“RİSÂLELERDEKİ MÜSTESNÂ BELÂGAT”
“İKİNCİ Mehmed Âkif” olarak bilinen Ali Ulvî Kurucu’nun Nur Risâlelerindeki güçlü edebiyat hakkındaki beyânını,, edebiyatımızın medâr-ı iftiharı İstiklâl Marşı şâiri Mehmed Âkif Ersoy çok önceden yapmıştır: “Victor Hugo’lar, Shakespare’ler, Descartes’lar, edebiyatta ve felsefede Bedüzzaman’ın bir talebesi olabilirler.”
“Risâle-i Nur gâyet fasîh ve vecizdir. Sözün kıymeti; îcazındadır, kısalığındadır” değerlendirmesinde bulunan mümtaz Nur talebesi Zübeyr Gündüzalp ise Bedüzzaman’ın eserlerindeki hususiyet ve inceliği şu cümlelerle açıklar:
“Risâle-i Nur’da, müstesnâ bir edebiyat ve belâgat ve îcâz, nazîrsiz, câzib ve orijinal bir üslûp vardır. Evet, Bediüzzaman zâtına mahsus bir üslûba mâliktir. Onun üslûbu, başka üslûplarla muvâzene ve mukayese edilemez. Eserlerin bâzı yerlerinde, edebiyat kaidesine veya başka üslûplara nazaran pek münâsip düşmemiş gibi zannedilen bir noktaya rastlanırsa, orada gâyet ince bir nükte, bir îmâ veya ince bir mânâ veya hikmet vardır. Ve o beyân tarzı, oraya tam muvâfıktır.”
(a.g.e, 717)
İşte bunun içindir ki, “Risâle-i Nur’un gıda ve taam hükmündeki hakikatlerinden hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his, hisselerini alabilir. Çünkü ondaki iman-ı tahkiki ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin kut ve nurlarıdır” diyen Bedüzzaman, “acelecileri yavaş yavaş okumaya mecbur ettiğinden”, mâsum çocukların ve ihtiyar ümmilerin yazılarını hoş karşılar. “Teenni ve dikkatle okumaya” dâvet eder. “Risâle-i Nur, sair ilimler ve kitaplar gibi okunmamalı” tembihinde bulunur.
(Emirdağ Lâhikası, 59)
Bunun içindir ki, “doğrudan doğruya Risâle-i Nur’un yüksek hakikatlerini ve kemâlâtını çekinmeyerek ruh-u canıyla herkese ilân eden”, “Dahi nezrim bu ki cânım sana kurban olacak” diyerek ömrünü Üstadının ömrüne feda eden “Hakka müştak bir hakikat şâhidi ve şehidi” Denizli Kahramanı Hasan Feyzi, “Ey Risâle-i Nur!” başlıklı mektubunda, “Fasih ve beliğ nüshalarının şimdiye kadar bir eşi ve bir benzeri görülmüş müdür?” diye hitap eder.
“Türkî ibâreli olduğun halde, yine mislin getirilemez. Senin gibi parlak bir eser bir daha kimseye nasip olmaz. Türkçemiz seninle iftihar edip dolmakta, kabarıp şişmekte ve her lisan üstüne bağdaş kurup oturmaktadır” diye Nur Risâlelerinin edebiyatta açtığı muazzam yolu tasvir eder. “Allah Allah!... Türk milleti seninle ne kadar iftihar etse yine azdır…” diye edebî cihetiyle de Risâle-i Nur’un üstünlüğünü bildirir…
ÂYETLERİN BÜYÜK BİR SAN’AT
VE MAHARETLE TÜRKÇEYE TEFSİRİ
Yine bunun içindir ki Bediüzzaman, “Kur’ân’dan ahzedip (alıp) Türkçe lisanıyla neşrettiğim âsâr (eserler) meydandadır” diye meydan okur. “Kur’ân-ı Hakîmin maden-i envârından (nurlar mâdeninden) iktibas edilen âsâr ile” iftihar eder.
(Mektûbat, 411)
Ve bütün hayatını bu milletin saadetine hasredip “yüzer risâle, o milletin Türkçe olan lisanıyla neşredip o milleti tenvir edildiğini (nurlandırıldığını) belirtir. “Hem vatandaş, hem dindaş, hem dost, hem kardeş bir ehl-i marifet” olarak Nur Risâlelerine sahip çıkmayıp “en ziyâde sıkıntı veren ve hakkında adavet besleyen ve belki hürmetsizlik eden, bir kısım maarif dairesine mensup olanlarla az bir kısım resmî hocalar”dan yakınır.
