Dünya, hemen her yönüyle ciddî bir etkileşim içinde. Küresel ısınmadan, ekonomik dalgalanmaya, siyasî kirzden sosyal çalkantıya kadar, hemen her sahada yaşananlardan ülkeler ve topluluklar bir şekilde nasibi alıyor.
Globalizmin, küreselleşmenin ve bütün dünyayı saran iletişim ve haberleşme sisteminin gitmediği, ulaşmadığı, yahut tesir etmediği hemen hiçbir yer, hiçbir insan kalmadı kalmadı günümüzde. Az ya da çok, herkes ister istemez bir şekilde etkileniyor, bu hacimli dalgalardan.
Şimdi, ABD merkezli yeni bir iktisadî kirz dalgası başladı, adım adım yayılıyor bütün dünyaya.
Hiç şüphesiz, bundan da kimi ülkeler az, kimileri çok etkilenecek ve belki de etkilenmeyen bir ülke kalmayacak.
Bunu, biz değil uzmanlar söylüyor, bu sahada yıllarca çalışmış tecrübeli yöneticiler söylüyor.
Bu iki kesimin ortak düşünce ve kanaati ise, en büyük bankaları da devire devire yerlebir eden bu kriz dalgasının, tahmin edilenden ve öngörülendan çok daha büyük bir tahribata yol açacağı şeklindedir.
Bizdeki siyasîler çok farklı tonlarda açıklamalarda bulunmasına mukabil, büyük banka idarecileri ve ASO gibi büyük teşekküllerin yöneticileri, söz birliği içinde gelişmeleri ciddî bir endişe ile takip ettiklerini ifade ediyor.
Esasında, hükümet yetkilileri de, kriz dalgasından Türkiye'nin etkilenmeyeceğini söylemiyor. Sadece "az etkilenme"nin söz konusu alacağını söylüyorlar.
Tabiî, bu gibi konularda siyasîlerin söylediklerine ne derece itibar edilir, ayrı mesele... Gayet iyi hatırlıyoruz ki, 2001 krizinden hemen önceki günlerde konuşan dönemin başbakanı Bülent Ecevit, Türkiye ekonomisinin son derece canlı ve dinamik olduğundan, hatta borsa rekor üstüne rekor kırıldığından dem vuruyordu.
Ne var ki, reel gelişmeler onu doğrulamadı. Aniden patlak veren kriz, onu bütünüyle tekzip etti.
Yeni kriz dalgasından ülkeminiz menfî şekilde etkilenmesini asla temenni etmiyoruz. Ancak, sayın Başbakan'ın "Krizden az etkilenme" ve "Bu krizi avantaşa dönüştürme" şeklindeki yaklaşımlarını hiç inandırıcı bulmadığımızı da belirtmek isityoruz.
Zira, kendisi ve siyasî sorumlu mevkiindeki diğer arkadaşları dışında, hiçkimse aynı yöndeki düşünce ve kanaati paylaşmıyor.
Öyle ki, Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan'ın halefi olan ASO Başkanı Nurettin Özdebir'in son açıklamaları da hükümet yeklililerinin söyledikleriyle örtüşmüyor, hatta çoğu noktada farklı düşüyor. ASO Başkanı, "Kananlıkta islık çalmayı bırakıp, gerçeklerle yüzleşme"nin önemine işaret ediyor.
Hasılı, yeni kriz dalgasını en az hasarla atlatma temennisinde bulunmaya devam ederken, bir yandan da kendi kendimizi aldatacak kadar saflık göstermemeliyiz.
Tarihin yorumu 25 Eylül 1911
Libya'yı, 12 Adayı götüren İtalyan Harbi
Osmanlı'ya bağlı Trablusgarp ve Bingazi'yi (bugünkü Libya toprakları) işgal edip sömürgeleştirmek isteyen İtalya, 25 Eylül 1911'de Osmanlı Devletine karşı harp ilân etti.
Kuzey Afrika'daki bu topraklar, Avrupa kıt'asında bulunan İtalya'nın tam da karşısında yer alıyordu. Arada sadece Akdeniz vardı. İtalya, uzun süredir burayı işgal etme emelini besliyordu.
Fransa ve İngiltere gibi Avrupa'daki diğer sömürgeci devletlere özenen İtalya, kendi birliğini tesis ettikten sonra, ilk fırsatta Libya sâhillerine denizden çıkarma yaptı. Ancak, iç kesimlere doğru ilerle imkânını bulamıyordu. Zira, onun karşısında Osmanlı ordusu ile birlikte mücadele veren yerli kabile milisleri vardı.
Bingazi'de Osmanlı kuvvetlerinin başında çetin bir mücadele veren Enver Paşanın yıldızı bu dönemde daha da parladı.
Donanması güçlü olan İtalya, bir yıldan fazla uğraşmasına rağmen, ortaya üstün bir varlık koyamadı. Libya topraklarını almaya bir türlü muvaffak olamadı. Ancak, savaştan vazgeçip geri de dönmedi.
Ne büyük talihsizlik ki, bir yıl sonra (8 Ekim 1912) Balkan Harbi çıktı. Böylelikle, hem cephe sayısı çoğaldı, hem de düşman kuvvetleri.
İtalya, bu kritik dönemde ayrıca Ege Denizi'ndeki on iki adaya asker çıkararak işgal etti.
Zor durumda kalan Osmanlı, hiç olmazsa cephe sayısını azaltmak için İtalya ile anlaşma yoluna gitti. 15 Ekim 1912 târihinde Lozan'da (Uşi) yapılan bu tâlihsiz antlaşmayla, ne yazık ki Libya topraklarının siyasî ve askerî idaresi İtalya'ya verildi.
Antlaşmaya göre, adalardan çekilmesi gereken İtalya ise, burayı kademeli bir şekilde Rumlar'a peşkeş etme tercihinde bulundu.
İşte, bugünkü Libya'nın elden gitmesi ve Ege'deki on iki adanın Yunanistan'a devredilmesinin acı hikâyesi, bu son derece kritik Balkan Harbi döneminde başladı.
25.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|