|
|
Hadis-i Şerif Meâl
Allah, Ramazan ve Kurban Bayramı günlerinde yeryüzünde rahmetiyle tecellî eder. Öyle ise namaz ve ziyaret için evlerden dışarıya çıkın ki, rahmet size dokunsun.
Câmiü's-Sağîr, No: 1095
|
30.09.2008
|
|
Bayramlar bayram ola!
Mânevî duyguların üç aylarla birlikte artış gösterdiği günleri geçirdik. İçinde Regaib, Mi'rac, Berat ve Kadir Gecelerinin olduğu günleri idrak ettik.
Ömrümüzden bir Ramazan ayı daha geçti. Daha yeni gelmişti. “Merhaba ey Şehr-i Ramazan” diye karşılamıştık. Günler ne çabuk geçti. Müezzin efendiler bizlere teravihlerde güzel ilâhiler söyleyerek namazlarımızı süslemişlerdi. Baki kubbelerde “hoş sedalar” bıraktılar. İlk günlerin heyecanıyla şu mısralar kubbelerde yankılanmıştı:
“Mübarek Ramazan geldi,
Mescitler nûr ile doldu.
Mevlâm bize kerem kıldı,
Gafil olma uyan insan.
Bu günler her zaman gelmez,
Her kul bu günlere ermez.
Mevlâm bize kerem kılmaz,
Gafil olma uyan insan.”
Sayılı günler bitti işte…
Ramazandan ayrılmanın hüznü çöktü üzerimize. Sevinçle karşıladığımız Ramazanı hüzünle uğurladık.
Bayramda bir nefis muhasebesi yapsak mı?
Ramazandaki faaliyetlerimiz bizim için ne ifade etti?
İbadetlerimizle Rabbimizi razı edebildik mi?
Bazı bahanelerle görevlerimizi erteledik mi?
Bu belki de bizim son Ramazanımız olduğunu düşünerek hareket edebildik mi?
Hayatımıza bir Ramazan havası verebildik mi?
Bayram yapmaya yüzümüz var mı?
Gelecek Ramazana tekrar kavuşmak dileğimizdir. Şimdi bayrama ulaşmanın sevincini yaşayalım. Ama!..
Üstadın yazdığı mektuplarda o günlerin güzel hatıralarını buluyoruz. Meselâ bir mektuba şu sözleriyle başlıyordu: “Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim, dünyada medâr-ı tesellilerim ve berzah yolunda nurânî yoldaşlarım ve mahşerde İnşaallah şefaatçilerim! Sizin, hem Leyle-i Kadrinizi, hem bayramınızı bütün ruh u canımla tebrik ediyorum, tes’id ediyorum.” 1
Bir başka mektubunda da “Cenâb-ı Hak, bu bayramın sürurunu, hakikî ve geniş ve umumî sürura mukaddeme ve vesile eylesin. Âmin” 2 diyordu. Bayram sevincinin hakikî, geniş ve umumi sevinçlere başlangıç olması ne güzel bir şey değil mi?
Bu sözlerde bir sınırlama yoktu. Herkesi kucaklayan ifadeler. Dünyanın ve insanlığın bayrama ne kadar ihtiyacı var. Çünkü dünyanın pek çok bölgesinde kan ve gözyaşı akıyor. Ya Rabbi şu bayram hürmetine akan kan ve gözyaşlarını dindir! Dünyaya huzur ve barış getir! Âmin.
Bayramlarda hediyeleşmek güzel bir âdet, sünnete de uygun bir davranış. Bunların kalıcı olması daha da güzel! Meselâ bu hediye güzel bir kitap olamaz mı?
Bediüzzaman kendisine bayram hediyesi olarak gönderilen—muhtemelen elle yazılan risâleler—bayramlıklara çok sevinir. Bunu şu sözleriyle dile getirir: “Sizin bu mübarek bayramın hediyesi olarak gönderdiğiniz nurlu kalem hediyelerinizi o kadar kıymettar görüyorum ki tarif edemem. Cennetü’l-Firdevste âb-ı kevser destileri gibi, kemal-i iştiyâk ve şükranla ve sürurlu gözyaşıyla kabul edip başıma koydum. Böyle elmas kılıç gibi kalemleri ve hakikat kahramanlarını Risâle-i Nur’a ihsan eden Cenâb-ı Hakka hadsiz hamd ve şükrederim.”
