Üniversitelerde yeni ders yılı başlarken, özellikle iki üniversiteden gelen haberler son derece dikkat çekici ve düşündürücüydü.
Bunlardan biri, Boğaziçi’nin de, Cumhurbaşkanı Gül’ün tercihiyle atanan yeni rektörle birlikte yasakçı üniversiteler arasına dahil olması.
Diğeri, Başbakan Erdoğan’ın Harran Üniversitesinde, kampüs girişine konulan “Kampüs alanında türban yasaktır” levhasıyla karşılanması.
İki tablo da çok ibretli ve hüzün verici.
AKP iktidar olduktan sonra başörtüsünde çözüm bekleyen tabanına yıllarca hep şöyle dedi: “Bu işi çözmek istiyoruz, ama görüyorsunuz, elimiz kolumuz bağlı. Size söz veriyoruz: Çankaya’yı aldıktan sonra bu sorunu halledeceğiz.”
28 Ağustos 2007’de Çankaya hedefine ulaşıldı, AKP’nin ikinci adamı Gül Cumhurbaşkanı oldu; başörtülü eşi de “first lady” sıfatını kazandı.
Ve Gül’ün Çankaya’ya çıkmasının üzerinden tam 13 ay geçti. Gelinen noktada başörtüsü yasağı kalkmak veya hafiflemek bir tarafa, daha da yaygınlaşarak ve şiddetlenerek devam ediyor.
En taze örneği, yasağın en katı olduğu dönemlerde bile bu sıkıntıyı öğrencilerine hissettirmemesiyle bilinen Boğaziçi’ndeki son gelişmeler.
“Türkiye’nin en özgürlükçü üniversitesi” olarak şöhret bulan üniversitenin kapıları, şimdi başörtülülerin, perukluların, kapşonluların içeri alınmadığı nizamiyelere dönüşmüş durumda.
Diğer öğrencilerin verdiği destekle nizamiye aşıldığında ise, başörtülüler “davranışlarının hukukî sonuçlarına katlanmaya hazır olduklarına” dair taahhütname imzalamaya zorlanıyorlar.
Bu işi yapan, Gül’ün tercihiyle rektörlük koltuğuna oturan zat. Dolayısıyla, Boğaziçi Rektörünün icraatları, Gül’ün hanesine de yazılacak.
Peki, Gül’ün eleştirilere bir cevabı olur mu?
Köşkteki bir senesini değerlendirdiği mülâkatlarından birinde Gül, başörtüsüyle ilgili soruya “Bu meseleyi politikacılarla konuşun. Ben ne söyleyeceğim?” şeklinde bir cevap vermişti.
Altı yıllık bir bekleyişle gelinen nokta işte bu.
Başörtüsü meselesinin çözümünü Çankaya engelinin aşılması şartına bağlayarak bugünlere gelen AKP’liler acaba bu söze ne diyecekler?
“Çankaya’yı almak yetmiyormuş” deyip, Anayasa Mahkemesi üyelerinin değişeceği tarihlere göre yeni vade mi tayin edecekler; yoksa “Biz o sözü cumhurbaşkanının Gül değil, Erdoğan olacağı hesabına göre vermiştik” mi diyecekler?
Doğrusu, neresinden bakılsa sıkıntılı bir iş.
Gül “Türbanı politikacılarla konuşun” diyerek kendisini sıyırmak istiyor, ama topu yanlış yere atıyor. Çünkü Anayasa Mahkemesi, son iki kararıyla konuyu bir kez daha politikacıların konuşma ve hareket alanından çıkarmış durumda.
Önce, Erdoğan’ın “velev ki siyasî simge olsun” çıkışının ardından, başörtüsünü üniversitelerle sınırlı olarak serbest bırakmak için MHP desteğiyle yapılan anayasa değişikliğinin iptali; bilâhare kapatma dâvâsında AKP’ye verilen “ağır ihtar”ın en önemli gerekçesinin bu değişiklik olması, iktidar partisi yönetici ve mensupları başta olmak üzere hiçbir politikacıya “türban hakkında konuşma” mecali bırakmamış bulunuyor.
Hal böyleyken Gül’ün “Ben ne söyleyeyim? Politikacılarla konuşun” beyanının anlamı ne?
Tipik ve trajik bir havlu atma, kendisini sıyırmaya çalışma ve eline verilmek istenen “ateşten top”u boşluğa fırlatma manevrası söz konusu.
Bu meselenin “ateşten top” haline getiriliş sürecinde kendilerinin senelerdir izleyegeldikleri yanlış siyasetlerin rolü ise başlı başına bir vebal ve ağır sorumluluk tablosunu ortaya çıkarıyor.
Erbakan’la birlikte oldukları dönem ayrı bir bahis. Ama şu anda ondan söz etmiyoruz. AKP olarak, milletin kahir ekseriyetinin büyük ümitlerle verdiği oylar sayesinde iktidar gücünü ellerinde tuttukları son altı seneden bahsediyoruz.
Altı yılda gelinen nokta, yasağın yeni rektörlerle sürdüğü ve Erdoğan’ın “Türban yasak” levhalarıyla karşılandığı bir Türkiye olmamalıydı...
27.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|