(Lem’alar, 178)
Bunun içindir ki “Risâle-i Nur’daki âyetler, Kur’ân-ı Hakîmin en büyük mû'cizesi olan hususiyetleri kaybettirilmeden, büyük bir san’at ve maharetle Türkçemize tefsir edildiği için, Risâle-i Nur’u kadın, erkek, memur ve esnaf, âlim ve filozof gibi her türlü halk tabakası okuyup anlayabiliyor. Kendi istidatları nisbetinde gördükleri istifadeler karşısında ona bir kat daha sarılıyorlar. Liseliler, üniversiteliler, profesörler, doçentler, filozoflar okuyorlar. Bu münevver sınıflar, fevkalâde istifade ettikleri gibi, Risâle-i Nur’un harikulâdeliğini ve te'lif san’atındaki üstünlüğünü tasdik edip hayretler içerisinde bütün külliyatı okumak iştiyakına sahip oluyorlar.”
(Şuâlar, 472)
Bunun içindir ki en büyük bir İslâm mütefekkiri ve müellifi olan Bediüzzaman’ı, komünist ve masonlar millete, bilhassa gençliğe tanıtmamaya çalışmışlardır. Fakat uyanık Türk-İslâm milleti ve gençliği, o din kahramanı Üstadı tanımış, istifade etmiş ve ettirmiştir.
Bunun içindir ki Bediüzzaman, İşârâtü’l-İ’câz’ın ve Mesnevî-i Arabî’nin Türkçesini “Rahmet-i İlâhiyenin bir ihsanı” olarak kabul eder.
(Emirdağ Lâhikası, 399)
“HÂRİKA, MUAZZAM, MUHTEŞEM,
VECİZ VE CEM’İYETLİ BİR ESER”
Keza Nur Risâlelerinin “sadeleştirme” perdesinde kudsî ve mübârek lâfızlarının değiştirilemeyeceği hakikati de bunun içindir.
Nur talebelerinin, Risâle-i Nurların gerçek te’lif ve mânâların hazinesi olan Risâle-i Nurlar için “sadeleştirme” ameliyesinin hiçbir suretle uygulanmayacağı ve bunun bir “tahrif” olacağı kanaatinin ana fikri budur.
Bu bakımdan Risâle-i Nur araştırmacısı Abdülkadir Badıllı’nın ifâdesiyle, “Şâyet inadî ve zoraki bir tarzda nurlara tahrif uygulansa da, lâl ü güher dizisi olan nurların melâike misal canlı, hakikatli, her tarafı şuurlu ve çok ince ve nazdar, mânidar lâfızları kaybolduğu gibi; sadeleştirilerek onun yerine ikame ettirilmek istenen şeyler ise, derisi soyulmuş meyveler misali nurlu mânâlarından mücerred, donuk, bozuk, nursuz, ruhsuz adî boncuklar nev’înden bir şeyler elde kalır” nitelemesi haklılık kazanmakta.
Zira sadeleştirmenin, eserin üslûbunu, ifâde tarzını tamamen bozduğunu, mukaddes mânâlarını uçurduğu görülmekte. Zübeyr Gündüzalp’ın, Necip Fazıl’a gönderdiği mektuptaki gerçekler, gün geçtikçe daha da kıymet kazanmakta:
“Risâle-i Nur; hârika, muazzam, muhteşem, veciz ve cem’iyetli bir eser külliyatı olması hasebiyle, ta’dilat yaparak neşrine râzı olmak mümkün değildir.
“Risâle-i Nur’un değişmiş şeklini görenlerin, ‘Bu tarzda da neşredilebiliyor?’ zannıyla onların da böyle bir neşre kalkışmaları ve onların arasında neşir perdesi altında eserleri tahrife sinsî bir şekilde çalışmalarına imkân göstermiş olmak tehlikesi vardır. Böyle olmasa bile, -sizin gibi- iki üç müellif o şekilde neşriyat yapsa, bir müddet sonra Risâle-i Nur’un emsalsiz, şirin aslını herkesin iştiyakla okuyamayacağı bir hal ortaya çıkacaktır.
“Şimdi siz de takdir edersiniz ki, Risâle-i Nur başka eserlere benzemiyor. O tebdil edilmez ve edilemez…
“Risâle-i Nur’a kalem karıştırmak, bilhassa ve bilhassa o şekli, aslı imiş gibi neşretmek, bütün bütün hatalı ve yanlış oluyor. Tanıyan idrâkli gençlik tarafından aşk derecesinde sevilen lâtif, zarif ve müstesna üslûbu alt üst ediyor…
“Bir fikr-i beşer yazısındaki değişiklikler, üslûbunu tamamen bozarsa; ilham-ı İlâhî olan eserlere beşer fikrinin mahsulü sözler karıştığı zaman, o şâheserlerin ne derece rencide olacağını, iz’an ve idrâkinize havale ediyoruz…”
Anlaşılan, Bediüzzaman’ın edebiyat ve üslûbunu idrâk için öncelikle Risâleleri okumak gerekiyor. İz’an ve idrâkler, o vakit gerçeği daha açık anlar; “halis Türkçe” olan Risâle-i Nur’daki Kur’ânî “etkileyici hırslı ve kuvvetli bir üslûbu” o zaman kavrar…
Okudukça…
26.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|