Bayram hediyeleri o kadar değerli ki, Cennette Kevser suyu taşınan destilere benzetilmektedir. Üstad Said Nursî, talebelerinin bu hediyelerine duâ ile karşılık veriyor ve diyor ki: “Sizlere de o mübarek kitapların yazılarının her bir harfine mukabil Cenâb-ı Erhamürrâhimîn on hasene ihsan eylesin diye niyaz ediyorum.”
Eskiden tebrik kartları vardı. Özellikle Postahane önlerini süslerlerdi. Bayramlar yaklaşırken genç-ihtiyar oralara koşardı. En güzel kartpostallar seçilirdi. Sevdiklerine bayram tebrik mesajları özenle yazılırdı. Gelen tebrikler yıllarca saklanırdı. Şimdi onların yerlerini cep telefonları, e-mailler aldı.
Bu güzel günlerin hatırasını birbirlerimize hiç olmazsa mesajlarla hatırlatalım. Fırsat bulabilirsek ziyaret edelim. Hiç tanımadığımız birisiyle bayramlaşalım. Uzanan el sizden olsun. Belki onun kalbini kazanırız.
Bayramlarımız bayram olsun!..
NOT: Kıymetli okuyucularımın Ramazan Bayramlarını tebrik eder, hayırlara vesile olmasını temenni ederim.
Dipnotlar: 1- Kastamonu Lâhikası, s. 68, 2- Aynı eser, s. 70,
|
AHMET ÖZDEMİR
30.09.2008
|
|
Sizin bayramınızı, Leyle-i Kadrinizi, Ramazan-ı Şerifte makbul duâlarınızı bütün ruh u canımla tebrik ve tes’id ediyorum. Cenâb-ı Hak, bu bayramın sürûrunu, hakikî ve geniş ve umumî sürura mukaddeme ve vesile eylesin. Âmin.
Bediüzzaman Said Nursî
|
30.09.2008
|
|
Bayramda kalbler ittihad ediyor
Bil ki, nev-î beşerde nübüvvet, beşerdeki hayır ve kemâlâtın fezlekesi ve esasıdır. Din-i hak, saadetin fihristesidir. İman, bir hüsn-ü münezzeh ve mücerreddir. Madem şu âlemde parlak bir hüsün, geniş ve yüksek bir hayır, zâhir bir hak, fâik bir kemal görünüyor. Bilbedâhe, hak ve hakikat, nübüvvet içindedir ve nebîler elindedir. Dalâlet, şer ve hasâret, onun muhalifindedir.
Mehâsin-i ubudiyetin binlerinden yalnız buna bak ki:
Nebî Aleyhisselâm, ubudiyet cihetiyle muvahhidînin kalblerini iyd ve Cuma ve cemaat namazlarında ittihad ettiriyor ve dillerini bir kelimede cem ediyor. Öyle bir sûrette ki, şu insan, Mâbûd-u Ezelînin azamet-i hitabına, hadsiz kalblerden ve dillerden çıkan sesler, duâlar, zikirlerle mukabele ediyor. O sesler, duâlar, zikirler birbirine tesanüd ederek ve birbirine yardım edip ittifak ederek öyle geniş bir surette Mâbûd-u Ezelînin ulûhiyetine karşı bir ubudiyet gösteriyor ki, güya küre-i arz kendisi o zikri söylüyor, o duâyı ediyor ve aktârıyla namaz kılıyor ve etrafıyla, semâvâtın fevkinde izzet ve azametle nâzil olan “Namaz kılınız!” (Rûm Sûresi: 31.) emrini, küre-i arz imtisal ediyor. Bu sırr-ı ittihad ile, kâinat içinde bir zerre gibi zayıf, küçük bir mahlûk olan şu insan, ubudiyetin azameti cihetiyle Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın mahbub bir abdi ve arzın halifesi, sultanı ve hayvânâtın reisi ve hilkat-i kâinatın neticesi ve gayesi oluyor.
