Komünist Rusya'nın vahşi pençesi Afganistan'da kırıldığı gibi, saldırgan Bush Amerikası'nın gaddar siyaseti de, yine aynı coğrafyada can çekişmeye başladı. Kendi aralarında ihtilâfa düşerek uyumsuz görünmelerine rağmen, Afgan halkı yine de mâsum ve mazlûmdur.
Onların bir başka ülkeye saldırdıklarını, bir başka topluluğa zulmettiklerini tarih kaydetmiyor.
Onlar, daha çok başkasının zulmüne mâruz kalmış, başka devletlerin zalimâne saldırısına uğramışlardır.
Toprakları maden depoları olsa da, ekseriyet itibariyle yine fakirdirler. Son derece basit ve mütevazi bir hayat tarzları var. Yer yer ilkel ve bedevî bir yaşantı biçimini yansıtırlar.
Farklı toplulukların, kabile ve aşiretlerin mensubu olarak, en büyük zaafları kendi aralarında birlik–beraberlik ruhu yaşamamaları, dolayısıyla anlaşmazlığa düşmeleri.
İşte, onların bu zaafından istifade eden Komünist Rusya, 1979'da koca Kızıl Orduyu üzerlerine saldırttı. Saldırı aylarca, yıllarca devam etti. Ancak, istedikleri neticeye bir türlü ulaşamadılar.
Sonunda, o süper gücün elindeki o koca Kızıl Ordunun dişi ve pençesi kırılarak, Afganistan'da yüzgeri olup döndü.
Afganistan batağından yorgun ve bitap şekilde geri çekilen Rusya'da, gerileme ve çöküş süreci devam etti. Kısa bir süre sonra kalın komünist perdesi büyük bir gürültüyle yırtıldı. Komünistlerle muhalifler birbirine düştüler. SSCB dağıldı. Türkî Cumhuriyetler bağımsızlığına kavuştu. Vesaire...
Rusya'da yaşanan bütün bu hercümerc süresi içinde, Afganistan, ne yazık ki bir türlü toparlanıp da ayağa kalkamadı. Taliban denilen mahiyeti meçhûl nevzuhur bir hareket, katı kurallarla burayı yönetmeye kalkıştı. Ancak, başarılı olamadığı gibi, bu coğrafyaya bu kez bir başka süper gücün, Amerika'nın nüfuzunu çekti.
Amerika, burada Rusya'dan farklı bir politika tarzı gütmekle birlikte, zulme bulaşmaktan yine de kurtaramadı kendini. Bilhassa son zamanlarda, silâhlı direnişçi kesimin dışında, ayrıca sivilleri katleden Amerikan kuvvetleri için de tehlike çanları çalmaya başlamış görünüyor.
Başta da belirttiğimiz gibi, Afgan halkı mâsumdur, mazlûmdur. Mazlûmun âhı ise, arşa çıkar ve zalimi yakmaya başlar.
Yirmi beş sene evvel Rusya'yı yakan Afganlıların âhı, şimdi de Amerika'yı alev alev yakmaya başlamış görünüyor.
11 Eylül 2001 saldırısını bahane ederek önce Afganistan'ı, hemen ardından da Irak'ı işgal eden ABD, bugünlerde bilindiği gibi tarihinin en ciddî iktisadî krizini yaşıyor. Yeni başlayan bu kriz dalgasının daha ne kadar devam edeceği ve yekûn zararın ne boyutta olacağı henüz bilinmiyor.
Ancak, Rusya örneğinden hareketle bilinen bir husus şudur ki; Amerika, Irak ve özellikle Afganistan'daki işgale son vermediği müddetçe, ne yaparsa yapsın asla iflâh etmeyecek, yükselen âhlar karşısında cayır cayır yanmaya devam edecek.
Tarihin yorumu 29 Eylül 1923
Filistin'de İngiliz mandası
Birinci Dünya Savaşının son merhalesinde (1917–18) Filistin topraklarının tamamını işgal eden İngilizler, 29 Eylül 1923'te ise Irak'la birlikte Filistin'i de mandası altına aldığını ilân etti.
Fransızca bir tâbir olan manda, diplomasi dilinde "yetki, görev ve sorumluluk" demektir.
Sömürge sistemine duyulan tepki ve alerji sebebiyle, nisbeten daha medenice görünen manda tabiri, diplomasi literatürüne daha çok 1919 yılında girdi.
Bu tabir, özellikle de Osmanlı'dan kopan zayıf toplulukların geçici süre bir başka ülke tarafından yönetilmesi maksadıyla Milletler Cemiyeti (MC) gündemine getirildi.
Bugünkü karşılığı Birleşmiş Milletler olan MC, manda sistemini onaylayarak yürürlüğe koydu. Buna göre, bir ülkede yaşayan ve bağımsızlık isteyen topluluklar, kendi ayakları üzerinde duracak seviyeye gelinceye kadar, güçlü bir ülkenin siyasî ve askerî himayesi altında varlığını sürdürecek.
Aynı dönemde, Türkiye'nin de sömürgeci karaktere sahip İngiliz ve Fransız mandası yerine, daha insanî davranan Amerika'nın mandası altına girmesini savunanlar oldu. Hatta bu konu Erzurum ve Sivas Kongrelerinde de ciddî şekilde tartışıldı. Netice itibariyle mandacılık kabul edilmeyerek, Millî Mücadelenin sonuna kadar sürdürülmesi cihetine gidildi.
Filistin'de ise, ne yazık ki, böylesi bir mücadele içine girilemedi. Onların dört yüz yıllık hamisi olan Osmanlı'dan kopmalarıyla birlikte, topraklarının tamamı İngiliz işgaline uğradı. MC'den de onay alan İngiltere, Irak ve Filistin'de kendi mandasını kurdu.
Irak, nisbeten çabuk ve ucuz kurtuldu. Yedi ay sonra Bağımsız Irak Krallığının kurulmasıyla (23 Ağustos 1923), buradaki İngiliz mandacılığı sonra erdi.
Sahipsiz ve takatsiz kalan Filistin halkı ise, mandacılıktan kurtulamadığı gibi, 1948'de bu kez İngilizlerin palazlandırmış olduğu toplama Yahudi milletinin boyunduruğu altına girdi. Aynı topraklar üzerinde, yine İngilizlerin desteğiyle Yahudi İsrail devleti kuruldu.
Müslüman Filistin halkı, 20 yıl müddetle İngilizlerin kahrını çektikten sonra, tam 60 yıldır da İsrail devletinin zulmü altında inliyor, kahır ve ıztırap çekiyor. Bunu da, İslâm âlemiyle birlikte bütün dünya seyrediyor.
29.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|