Aktütün saldırısıyla ilgili olarak medyada ve kamuoyunda başlayan sorgulama, sürpriz isimlerin beklenmedik çıkışlarıyla yoğunlaşarak devam ederken, iktidarıyla muhalefetiyle siyaset yine toplumun çok gerisinde duruyor.
“İhmal ve kusurların da hesabı sorulsun” taleplerini “Suçlu değil, çözüm arıyoruz” cevabıyla karşılayan Başbakan, hem çözümün, hem de ısrarla vurguladığı birlik-beraberliğin böyle bir yaklaşımla mümkün olmadığını gözardı ediyor.
Çünkü bir defa, göz göre göre sürdürülen ihmal ve kusurlar üzerine çözüm bina edilemez.
Hele teröristlerle mücadelenin fiiliyattaki bir numaralı sorumlusu olan askerî cenahta birtakım komuta hataları, ihmaller ve kusurlar varsa, bunlar izale edilmediği sürece sorun bitmez.
Onun için, sorumluları mutlaka hesaba çekilmeli ki, bu hata, ihmal ve kusurların devam etmemeleri ve tekrarlanmamaları sağlanabilsin.
Birlik-beraberlik meselesinde de aynı şey geçerli. Yanlışlar, hatalar, ihmal ve kusurlarla birlik-beraberlik kurulamaz. Sağlıklı, sağlam ve kalıcı bir müşterekliğin zemini, ancak ve ancak doğru prensip, yaklaşım ve uygulamalar olabilir.
Dolayısıyla, her defasında ağır zayiatlara sebebiyet veren vahim ihmal ve kusurları görmezlikten gelerek birlik-beraberlik çağrılarında bulunmanın hiçbir anlamı ve inandırıcılığı olamaz.
Gelelim yine Başbakanın “Askerlerimiz ne istediyse yerine getirdik, yine getiririz” beyanına.
Onda şüphe yok. Zaten görünen köy kılavuz istemiyor. Ve senelerdir de hep öyle olagelmiş.
Ama asker ne istediyse hükümetlerin sorgusuz sualsiz hep yerine getirdikleri, sonrasını merak edip de araştırmadıkları, verdiklerinin yerinde ve isabetli kullanılıp kullanılmadığını denetleyemedikleri bir sürecin sonunda geldiğimiz yer ortada: Çeyrek asırdır bitmeyen bir terör belâsı, ardı arkası gelmeyen şehit haberleri.
Erdoğan, “Askerin her istediğini yine veririz” sözünün ardından, “Ancak demokrasiden geri adım atmayız” kaydını düşmekten de geri durmuyor. Bu ne menem bir demokrasi ise!
Bakınız, kapatılmaktan kılpayı kurtulması sonrasında iktidar partisi AB sürecine ara vererek hata yaptığını nihayet anlamış izlenimi uyandıran bir adımla AB Ulusal Programını gündeme getirecek gibi oldu, ama arkası gelmedi.
Bu programın siyasî kriterler bölümünde asker-sivil ilişkilerinin AB standartlarına uydurulması faslında jandarmanın konumu ve yetkileriyle ilgili düzenlemelerden dem vuruluyordu.
Buna göre, jandarma teşkilâtı—halihazırda kâğıt üzerinde öyle değilmiş gibi—İçişleri Bakanlığına bağlanacak ve bizzat Başbakanın beyanınca, beldelerde asayiş ve güvenliğin sorumluluğu jandarmadan alınıp polise aktarılacaktı.
Gelinen noktada ise, jandarmanın görev alanını daraltma gibi bir gündemin söz konusu olmadığı, Adalet Bakanınca açıklanıyor. Dahası, jandarmanın ve diğer askerî kuvvetlerin, evvelce AB reformlarıyla kısmen ve nisbeten azaltılan yetkilerinin yeniden iadesi için çalışılmakta.
Askerî cenahta hayli zamandır çokça seslendirilen “AB yasaları elimizi kolumuzu bağladı” şeklindeki yakınmalarla bağlantılı olarak gündeme getirilen talepler için Cumhurbaşkanının onlara hak verir üslûpla yaptığı yorum da ilginç.
“Askerler de demokrasinin önemini kavrıyor” diyen Gül’e göre, iadesi istenen yetkiler “kör talepler” değil. “ihtiyaçtan kaynaklanan” talepler.
Gerçekten öyle mi? AB reformlarıyla kısmen tırpanlanan yetkiler geçmiş dönemlerde zaman zaman temel hak ve özgürlüklere karşı öylesine sorumsuzca ve hoyratça kullanıldı ki, bilhassa bu kötüye kullanımların mağdur ettiği kesimlerde ve hak ihlâllerine giderek daha duyarlı hale gelen kamuoyunda derin bir şüphe yerleşti.
Büyükanıt da “Demokrasi, hak, özgürlük gibi kavramlara sahip çıkmayarak hata ettik” diyerek bu kuşkuyu dolaylı şekilde teyid etmemiş miydi!
Bu şüphe giderilmeden hiçbir şey yapılamaz.
11.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|