Millî Eğitim Bakanlığı’nın İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük kitabında darbeleri meşrû gösteren bölümlerindeki hatayı basın yoluyla öğrenip düzeltmesinin ardından, liselerde okutulan Millî Güvenlik Bilgisi ders kitabında bahsedilen “irtica” konusundaki yorumları da incelemeye almasını tebrik etmek lâzım…
Genel Yayın Müdürümüz Kâzım Güleçyüz de konuyla ilgili yazdığı yazılarda kitapta yer alan “İrticaî unsurların, din perdesi altında her alanda Atatürk’e ve onun inkılâplarına saldırısı devam etmektedir” gibi cümlenin, liselerde okutulan bir ders kitabında ne işinin olduğunu, lise öğrencilerinin “irticaî unsurlar”dan neyi anlayacağını sormuştu. Kitabın inceleneceği bilgisi dışında şu anda bu sorulara bir cevap yok. Bu kitabında değişeceği müjdesini yetkililerden beklediğimizi buradan söylüyoruz.
Geçen hafta yazdığımız bir yazıda irtica kelimesinin hiçbir devlet kurumu tarafından tanımı yapılamamasına rağmen Millî Güvenlik Bilgisi ders kitabında bir tanım (!) getirildiğini anlatmıştık. Delil olarak da, Sağlık-İş Başkanı Mustafa Başoğlu’nun irticanın tanımını devletin kurumlarına sorduğunu fakat hiçbir devlet kurumunun irticaya bir tanım getiremediğini aktarmıştık ve yazının sonunda da, irticaya kendince tanım getiren bu kitabın da incelenerek değiştirilmesi gerektiğini söylemiştik.
Yazımız üzerine bir mektup gönderen Başoğlu, Türkiye’de zaman zaman irtica çılgınlığı yaşandığını ifade ederken şunları söylemiş: “Bazen hiç ilgisi olmadığı halde başını örtenler, dinî vecibelerini yerine getirenler de irticacı sayılır. Özellikle kamu kurumlarında çalışanlardan dinî vecibelerini yerine getirenlerin irticacı sayılması onların görevlerinde yükselmelerini engeller, hatta bazı hallerde işten kovulmalarına kadar iş götürülür. Bunun çeşitli örneklerini biliyorsunuz. Yine bu irtica saçmalığı arasında, başı örtülü öğrenciler üniversitelere alınmazlar ve anayasanın güvencesi altında olmalarına rağmen eğitim hakları ellerinden alınır. Türkiye’de okuyamayıp yurt dışında okuma imkânı bulanlar, dünyanın muhtelif yerlerine dağılmışlardır.”
Laiklik tartışması ile irtica tartışmasının bazen yan yana getirildiğini ve laikliği güçlendirmek için İslâm dininin zayıflatılmasına inananların da irtica suçlamasının arkasına gizlendiklerini söyleyen Başoğlu da kanunlarda irtica tanımı olmadığını üzerine basarak söylüyor. “Bazı kimseler bu sözlerin arkasına gizlenerek yanlış ve haksız uygulamalar yapmaktadır” diyen Başoğlu’nun gazetemizle ilgili söylediği şu güzel düşüncelerini aktarmadan da geçmeyelim: “Yazarlığını yaptığınız Yeni Asya Gazetesi, hem başörtüsü konusunda, hem dinî vecibelerini yerine getiren Türk vatandaşlarının uğradıkları haksızlıklar konusunda, hem de dünyadaki Müslümanların başına gelen belâlar konusunda daima duyarlı davranmış ve haksızlıkları gidermek için gerekli gayreti göstermekte olduğuna inanıyorum.”
* * *
Başoğlu’nun mektubunda söz ettiği, “irtica saçmalığı arasında, başı örtülü öğrenciler üniversitelere alınmazlar” konusunu üniversitelerin açıldığı şu günlerde yaşıyoruz.
28 Şubat döneminde dahi tâviz vermeyen, “özgürlüğün sembolü” olarak kabul edilen Boğaziçi Üniversitesinde “Başörtülü girdiğim takdirde tüm hukukî sonuçları önceden kabul ediyorum” yazılı hukukî olmayan bir kâğıt imzalatılmak istenmesi üzerine okuldaki birçok öğrencinin hem bu metne, hem de başörtülülerin okullara alınmamasına gösterdikleri tepki gerçekten örnek alınması gereken bir davranış oldu. Öğrenciler yaptıkları bu tepki ile yasakçılara “Bizim birbirimizle bir problemimiz yok. Yeter ki siz gölge etmeyin. Biz okulumuzda yasak değil özgürlük istiyoruz” demiş oldular.
Gazetelere de yansıyan bir öğrenci tepkisini gösterirken söylediği “Bizi irticacılıkla suçlayanlar aslında kendileri irticacı. İrtica kelime anlamıyla geri dönmek demektir. Biz önümüze bakıyoruz, kendileri geriye dönüyor” sözleri de yukarıda yazdığımız “irtica” konusunu açıklıyor aslında.
Bilimsel araştırmalara ağırlık vermesi, üniversitelerin özgür platformlara dönüştürülmesi, öğrencilerin giyimiyle değil, fikirleriyle uğraşması gereken bir kurumun böyle yasakçılıkla uğraşması ile bir yere varamayacağını artık görmesi lâzım. 28 Şubat’ın baskıcı ortamında bile özgürlük anlayışından taviz vermeden yasaklara direnen bir üniversitenin yeni rektörün atanması ile yasakçılığa soyunmasını anlamak mümkün değil.
Rektöre hatırlatmak lâzım. Birincisi, başörtüsünü ne anayasa da ne kanunlarda yasaklayan bir hüküm yok. İkincisi, öğrencilerinizin bu tepkilerinden ders çıkarmanız, onların ne demek istediklerini iyi tahlil etmeniz gerekmez mi?
Eğer üniversite yönetimleri özgür düşünebilirse bu meselenin çözülmesi çok daha kolay olacak. Öğrenciler büyüklerine büyük dersler vermeye başladı. Büyüklerde derslerini alınca yasaksız ve özgür üniversite eninde sonunda gelecektir.
27.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|