Aktütün Karakolu baskını, yalnız güvenlik zâfiyetini değil, Türkiye’nin terörle mücadeledeki “işbirliğini”nin ve “dış politikası”nın sakatlığını da su yüzüne çıkardı.
Yalnız 1992’den bu yana beşi büyük 58 saldırıya uğrayan karakolun 16 yıldır neden hâlâ hâkim bir yere taşınmadığını, niçin bunca zamandır eksikliklerin giderilmediğini; ihmaller zincirini gündeme getirmekle kalmadı; Türkiye’nin sınırötesi operasyonlarda ABD ve İsrail’le “istihbarat paylaşımı”nı da sorgulattı…
Onca “terör zirvesi”ne rağmen bir tek Aktütün’de 45 şehid verilmesinin ardından sınır karakolları binalarının yenilenmesinin yeni yeni konuşulması, gaflet raddesine varan tedbirsizlik garâbeti.
Ne var ki bunda da mesele örtülü bir ithamlaşmaya dönüşüyor. Askerden “ödenek yetersizliği” açıklaması geliyor. Buna mukabil Başbakan, partisinin Meclis grubunda kameraların önünde cevap veriyor. Mâlum-u ilâmla geçiştiriyor. “Kimse terör ve kan üzerinde siyaset yapmasın” diyor; “bizim dönemimizde bölge kalkındığı için terör örgütü rahatsız” türü bildik beylik lâflarla politika yapıyor…
ABD İLE “İSTİHBARAT PAYLAŞIMI”
HİKÂYESİ
Genelkurmay İkinci Başkanının, karakolun 2007’de taşınmasına karar verildiği ancak “mâlî imkânsızlıklar” yüzünden taşınamadığı açıklamasına karşı, Maliye Bakanlığının kamuoyu önünde Genelkurmayın geçen seneki bütçeden 1.2 milyar YTL’ye dokunmadan iâde ettiği cevabı arasındaki çelişkisi bir yana...
Onca şehitten sonra, TOKİ Başkanının “Talimat bekliyoruz” demeciyle Başbakan’ın TOKİ’ye “talimat” verip daha yeni “güçlü karakolların inşası araştırması”nı başlatması çarpıklığı da bir yana…
Sıfır terörle Türkiye’yi devralan AKP siyasî iktidarının son altı yıldır terörle mücadeledeki yöntem yanlışlarının yanı sıra ABD ve İsrail’le “istihbarat paylaşımı ve işbirliği”nin çürüklüğü, hadiselerin her halinden okunuyor...
Şu hale bakın; ABD’nin işgal ve kontrolündeki Irak’tan gruplar halinde yüzlerce terörist ağır silâhlarıyla sınırdan 40 kilometre içeriye sızıyor. Günlerce ve gecelerce karakola hâkim tepelere ve bölgede konumlanıyor, silâhlarını konuşlandırıyor. Gün ortasında saldırıya geçiyor…
Peki nasıl olur da havan topu taşıyan bu yüzlerce terörist güruhu Amerikan uzay araçları, keşif uçakları ve İsrail’den yüz binlerce dolara satın alınan insansız casus uçağı Heronlar tespit etmedi, edemedi? Gerçekten merak konusu…
Belli ki Oval Ofis’te Bush’un Erdoğan ve Gül’e verdiği vaade rağmen ABD ve İsrail, bile bile bu istihbaratı Türkiye’ye vermemiş. Belli ki iki ülkenin Genelkurmay İkinci Başkanları arasında kurulan kırmızı telefonlar süs olarak masalarda kalmış. Belli ki “istihbarat paylaşımı işbirliği” yapılan bu ülkelerin bilgisi ve himayesiyle teröristler kalabalık gruplar halinde Türkiye topraklarına sızmış…
İstihbarat, Emniyet ve Askerî İstihbarattan oluşan “üçlü istihbarat”a rağmen karakolların göz göre göre basılması, bu acı gerçeği açığa çıkarıyor...
Kısacası bu durum, bir yandan, karda kışta eksi 30 derecenin altındaki dondurucu soğukta günlerce süren bombardımanın Kandil’in eteklerini, bomboş kampları, dağı taşı bombalamaktan başka bir işe yaramadığını gösteriyor. Diğer yandan, Yahudi lobisi güdümündeki Bush ve Neoconların, “PKK terör örgütüdür, Türkiye’nin terör mücadelesini destekliyoruz” sözlerini lâfta bırakıyor…
PLÂN, BÖLGEDE SAVAŞ ÇIKARTMAK…
Her defasında olduğu gibi iş işten geçince Amerikan Dışişleri Bakanlığı sözcüleri, işgalci conilerin Türkiye’nin terörle mücadelesine destek verdiği mavalını okuyorlar.
Erbil’deki “yerel yönetim,” lâf olsun diye PKK’nın bölgeyi terk etmesi hikâyesini tekrarlıyor. Talabani, Türk yetkililerle sürekli temasta olduğunu söyleyip tıpkı Washington’daki ağababaları gibi “şirinlik” gösterisiyle oyalıyor.
Ne yazık ki bütün bunlar, daha bir hafta önce Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyaret ettiği Amerika’da, “Washington’un Bağdat’taki adamı” Talabani’ye “dostluk mesajları” yollamasının ardından yaşanıyor.
Ve en vahimi, hükümetin dış politikadaki “teslimiyet”çiliğiyle Türkiye’nin elinin kolunun bağlanması. “Kapatma dâvâsı”ndaki “kapatılmama kararı”yla içte “teslim” alınan AKP siyasî iktidarının, dış politikada “küresel güçlerin” kıskacına alınması.
Ekonomide IMF ve “uluslararası sermaye”ye teslim olması. Küresel kriz dalgasından gelen yeni bir kriz korkusuyla siyasî iktidara boyun eğdirilmesi. PKK terör örgütünün siyasallaştırılması için Ankara’nın masaya oturmaya zorlanması…
Neticede son PKK saldırısı üzerindeki muammalar, gazeteci Hüsnü Mahli’nin tespitlerini doğruluyor: Sömürü ve savaşlarla beslenen ABD, Arap ve Müslüman ülkeleri İsrail ve Yahudi lobileri adına İran’a saldırtamayınca, ne pahasına olursa olsun Ortadoğu coğrafyasında bir savaş çıkartmak; ve bu savaşa petrol zengini Arap ülkeleri ile İran’ı bulaştırıp çatıştırmak…
İsrail’in silâhlandırılmasında ve PKK’nin palazlandırılıp saldırılmasında bu amaç var. Plân, Osmanlının bâkiyesi Türkiye’yi ve Müslüman komşu ülkeleri birbirleriyle savaştırmak…
Fitne ve ifna politikası bu. Ankara bu tezgâha gelmemeli…
09.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|