Evet, eğer namazların arkasında, hususan bayram namazlarında, bir anda Allahu ekber diyen yüzer milyon insanların sesleri, âlem-i gaybda ittihad ettikleri gibi, âlem-i şehadette dahi birbiriyle ittihad edip ictimâ etse, küre-i arz tamamıyla büyük bir insan olup, azametine nisbeten büyük bir sadâ ile söylediği Allahu ekber’e müsavi geldiğinden, o muvahhidînin ittihadıyla bir anda Allahu ekber demeleri, küre-i arzın büyük bir Allahu ekber’i hükmüne geçiyor. Adeta bayram namazlarında âlem-i İslâmın zikir ve tesbihiyle zemin zelzele-i kübrâya mazhar olup, aktâr ve etrafıyla Allahu ekber deyip, kıblesi olan Kâbe-i Mükerremenin samimî kalbiyle niyet edip, Mekke ağzıyla, Cebel-i Arefe diliyle Allahu ekber diyerek, o tek kelime, etraf-ı arzdaki umum mü’minlerin mağara-misal ağızlarındaki havada temessül ediyor. Birtek Allahu ekber kelimesinin aks-i sadâsıyla hadsiz Allahu ekber vuku bulduğu gibi, o makbul zikir ve tekbir, semâvâtı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüc ederek sadâ veriyor.
İşte, bu arzı böyle kendine sâcid ve âbid ve ibâdına mescid ve mahlûklarına beşik ve kendine müsebbih ve mükebbir eden Zât-ı Zülcelâle, yerin zerrâtı adedince hamd ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudatı adedince hamd ediyoruz ki, bize bu nev'î ubudiyeti ders veren Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmına ümmet eylemiş.
(Mesnevî-i Nûriye, s. 140,
Yeni Asya Neşriyat)
Lügatçe:
fezleke: hulâsa, netice, öz.
hüsn-ü münezzeh ve mücerred: kusurdan sıyrılmış ve eksikliklerden uzak güzellik.
fâik: üstün, seçkin, yüksek.
muvahhidîn: Allah’ın varlığına ve birliğine inananlar.
îyd: bayram
aktâr: taraflar, yanlar.
Cebel-i Arefe: Arefe günü hacıların çıktığı Arafat dağı.
temevvüc: dalgalanma.
sâcid: secde eden.
müsebbih: tesbih eden.
mükebbir: tekbir getiren.
|
Bediuzzaman Said Nursi
30.09.2008
|
|
Bayramda kalbler ittihad ediyor
Bil ki, nev-î beşerde nübüvvet, beşerdeki hayır ve kemâlâtın fezlekesi ve esasıdır. Din-i hak, saadetin fihristesidir. İman, bir hüsn-ü münezzeh ve mücerreddir. Madem şu âlemde parlak bir hüsün, geniş ve yüksek bir hayır, zâhir bir hak, fâik bir kemal görünüyor. Bilbedâhe, hak ve hakikat, nübüvvet içindedir ve nebîler elindedir. Dalâlet, şer ve hasâret, onun muhalifindedir.
Mehâsin-i ubudiyetin binlerinden yalnız buna bak ki:
Nebî Aleyhisselâm, ubudiyet cihetiyle muvahhidînin kalblerini iyd ve Cuma ve cemaat namazlarında ittihad ettiriyor ve dillerini bir kelimede cem ediyor. Öyle bir sûrette ki, şu insan, Mâbûd-u Ezelînin azamet-i hitabına, hadsiz kalblerden ve dillerden çıkan sesler, duâlar, zikirlerle mukabele ediyor. O sesler, duâlar, zikirler birbirine tesanüd ederek ve birbirine yardım edip ittifak ederek öyle geniş bir surette Mâbûd-u Ezelînin ulûhiyetine karşı bir ubudiyet gösteriyor ki, güya küre-i arz kendisi o zikri söylüyor, o duâyı ediyor ve aktârıyla namaz kılıyor ve etrafıyla, semâvâtın fevkinde izzet ve azametle nâzil olan “Namaz kılınız!” (Rûm Sûresi: 31.) emrini, küre-i arz imtisal ediyor. Bu sırr-ı ittihad ile, kâinat içinde bir zerre gibi zayıf, küçük bir mahlûk olan şu insan, ubudiyetin azameti cihetiyle Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın mahbub bir abdi ve arzın halifesi, sultanı ve hayvânâtın reisi ve hilkat-i kâinatın neticesi ve gayesi oluyor.
