Bediüzzaman’ın tesbitiyle “büyük bir mânevî buhran geçiren” dünya, hakikati arıyor…
“Leyle-i Kadirde kalbe gelen bir hakikat”ta “ru-yî zemininin (yeryüzünün) kıt’aları ve hükûmetleri Kur’ân-ı Mûciz’ül beyânı arayacaklar ve hakikatlerini bulduktan sonra bütün ruh-u canlarıyla sarılacaklar” müjdesi tahakkuk ediyor. Mû’sîbet, zulüm ve belâların ortasında insanlık bu müjdenin peşinde koşuyor. (Emirdağ Lâhikası, 116)
Zira “milyonlarla mâsumların kanlarıyla yoğrulmuş” zulmün âbâd olmayacağı âyetlerin tefsiri, hadislerin işâreti ve hâdiselerin tasdikiyle sabittir. Bediüzzaman bunu, “İstikbâlin kıt’alarında hakîkî ve mânevî hâkim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılâp etmiş ve hurâfâttan ve tahrifattan sıyrılacak İsevilerin hakîki dînidir ki. Kur’ân’a tâbî olur, ittifak ederler” müjdesiyle bildirir. (Hutbe-i Şâmiye, 82-84)
Bunun en bâriz işâreti, “Avrupa zâlim hükûmetlerinin Sevr muahedesiyle âlem-i İslâma ve merkez-i hilâfete ettikleri ihânete mukabil mağlûbiyet tokadını yemeleridir.” İki dünya savaşıyla zulümlerinin cezasını çekmeleridir. (Kastamonu Lâhikası, 17)
Bu ceza, günümüzde “ikinci Avrupa” işlevini üstlenmiş Yahudi ifsad şebekeleri güdümündeki İsrail hâmisi “ikinci Amerika”nın da İslâm âlemine ve Osmanlı coğrafyasına yaptıkları “ihânetin cezâsı”nı çekeceğinin açık ilânıdır.
Bu ilân, bugünkü zâlimlerin de cezâsız kalmayacaklarının ve aynı zulümleri içinde ceza çekeceklerinin ifâdesidir.
Ramazanda camileri topa tutup ateşe vererek içinde müzik çalan, sahur vaktinde evleri basıp sivilleri derdest eden “canavar hayvanlar” hükmündeki zâlimler zulümlerinin karşılığını buluyorlar, bulacaklar.
Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, Pakistan’da İslâm dünyasını ateşe veren ve gözünü kırpmadan mâsum insanları, çocukları bombalayanlar, yaptıkları zulüm ve katliâm çıkmazında âdeta debeleniyorlar; akıttıkları kan ve zulmün karanlığında boğuluyorlar, boğulacaklar…
İnsanlık büyük bayramı bekliyor...
Zulüm devam etmez. Bu hakikatle insanlık, “İstikbâldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehâsininin (güzelliklerinin ve iyiliklerinin) galebe edip ve zemin yüzünü pisliklerden temizleyerek sulh-u umumîyi (dünya barışını) temin etmesi” duâsının kabulünü intizar ediyor…
Daha geçen asrın başlarında, Rus polisinin, “İslâm’ın parça parça olmuş” istihzasına karşı Bediüzzaman, “tahsile gitmişler” diye cevap vermişti. “Bu asilzade evlâd, şehâdetnâmelerini (diplomalarını) aldıktan sonra her biri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını, âfâk-ı kemâlatta (mükemmellik, terakiyyat ufuklarında) temevvüc ettirmekle (dalgalandırmakla), kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına nev-î beşerdeki hikmet-i ezeliyenin (ezelî hikmetin) sırını ilân edecektir” demişti. (Sünûhat, 84)
Bu müjde tahakkuk etti, ediyor. Bundan bir asır önce Şam’da, Emeviye Camiinde, “Ey İslâm cemaati, müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâmın saadet-i dünyeviyesi, bâhusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâmın terakkisi onların intibahıyla olan Arabın saadetinin fecr-i sâdıkının emâreleri inkişafa başlıyor. Ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye’sin (ümitsizliğin) burnunun rağmına olarak ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-i kat’iyemle derim: İstikbâl, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacak” müjdesi gerçekleşti, gerçekleşiyor. (Hutbe-i Şâmiye, 40-41)
30.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|