Bırakın çocuklar tabiatta oynasın
HAYAT Boyu Eğitim Gelişim Derneği Genel Başkanı Adem Solak, yaptığı açıklamada, su, çamur, toprak, kumla oynamanın çocukları ruhsal yönden rahatlattığını belirtti.
Stres, gerginlik, katılığın, çağdaş insanların ciddî kişilik sorunları olduğunu ifade eden Solak, ‘’Bunun en büyük sebeplerinden biri çocuklar için katı, acımasız ortamlar sunan şehir hayatıdır’’ dedi. Çocukları 3-7 yaşlarında sık sık doğa ortamlarına götürmek gerektiğini vurgulayan Solak, şöyle devam etti: ‘’Doğanın kendisi bir terapi sürecidir. Aileler eğer şehir ortamlarında yaşamak zorunda ise her mevsim elden geldiğince çocukların doğa ile baş başa olacakları geziler yapılmalıdır. Çocukların toprakla, ağaçlarla, hayvanlarla, su ile teması sağlanmalıdır. Çocuklarla ormanlık alanlara gidilmelidir. Ormanlar çocuklar için hem eğlendirici hem dinlendirici ortamlar sağlar. Deniz, göl, nehir kenarları da çocukları dinlendiren ve eğlendiren alanlardır. Çocuklarımız için her zorluğa rağmen doğa terapi yollarına mutlaka başvurmalıyız.’’ Çocuğun hareket ve oyun ihtiyacını engelleyen her durumun, aslında onun duygularına yöneltilmiş bir eziyet olduğunu kaydeden Solak, ‘’Zaten beton binaların içinde iyice sıkılmış, bunalmış çocuğunuzu eş-dost, akraba ziyareti adına götürüp başka beton binalara uzun uzadıya hapsederseniz haksızlık edersiniz. Bu durum çocuk için adı konmamış bir şiddettir. Eziyet ve şiddet ise çocukta saldırganlık duygularını besler, şiddet eğilimlerini körükler’’ diye konuştu.
ÇOCUKLARLA GEZİNTİ
Solak, tabiatta gezinirken çocuklarla iletişim kurmanın çok daha kolay olduğunu kaydederek, şunları söyledi: ‘’Onları anlamak için anne-babalar böyle ortamlardan yararlanmayı bilmelidirler. Rutin hayatımızda birçok günü çocuğumuzun yüzüne, gözlerine doğru dürüst bakmadan geçiririz. Bu durumu çocuk kendine önem verilmiyor şeklinde algılar. İntihar girişiminde bulunan bir genç kız, ‘annem babam beni fark etmiyordu bile. Konuşma, iletişim kurma, onlarla bakışma fırsatı vermediler bana’ gibi çarpıcı ifadeler kullanmıştı. Üniversite kazandığı için kızın biri başka bir şehre gider. Anne sık sık telefonla aramakta kızına hasretini, üzüntüsünü ifade etmektedir. Genç kızın soğuk bir sesle telefonda annesine karşılığı ise ‘Anne, ben zaten öbür odada tek başına otururdum hep. Beni yine orada say ve üzülmene gerek olmasın. Ayrıca duvardaki resmime de bakabilirsin’. Çağdaş hayatın karmaşası içinde kendimizden uzaklaşıyoruz, yakınımızdakilerden uzaklaşıyoruz. Her uzaklaşma hayatın bir anlamının kaybı oluyor ve büyük bedeli de en çok çocuklar ödüyor.’’
TELEVİZYON BÜYÜK TEHLİKE
Ruhlarında oluşan boşlukların çocuklar için en büyük tehlike olduğunu belirten Solak, ‘’Çünkü bizim boş bırakacağımız alanları sonradan neyin dolduracağını önceden asla kestiremeyiz’’ dedi. Solak, aile içi iletişimi bozan en önemli aracın televizyon olduğunu belirterek, şunları kaydetti: ‘’Televizyonun daha ilk çocukluk yıllarından itibaren hayatımız üzerinde çok ciddî bir etkisi vardır. Hatta bu etkinin bebeklikten başladığını kabul etmeliyiz. Kimi anne babalar televizyonu bebeği, çocuğu meşgul etme aracı olarak kullanıyor. Bu, çocuğun kişilik gelişimi açısından çok tehlikeli bir durumdur. Aileler televizyonla çocuklarının ilişkisini sağlıklı kuramıyor. Kendileri bu dengeyi doğru kuramamışken çocuklarına bu yönde gerekli anlayışı kazandırmaları biraz zor görünmektedir.’’
|
13.10.2008
|
|
Osteoporoza servet harcanıyor
BAŞKENT Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Eftal Yücel, osteoporoz tedavisinin yüksek maliyetli bir hastalık olduğunu belirtti.