Evet, eğer namazların arkasında, hususan bayram namazlarında, bir anda Allahu ekber diyen yüzer milyon insanların sesleri, âlem-i gaybda ittihad ettikleri gibi, âlem-i şehadette dahi birbiriyle ittihad edip ictimâ etse, küre-i arz tamamıyla büyük bir insan olup, azametine nisbeten büyük bir sadâ ile söylediği Allahu ekber’e müsavi geldiğinden, o muvahhidînin ittihadıyla bir anda Allahu ekber demeleri, küre-i arzın büyük bir Allahu ekber’i hükmüne geçiyor. Adeta bayram namazlarında âlem-i İslâmın zikir ve tesbihiyle zemin zelzele-i kübrâya mazhar olup, aktâr ve etrafıyla Allahu ekber deyip, kıblesi olan Kâbe-i Mükerremenin samimî kalbiyle niyet edip, Mekke ağzıyla, Cebel-i Arefe diliyle Allahu ekber diyerek, o tek kelime, etraf-ı arzdaki umum mü’minlerin mağara-misal ağızlarındaki havada temessül ediyor. Birtek Allahu ekber kelimesinin aks-i sadâsıyla hadsiz Allahu ekber vuku bulduğu gibi, o makbul zikir ve tekbir, semâvâtı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüc ederek sadâ veriyor.
İşte, bu arzı böyle kendine sâcid ve âbid ve ibâdına mescid ve mahlûklarına beşik ve kendine müsebbih ve mükebbir eden Zât-ı Zülcelâle, yerin zerrâtı adedince hamd ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudatı adedince hamd ediyoruz ki, bize bu nev'î ubudiyeti ders veren Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmına ümmet eylemiş.
(Mesnevî-i Nûriye, s. 140,
Yeni Asya Neşriyat)
Lügatçe:
fezleke: hulâsa, netice, öz.
hüsn-ü münezzeh ve mücerred: kusurdan sıyrılmış ve eksikliklerden uzak güzellik.
fâik: üstün, seçkin, yüksek.
muvahhidîn: Allah’ın varlığına ve birliğine inananlar.
îyd: bayram
aktâr: taraflar, yanlar.
Cebel-i Arefe: Arefe günü hacıların çıktığı Arafat dağı.
temevvüc: dalgalanma.
sâcid: secde eden.
müsebbih: tesbih eden.
mükebbir: tekbir getiren.
|
Bediuzzaman Said Nursi
30.09.2008
|
|
Bayramımız olsun...
Gelin anne babamızı hoşnut edelim. Hayır duâlarını alalım, helâllik alalım.
Anne babamızı hoşnut ettiğimiz gün, bayramımız olsun.
Gelin hastaları ziyaret edelim. Bizden razı oldukları gün bayramımız olsun.
Kimsesiz çocukların saçlarını okşayalım, yanaklarından öpelim.
Yetimleri sevdiğimiz gün bayramımız olsun.
Gelin kabirleri ziyaret edelim, düşünelim.
Kabirleri ziyaret ettiğimiz gün bayramımız olsun.
Gelin muhtaçlara yardım edelim, açları doyuralım.
Tokluk bayramımız olsun.
Bir gün olsun günah işlemeyelim.
Günahsız her günümüz bayramımız olsun.
Nefsimizi terbiye etmek için oruç tutalım.
Nefsimizi terbiye ettiğimiz gün bayramımız olsun.
Çiçekleri, ağaçları büyütelim.
Güzelliklerini ve faydalanıldığı günü gördüğümüz gün bayramımız olsun.
Gelin namaz ırmağına dalmak için hazırlık yapalım.
Namaz ırmağına daldığımız her an bayramımız olsun.
Kalplerde, kalplerimizde güneş açtırmaya çalışalım.
Güneş açtığı gün bayramımız olsun.
Yüzlerin güldüğü, kalplerin huzur bulduğu, ellerin semadan dolu indiği, muhtaçların doyduğu, unutulanların hatırlandığı gün bayramımız olsun.
Özlemlerimizin dindiği, hayatımızın bayrama eriştiği gün bayramımız olsun...
Ramazan Bayramımız kutlu olsun...
|
ARZU KONAN
30.09.2008
|
|
|
|