Kâinatta iyilik ve güzellik hâkimdir. Bunun sebebi zerreden kürelere kadar herşeyin Esmâ-i Hüsnâ olarak bildiğimiz Cenâb-ı Hakkın güzel isimleriyle nakış nakış dokunmasıdır. Hak, adalet, denge, iktisat, hikmet, rahmet, cömertlik, ikram, ihsan, lütuf, bağış, dayanışma, yardımlaşma hep bu güzel isimlerin tecellîlerinden ibarettir. Nitekim “O herşeyi en güzel bir biçimde yarattı”1 âyeti de bu gerçeğe dikkat çeker. İmam-ı Gazalî de, hayrette bırakan bu güzelliği dile getirirken, “İmkânlar dünyasında var olanlardan daha güzeli, daha harikası düşünülemez”2 demekten kendini alamamıştır.
İşte dinin bütün emir ve yasakları kâinattaki bu mükemmel düzenin devamı içindir. Kâinatla İslâm bütünleşir, birbirlerini teyit eder, kuvvet verirler. Dinin emirlerine muhalefet bu düzeni sarsmak; bozulmasına, yıkılmasına, anarşiye, karışıklığa sebep olmak demektir. Meselâ dinin zekât ve sâir yardımlaşma gibi emirleriyle kâinattaki denge ile paralellik kurulur, sosyal düzen ayakta tutulur; kargaşanın, kavganın, gürültünün önüne geçilir.
Bütün emir ve yasaklar böyledir.
İslâm bu düzenin, âhengin, uyumun devamı için emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker diye bildiğimiz iyiliği emretme ve kötülükten sakındırmayı farz kılmıştır. Onun için İslâmda nemelâzımcılığa yer yoktur. Kişi kendisi için istediği iyiliği, güzelliği, mutluluğu diğer mü’min kardeşi için de istemek zorundadır. Kendisine yapılmasını istemediği kötülüğü başkalarına yapmaktan sakındığı gibi başkalarına yapılmasına da göz yummayacak, sessiz kalmayacak, gücü yettiği ölçüde engellemeye çalışacaktır. Aksi halde “Beni sokmayan yılan bin yaşasın!” anlayışıyla birgün o yılan büyüyüp onu da yutmaktan çekinmeyecektir. Bu emre önce peygamberler uymuştur. Şuayb Aleyhisselâm kavmini kötülüklerden sakındırırken şöyle diyordu: “Ey kavmim, söyleyin bana,” dedi. “Eğer ben Rabbimden açık bir delil üzere isem ve Rabbim beni Kendi katından pek güzel bir rızıkla rızıklandırmışsa, ben Ona isyan edebilir miyim? Size yasakladıklarıma kendim karşı gelmek istemem. Ben ancak gücümün yettiği kadarıyla sizi ıslah etmek istiyorum. Muvaffak olmam ise ancak Allah’ın yardımıyladır. Ona tevekkül ettim ve ancak Ona yönelirim.”3
Kur’ân-ı Kerim iyiliği emretmekle yetinilmemesi gerektiğini, İsrailoğullarından bahsederken, “İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz? Halbuki siz Tevrat’ı okuyan kimselersiniz. Hiç akıl etmez misiniz?”4 şeklinde ilim ehlini uyararak onların şahsında bütün inananları ikaz etmekteydi. Kur’ân, Tevrat’ı okuyanlara olduğu gibi bütün inananlara şöyle seslenir: “Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında pek büyük bir gazap sebebidir.”5
İkazlar yapılan hatanın büyüklüğüne, sebep olacağı zararlara dikkat çekmiyor mu? Demek iyiliği emretme, kötülükten sakındırma hiç de göz ardı edilebilecek bir görev ve sorumluluk değildir. Bu konuda yediden yetmişe, halktan idarecilere varıncaya kadar herkes üzerine düşen görevleri yapmakla mükelleftir. Hayat nemelâzımcılığı kaldırmaz.
Dipnotlar:
1- Secde Suresi: 7. 2- Şuâlar, s. 32. 3- Hud Suresi: 88. 4- Bakara Suresi: 44. 5- Saf Suresi, 2-3.
09.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|