Bazıları tarafında kasıtlı ve ısrarlı bir şekilde "Şeker Bayramı" denilse de, Ramazan Bayramının dinî literatürdeki bir diğer ismi "Fıtır Bayramı"dır.
Fıtır sadakası, aynı zamanda bir yardımlaşma vecibesidir. Tıpkı, kurban vecibesinde olduğu gibi...
Mü'minler, yardıma muhtaç gördükleri yakınlarını vermiş oldukları fıtır sadakasıyla sevindirir, onların maddî ihtiyaçlarını bir nebze olsun karşılamış olurlar.
Ancak, dinî ve örfî vecibeler mânâsında görünen Ramazan yardımları fıtır sadakasıyla sınırlı değil.
İftar sofralarının en makbul misafirleri fakir ve muhtaç kimseler olduğu gibi, muhtaçlara yönelik kumanya ağırlıklı yardım paketlerinin dağıtımı ile zekât ödemelerinin de en fazla yoğunluk kazandığı günler, yine mübarek Ramazan ayı günleridir.
Rahmet kapılarının ardına kadar açıldığı bu mübarek günlerde, Müslümanlar birbiriyle adeta yarışırcasına hayır ve hasenat işlerinde bulunmaya çalışırlar. Yapılan en ufak bir iyiliğin dahi boşa gitmediğine inanarak...
Evet, yapılan iyilikler, hayırlar elbette ki boşa gitmiyor. Din kardeşinin yüzüne bir tebessüm ile bakmanın dahi mânevî sadaka sayıldığı mukaddes İslâmiyet dininde, fıtır, zekât ve sair sadaka gibi yardımların yüksek bir makbuliyete mazhar olduğu, şüphesiz izahtan varestedir.
Ramazan günlerinde olduğu gibi, bayram günlerinde de yardımlar ve yardımlaşmalar devam eder.
Büyükleri, hastaları, komşuları, dost ve akrabaları ziyaret ederek gönüllerini hoşnut etmek, yardımın en makbullerinden değil midir?
Ziyaretçilerin yolunu gözleyen, haklı olarak beklenti içinde olanların, evlâtlarını, torunlarını özleyenlerin ziyaretine gitmek, hal–hatırlarını sormak, ellerini öpmek, yürekten sevinçlerin, sürûrların en büyüğü değil midir?
Evet, bir başkasını sevindirmek, mânen memnun etmek de bir yardım şeklidir. Dolayısıyla, Ramazan ayında daha bir canlılık kazanan yardımlaşma geleneği, bayram günlerinde de bir başka sûrette devam ediyor.
İyisi mi, bu duygu ve düşünceler içinde, bayram ziyaret programını şimdiden hazırlamaya çalışalım.
Ne mutlu, Ramazan ve bayram günleri yapılan maddî ve mânevî yardımlarda hissesi ziyade olanlara...
Muannitlere bir soru
Ramazan ayına "şeker ayı" diyen var mıdır ki, Razaman Bayramına bazıları ısrar ve inatla "Şeker Bayramı" demeye devam ediyor?
Tarihin yorumu 27 Eylül 1930
Başka adam yok: 'Ya ben, ya İsmet'
Bir gün önce istifa ettikten sonra tekrar hükümeti kurmakla görevlendiren İsmet Paşa, yeni kabineyi açıkladı.
Vakit gazetesine konuşan Cumhurreisi M. Kemal, bu hususta şu açıklamada bulundu: "Eğer İsmet Paşa, hükümet teşkilini kabulden suret–i kati'yede imtina etseydi (kaçınsaydı), başvekâleti bizzat deruhte etmekten (üstlenmekten) başka çare kalmazdı. Başbakanlığı ya ben, ya İsmet Paşa yapmalı." (Agg, 28 Eylül 1930)
Benzer bir açıklama da, 4 Ekim 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı.
Bu açıklamanın bir mânâsı şu olmalı: Ortada başbakanlık yapabilecek başka adam yok. Varsa bile, ona güvenimiz yok.
Oysa, tam ta bugünlerde yeniden siyasete soyunan ve 5 Ekim'de yapılacak belediye seçimleri öncesi meydanları hıncahınç dolduran, üstelik yine asker kökenli olan bir eski başbakan vardı, Meclis'in çatısı altında: Ali Fethi Okyar.
12 Ağustos 1930'da kurulun Serbest Fırkanın başına getirtilen Okyar, aynı zamanda M. Kemal'in hem yakın arkadaşı, hem de sırdaşı idi. Öyle ki, bir gün sonra kızıyla birlikte Yalova'da ziyaret ettiği M. Kemal ile gayet samimi bir hatıra fotoğrafı bile çektirmiş.
Dahası, çocukluğundan beri M. Kemal'in en yakını ve en büyük sırdaşı olan Nuri Conker de, bu yeni partinin ikinci adamı konumunda bulunuyor.
Buna rağmen, M. Kemal "Ya ben, ya İsmet" diyerek, başbakanlık makamına bir başkasını uygun görmüyor.
Acaba neden?
Meselâ, yedi yıl sonra o makama yine M. Kemal tarafından getirtilen Celal Bayar, keza yine sonraki yıllarda başbakanlık yapmış olan Refik Saydam, Şükrü Saracoğlu, Recep Peker, Hasan Saka ve bulundukları makama sığmayan Şükrü Kaya ile Hasan Âli Yücel gibi "devedişi" adamlar, o gün için başbakanlık makamına acaba niçin uygun veyahut yeterli görünmüyor?
Bunun belli başlı iki sebebi olabilir: O günlerde ya kaht–ı ricâl denen adam kıtlığı var, ya da ortada güvenilecek bir tek adam yok.
Son not: SCF Genel Başkanı Okyar, o günkü kınjonktüre göre iktidara ancak Cumhurbaşkanı'yla uyuşarak değil, çatışarak gelinebileceğini idrak ederek, 17 Kasım 1930’da Dahiliye Vekâleti’ne başvurarak partisinin feshedildiğini açıkladı.
27.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|