Bunca yıldır terörle başı dertte olan ülkemizin, hâlâ “Bu belâ ile nasıl mücadele edelim?” arayışında olması çelişki değil mi? Bir problemin, ilk karşılaşıldığında halledilmesi zordur. Ama aynı problem tekrarlanırsa çaresini bulmak kolay olsa gerek.
Terörle mücadele de Türkiye’nin yabancısı olmadığı bir konudur. Bu mücadelede çeyrek asır geride bırakıldı. Buna rağmen, her yeni hadiseden sonra bu mücadele için ‘metod’ tartışması yapmak anlamsız.
Aktütün Jandarma Karakolu'nda görevli personelin baskına uğraması ve neticesinde 17 askerin şehit verilmesi yeni tedbirlerin alınmasını gündeme taşıdı. Gazetelere yansıyan haberlere bakılırsa, geçmişte uygulanan OHAL benzeri ‘sert tedbir’lerin alınması isteniyormuş.
Kesinleşmiş bir karar olmadığı için şu anda kesin bir değerlendirme yapmak doğru olmayabilir. Ama OHAL benzeri bir adımla terörü önlemenin mümkün olmadığını bilmek lâzım. Çünkü teklif edilen OHAL uygulaması yeni değil. Daha önce uygulanan ve çare olmayan bir ‘tedbir’e yeniden başvurmak kime ne kazandırır? Bu güne kadar terörle mücadelede görev alanlar, OHAL’in çare olmadığını görmediler mi? Terörle mücadele denince akla sadece ‘sert tedbir’lerin gelmesi doğru mudur? Bunca yıl uygulanan ve büyük tartışmalar sonrası ancak sona erdirilen bu yolun yeniden gündeme taşınması doğru değildir.
Bazıları diyor ki, “O çare değil, bu çare değil. O halde kesin çare nedir, varsa bir bildiğiniz söyleyin!” Bu soru ilk bakışta haklı gibi görünse de iyi niyetle sorulan bir soru değildir. Elbette, ‘hap’ gibi içildiğinde hemen tesir eden bir çare yoktur, ama çaresiz de değiliz. Çareler bugün değil, neredeyse 100 yıl önce dile getirilmiş ama dinleyen olmamış...
Şimdi çareleri sıralamaya kalksak ve en başa da ‘din kardeşliği vurgusu yapılsın’ desek, birileri hemen alınacak. Elbette bu vurgu sadece kuru bir lâftan ibaret olmamalı. Bu kardeşliğin gereği neyse o yapılmalı. Bir tarafdan ‘kardeş’ deyip, öte taraftan kardeşliğe sığmayan davranışlar sergilemek olmaz.
“Yaratıcımız bir, dinimiz bir, kıblemiz bir; o halde gelin bir olalım” şeklindeki sözlerden rahatsız olunarak bir yere varmak mümkün değil. Tekrarlayalım ki, bu sözleri söylemek yetmez; gereği de yapılmalıdır.
“Hayır, biz başka yolla bu belânın üstesinden geleceğiz” diyenlerin icraatları ortada. Yanlışta inat ettikçe daha fazla insan mağdur olmuyor mu?
“Cehalet, zaruret ve ihtilâf”a topyekûn karşı çıkıp mücadele edilmeli. Beraberinde elbette başka yardımcı adımlar da atılmalı. “Sadece din kardeşliğine vurgu yapalım, başka tedbirleri görmezden gelelim, yok sayalım” demiyoruz.
Arzumuz, “din kardeşliği vurgusu”nun birinci planda olması ve diğer çarelerin de buna destek olmasıdır. Her şeyden önemli bu vurgunun ‘söz’de değil ‘öz’de olmasıdır. Eski yanlışları tekrarlamaktan vazgeçip, iyi niyetle doğru adımlar atılsın...
08.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|