Romatoloji Araştırma ve Eğitim Derneği (RAED) tarafından 11-15 Ekim 2008’de Antalya’da düzenlenen 9. Ulusal Romatoloji Kongresinin başkanlığını yürüten Yücel, yaptığı açıklamada, halk arasında kemik erimesi olarak bilinen osteoporozun, kemiklerin güçsüzleşip kırılmasına sebep olan ve kırık olmadığı sürece ağrı yapmayan bir hastalık olduğunu söyledi. Yücel, özellikle 65 yaş üstündekilerde osteoporozun görülme oranının yüksek olduğunu bildirdi. Yücel, osteoporozun genetik olma özelliği taşıdığını, ailesinde kalça kırığı olanların, 3 aydan uzun süre ve günde 5 miligramdan fazla kortizon kullananların ya da kullanacakların, bazı hormonal bozukluğu olanların, çok sigara içenlerin ve zayıf kişilerin risk grubunda olduğunu kaydetti. Risk taşıyan kişilerin kemik mineral yoğunluklarına 65 yaşından daha önce bakılabileceğini dile getiren Yücel, risk taşımayanların ise 65 yaşından önce kemik mineral yoğunluğu ölçümü yaptırmalarının gereksiz olduğunu söyledi.
“HARCAMALAR GEREKSİZ Mİ?’’
Prof. Dr. Eftal Yücel, osteoporoz tedavisinin maliyetinin yüksek olduğunu belirterek, ‘’Türkiye’de osteoporoz tedavisinde kullanılan ilâçlara bir yıl içinde yaklaşık 300 milyon dolar harcanıyor. Bu paranın muhtemelen 200 milyon dolardan fazlası gereksiz yapılan tedaviler için ödeniyor’’ diye konuştu.
Osteoporozun kronik bir hastalık olduğu için ilâçların uzun süre kullanılması gerektiğini anlatan Yücel, ilâç tedavisine ilişkin kararın dikkatli alınması gerektiğini söyledi. Yücel, Batı ülkelerinde osteoporoz tedavisi için uygulanan geri ödeme sisteminin Türkiye’den çok sıkı olduğuna işaret ederek, ‘’Meselâ İngiltere’de kişi 70 yaşından ileriyse, risk faktörü taşıyorsa ve kemik mineral yoğunluğu ölçümü osteoporozu gösteriyorsa ilâç parası ödeniyor. Türkiye’de ise kriter sadece kemik mineral yoğunluğu ölçümü olarak alınıyor, risk faktörlerine ve kişinin yaşına bakılmıyor. Dolayısıyla, kırık riski fazla ve yaşı ileri olmayan kişilere gereksiz ilâç tedavisi yapılabiliyor. Bu durumda Sosyal Güvenlik Kurumu, binlerce hastanın tedavi masrafını gereksiz olarak üstleniyor. Buna karşılık çok az kırığın önüne geçilebiliyor’’ dedi. Sağlık Bakanlığı’nın 2 yıl önce öneriler doğrultusunda gereksiz osteoporoz ilâcı karşılanmaması için çalışma başlattığını ancak uygulamaya geçmediğini ifade eden Yücel, ‘’Bu ilâçların verildiği hastaların çoğu kırık riski fazla olmadığı halde ilâç kullanıyor. Bu, maddî kaybın yanı sıra hasta için de vücuda gereksiz ilâç yüklenmesine ve yan etkilerin ortaya çıkmasına neden olabiliyor’’ şeklinde konuştu.
|
13.10.2008
|
|
Diyet ürünleri pazarı hızla kilo alıyor
GEÇTİĞİMİZ yıl Türkiye’de diyet ürünleri pazarı, yüzde 20 oranında büyüyerek, 90.7 milyon YTL’ye ulaştı.
Diyet ürünlere yapılan harcama bütün sosyo ekonomik statü gruplarında artarken, en büyük artışın alt gelir grubunda olması dikkat çekti. Dünyada fast-food çılgınlığının zirve yaptığı dönemin sonunda hızla artan kolestrol, sindirim ve obezite sorunları, tüketiciyi bilinçli beslenmeye yöneltti. Metobolizmaya yararlı, hastalıklardan korunmaya, sindirimi kolaylaştırmaya yardımcı olan gıdalara yönelen, özellikle obezite sorunun aşmaya çalışan tüketicileri takip eden gıda pazarı, hızla fonksiyonel ve diyet ürünler geliştirerek piyasaya sundu. Dünyada fonksiyonel gıda pazarı 50 milyar dolarlık ciroya ulaştı. Türkiye’de dünyaya oranla küçük kalsa da geçtiğimiz yıl fonksiyonel ve diyet ürünler pazarı yaklaşık 420 milyon YTL’yi aştı. Diyet ürünlerde, 2007 yılında yüzde 20 oranında büyüyen pazar, 90.7 milyon YTLye ulaşırken, Türkiye’nin yaklaşık yüzde 46’sı diyet ürün satın aldı. Verilerde alt gelir grubunda diyet ürünlerine yönelik harcama artışı dikkati çekti. Diyet ürünlere üst gelir grubunun harcadığı para sabit kalırken, alt gelir grubunda arttı. Buzlu çay, çikolata, margarin en hızlı büyüyen diyet kategorileri olurken, en hızlı pay kaybeden kategori alkol ve dondurma oldu. Özellikle yaz ayları döneminde satışları artan fonksiyonel ve diyet gıda ürünleri pazarı, 2006 yılında sırasıyla yüzde 7.2 ve yüzde 23 büyüdü. Böylece toplam büyüklüğü 28 milyar YTL olan gıda pazarının 75 milyon YTL’si diyet, 273 milyon YTL’si ise fonksiyonel ürünlerden oluştu.
|
13.10.2008
|