Terör saldırılarının ve terörle mücadele adı altında yapılanların “sembol” mekânlarından biri haline gelen Şemdinli, şimdi de Aktütün sınır karakolunu hedef alan ve 17 şehit verdiğimiz son saldırıyla gündemde.
Ama bu saldırının tetiklediği tartışmalar, öncekilerden çok farklı bir şekilde, sorgulayıcı bir yaklaşım çerçevesinde cereyan ediyor. Genelkurmay adına yapılan ilâve açıklamalar yeterli bulunmuyor, yeni soruların cevapları isteniyor.
Buna benzer bir sorgulama, kısmen, geçen yıl bu vakitlerde gerçekleşen Dağlıca saldırısının ardından gerçekleşmiş; ancak konulan yayın yasakları ve “merkez medya”nın mâlûm geleneksel tavrı sebebiyle çok fazla yankı bulamamıştı.
Ne var ki, yapıldığı kadarıyla dahi iz bırakmış ve bu çeşit olayları sorgusuz sualsiz geçiştirerek kapatma alışkanlığını ciddî bir şekilde sarsmıştı.
Dağlıca komutanının, Ergenekon sanıklarından birine bilgi-belge gönderdiğiyle ilgili haberler ise işin farklı bir boyutunu ortaya koymuştu.
Ve gelinen noktada Aktütün saldırısının ardından yoğun şekilde başlayan eleştiri ve sorgulamalar, bir anlamda Dağlıca’da başlayan, ama yarım kalan sürecin devam ettiğini gösteriyor.
Ergenekon dâvâsıyla ilgili gelişmelerin, evvelce Şemdinli dâvâsında yaşananlarla kıyaslanarak değerlendirilmesinde de aynı şey yaşanıyor.
Dolayısıyla, resmin tamamına baktığımızda, demokrasimiz adına sağlıklı bir gelişme sürecine girdiğimiz gibi bir netice ile karşılaşıyoruz.
Dağlıca olayına kayıtsız kalanların Aktütün saldırısında sorgulayıcı bir tavır sergilemeleri, bu farklı tavrı gören Genelkurmay’ın ek izahat verme ihtiyacı duyması, ama bu yeni açıklamaların yeni soruları gündeme getirmesi bundan.
Nitekim Genelkurmay’ın “Olayda istihbarat zaafiyeti yok, ABD ile istihbarat işbirliğimiz aynen sürüyor” izahatı tatminkâr bulunmuyor.
Aynı şekilde, kaçakçılıkla mücadele mantığıyla kurulan ve terör saldırıları karşısında yetersiz kalan karakolların daha uygun mevkilere taşınmasının niye bu kadar geciktiği ve teröristlere karşı cansiperane vatan savunması yapan Mehmetçiklere neden yanlış konumlanmış derme çatma barakaların reva görüldüğü sorgulanıyor.
Keza, evvelki hadiselerde evlâdını teröre kurban verdikten sonra “Vatan sağolsun” diyerek acısını içine gömen şehit babaları, şimdi “Daha önce dört defa saldırıya maruz kalmış bir karakolda niye tedbir alınmamış?” diye soruyorlar.
Çanakkale hatırlatmalı hamasî cevaplar ise, bu tür sual ve sorgulamaların karşılığı olamıyor.
Toplum artık çeyrek asırdır devam edip, ülkenin hem manevî, hem de maddî kaynaklarını tüketen terör fitne ve belâsının sona erdirilmesini istiyor ve neden bitirilmediğini sorguluyor.
Hem tahrik, hem de galeyan ayaklarıyla tipik Ergenekon tezgâhlarından biri olduğu ap açık belli olan Altınova provokasyonunun, şehitlerin cenaze törenleri vesile yapılarak ülkenin yedi bölgesine birden yayılacağı ve Türkiye’nin her tarafında Türklerle Kürtlerin birbirine gireceği yönündeki kasıtlı propagandaları ise, cenazelerdeki olgun ve vakur duruşuyla boşa çıkarıyor.
“Altınova’daki kavgalar oralarda da çıksın” diye ellerini oğuşturanların beklentilerinin tam tersine, dualar, tekbirler ve “Türk-Kürt kardeştir” sloganlarıyla örnek bir dayanışma sergiliyor.
Bunun en önemli sebebi, devlet adına işlenen onca yanlışa ve hattâ provokasyona rağmen birlik, beraberlik, kardeşlik, sağduyu ve müsbet hareket mesajları vermekten asla vazgeçmeden yürütülen manevî hizmetlerin, toplumun derinliklerinde çok sağlam bir maya tutmuş olması.
Hani yakınlarda yine haksız yere suçlanan cemaatler var ya; onların hizmetleri sayesinde her türlü fitne ve tahriki boşa çıkaran bir toplumsal şuur ve sağduyu avantajına sahibiz. Çok şükür.
Umarız, devlet de bu sağduyu çizgisine gelir ve fitneyi azdıracak yeni yanlışlara imza atmaz.
Bu süreçteki ilk sınavlardan biri DTP dâvâsı.
08.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|