin eş anlamlısı Mısır, hikâyelerime ve yazılarıma yenilikler katmaya devam edecek…
07.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|