Nuray Hanım: “İktisat nedir? İktisat etmek güzel midir, yoksa cimrilik demek midir?”
Sözlükte tutumlu olma, tasarruf, biriktirme, aşırılıklardan uzak durma, orta yolda olma, itidal üzere olma, uygun davranış ve hareket, ekonomik davranma mânâlarına gelen iktisat, dinimizin önemle üzerinde durduğu ve teşvik ettiği bir güzel davranış biçimidir, bir ahlâkî ve ekonomik güzelliktir.
İktisat cömertliğe, hayra, ikrama ters olmadığı gibi; cimrilik ve mal düşkünlüğü anlamlarında da değildir.
Kur’ân iktisatlı ve tutumlu olmayı, aşırılıklardan kaçınmayı ve orta yoldan gitmeyi teşvik eder: “Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rablerinden onlara indirileni (Kur’ân’ı) doğru dürüst uygulasalardı, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi (yeraltı ve yerüstü servetlerinden istifade ederek refah içinde yaşarlardı). —Onlardan aşırılığa kaçmayan (iktisatlı, mutedil) bir zümre vardır; fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür!” 1 Bir diğer âyette ise; “Onları sağ salim karaya çıkardığımız zaman bir kısmı orta yolu tutarlar”2 buyurulmuştur. Peygamber Efendimiz de (asm), “İktisad eden, aile belâsı çekmez” buyurmuştur.3
“Yiyiniz, içiniz; fakat israf etmeyiniz”4 âyetinin tefsirinde yedi nüktede iktisadı işleyen ve iktisat etmenin sünnetteki önemini ders veren Bedîüzzaman Hazretleri, Kur’ân’ın iktisadı kesin bir dil ile emrettiğini, israftan kaçınmayı da açık biçimde yasakladığını bildirir. Bediüzzaman’ın iktisatla ilgili harika risâlesini burada özetlemeye çalışalım:
Birinci Nükte: Cenâb-ı Hak insanlara verdiği nimetler karşılığında sadece şükür istiyor. İsraf ve savurganlık ise, şükre zıttır. Çünkü Allah’ın nimetlerini saçıp savurmak, onları hafife almak demektir. Oysa iktisat, yani tutumlu olmak, mânevî bir şükür demektir ki, Allah’ın nimetlerine karşı ticaretli bir hürmet ve saygı mânâsı taşımaktadır.
İkinci Nükte: Cenâb-ı Hak insan vücudunu muntazam bir saray suretinde yaratmıştır. Ağızdaki dil, bu vücut sarayının kapıcısı; âsab ve damarlar, telefon ve telgraf telleri, mide de efendisi hükmündedir. Vücut sarayının hâkimi ve efendisi olan mideye gönderilen rızık hediyesi, dil denen kapıcının denetiminden geçmektedir. Aslında saray hâkimi olan mideye yüz derecelik kıymette bir rızk geliyorsa, bunda dilin hakkı sadece beş derecelik bir bahşiş olmalıdır.
Zeytin, peynir, yumurta gibi gıda ve vitamin deposu olan hediyelerde dilin yüzde beşlik bahşiş hakkı fıtrî biçimde verilmiştir. Mideye yüzde doksan beşlik gıda ve vitamin hakkı da yeterli biçimde verilmiştir. Bu maddeler hem mideye yararlı, hem de çok pahalı değildir.
Oysa baklava gibi aslında çok da gıda yükü taşımayan, fazlası mideye de, vücuda da zarar ve ihtilâl veren ve ağızda çiğnendikten sonra öncekilerle maddî plânda eşitlenen çeşitlerde ise dile verilen bahşiş, oran itibariyle midenin hakkından fazla olmaktadır. Dilin bu bahşiş arsızlığı cebin ekonomisine de dokunmaktadır.
Bu durumda yalnız dilin tad alma zevkini okşamak için, aslında mideye ve vücuda çok da yararı olmayan baklava gibi maddelerden çok almak hem hikmete zıt, hem de iktisada zıttır. İktisad, en yararlı olanı mümkün olan en ucuza almaktır. Yoksa en zararlıyı en pahalıya almak iktisat değil, israftır. İşte Kur’ân’ın hoş görmediği davranış budur.
İktisat ve kanaat, Allah’ın hikmetine uygun davranmaktır. Konumuzla ilgili olarak söylemek gerekirse; iktisat, dili kapıcı hükmünde görmek ve bir saray kapıcısının hakkı ne ise dile de o kadar bahşiş ve değer vermektir. Nitekim burada yapılan israfta dil çabuk tokat yemekte, midede karışıklık ve ihtilâl çıkarmakta, mide hakikî iştihasını kaybetmekte ve kapıcının lezzet aşkı yüzünden vücud sarayı hasta olmaktadır.
Üçüncü Nükte: Dil, şükür mesleğinde ileri gitmeyen insanlar için bir kapıcı hükmündedir. Ve bu kapıcı, kendi lezzeti hatırına birçok israfa da kapı açmaktadır.
Oysa şükredenler için dil, Allah’ın rahmet mutfaklarının leziz ürünlerini tadan bir müfettiş ve bir bakan derecesinde bir makama sahiptir. Dil, yiyecekler sayısınca ölçücüklerle Allah’ın nimet çeşitlerini tanır, tadar, tartar, ölçer, biçer ve bir mânevî şükür mesajı halinde mide ile beyne haber gönderir. Mesajı alan mide ile beyin de Allah’ın eşsiz nimetlerini takdir etmesi ve değerlendirmesi için hiç zaman kaybetmeden kalbe, akla ve ruha mesajlar gönderir. Akıl, kalp ve ruh ise şükür için yine dönüp dile müracaat ederler ve dilin konuşma yeteneği ile Rabb-i Rahîm’e şükrederler. Böylece dil hem müfettiş, hem de şükredici vasfıyla midenin üstüne çıkar. Yani şükreden dil, makam ve derece itibariyle mideyi geçer.
Bu durumda; 1- İsraf etmemek, 2- Allah’ın nimet çeşitlerini tadıp tanıyarak sırf şükür vazifesini yerine getirmek, 3- Meşrû ve helâl olmak ve 4- Dilenciliğe ve minnete yol açmamak kaydıyla dil lezzetini takip edebilir. Bu şartlarla olması halinde dilin lezzetini takip etmesi İktisad anlayışına zıt düşmez.
Üstad Bedîüzzaman’ın veciz ifadesiyle, ruh cesede, kalp nefse ve akıl mideye hâkim olmak ve lezzeti şükür için istemek kaydı ve şartıyla dil lezzetli şeyleri tercih edebilir. Bu israf olmaz. İktisada ters düşmez.5
Konuya İnşaallah yarın devam edelim.
Dipnotlar:
1- Mâide Sûresi: 66; 2- Lokman Sûresi: 32; 3- Müsned, 1/447; 4- A’râf Sûresi: 31; 5- Lem’alar, s. 143, 144.
14.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|