ALLAH'IN bin bir ismi vardır. Bunlar kâinatta ve ve kâinatın küçük bir modeli olan insanda tecelli ederler. Canlılar rızka muhtaç olduklarında Rezzak ismi, hastalandıklarında Şafi ismine mazhar olurlar.
Rızkı olduğu gibi şifayı veren de ancak Allah’tır. İş-veren de, doktor da, ilâçlar da birer vesile, birer se-beplerdir. Kul vesilelere sarılır; rızkı da, şifayı da Allah’tan ister. Resûl-i Ekremin (a.s.m.) şifayla ilgili şu duâsında bunu açıkça görüyoruz. Buyuruyorlar ki: “Ey insanların Rabbi olan Allah’ım! Sıkıntıyı gider. Şifa veren ancak Sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Öyle bir şifa ihsan et ki, hiçbir hastalık kalmasın.” 1
Suheyb’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de eski devirlerde yaşamış dinsiz bir hükümdar zamanında rahipten öğrendikleriyle insanları tedaviye çalışan, şifaya vesile olan delikanlı da şifanın Allah’tan olduğunu açıkça belirtir, kabul ettikleri takdirde körlerin gözlerini açar, tedavisi güç hastalıkları tedavi ederdi. Hükümdarın kâhini yaşlandığında ilmini öğretmek için birini istemiş, hükümdar da ona bu delikanlıyı göndermişti. Delikanlı bir taraftan kâhine gidiyor, diğer taraftan da yolu üzerinde olan bir rahibe uğru-yordu. Rahibin anlattıkları hoşuna gitmiş, hayran kalmıştı. Bir gün yolda giderken yolunun kimseye geçit vermeyen korkunç bir hayvan tarafından kesildiğini gördü. Kâhinin mi, rahibin mi doğru olduğunu tam anlama zamanı deyip ellerini kaldırıp Rabbine şöyle duâ etti: “Allah’ım, eğer rahibin yaptıklarını kâhinden daha çok seviyorsan, bu mahlûktan bizi kurtar ki insanlar yoldan rahatça geçip gidebilsinler.” Delikanlı yerden aldığı bir taşı mahlûka attığında ölmüş, insanlar rahatça yoldan geçip gitmeye başlamışlardı. Rahip durumdan haberdar olunca, “Yavrucuğum" dedi delikanlıya. Bugün sen beni geçtin. Şanın şerefin yükseldi. Ne var ki yakında bir bir belâya maruz kalacaksın. Sakın benim yerimi söyleme.” Delikanlı körlerin gözünü açıyor, alaca hastalığı, v.s. gibi çeşit çeşit tedavisi zor hastalıkları tedavi ediyordu. Gözü görmeyen hükümdarın yakınlarından biri de gitmiş, gözünü açtırmak istemiş, gözünü açtığı takdirde getirdiği değerli hediyeleri ona vereceğini vaad etmişti.
Ancak delikanlı, “Benim şifa verme gücüm yok. Şifayı ancak Allah verir. Allah’a iman edersen ben de Allah’a duâ ederim. O da sana şifa ihsan eder” dedi. Adam kabul etti. Duâ ettiğinde de gözleri açıldı.
Adam hükümdarın yanına gittiğinde hükümdar, “Gözünü kim açtı?” diye sordu. O da, “Rabbim açtı” deyince hükümdar çıkıştı: “Senin benden başka Rabbin mi var?” Adam, imanından aldığı güçle, her şeyi göze alıp, “Benim de, senin de Rabbim Allah’tır” cevabını verdi. Rablık dâvâsında bulunan hükümdar dayanamadı buna. Adama işkence edilmesini emretti. Sonunda da delikanlının yerini öğrendi. Hükümdar delikanlıya da işkence yaptırttı. O da rahibi söylemek zorunda kalmıştı. Hükümdar rahibi getirtti. Dininden dönmesi için zorladı. Fakat rahip kabul etmemiş, testere getirttirip başını ikiye böldürtmüş, rahip yine de dininden dönmemişti. Sonra da yakını olan ve gözü açılan adamı getirtmiş, onu da dininden dönmesi için zorlamış, kabul etmeyince de rahip gibi testereyle başını ikiye böldürtmüştü. Acaba tanrılık dâvâsında bulunan hükümdar delikanlıya nasıl davranacaktı? Onu öldürtebilecek miydi? Bunu da bir sonraki makalemizde görelim isteseniz.
1. Buharî, Merdâ: 20, Ebû Davud, tıp: 17-19, Tirmizî, Cenâiz: 4.
13.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|