"Gerçekten" haber verir 11 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Hani doğruları konuşacaktık?

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un 16 Eylül günü Genelkurmay karargahında düzenlediği ‘Medya ile Diyalog’ toplantısındaki gözlemlerimi, ertesi günkü yazımda aktarmıştım.

Başbuğ’u samimi bulmuştum.

Şöyle diyordu: ‘Biz eleştiriye her zaman açığız. Köşe yazarları farklı değerlendirmeler yapabilirler. Ama haberlerin doğru bilgiye dayanması lâzımdır. Doğru bilgiye dayalı yapılan haberlere itirazımız olmaz.’

Şöyle demiştim: ‘Başbuğ’un bu ifadesini taahhüt olarak aldım.’

Gelin birlikte Orgeneral Aydoğan Babaoğlu’nun Hürriyet’e yaptığı açıklamayı ve Genelkurmay’ın duyurusunu birlikte değerlendirelim.

Tarih 8 Ekim Çarşamba. Babaoğlu, Hürriyet’ten Metehan Demir’e şöyle diyor: ‘Şehitlerimizin haberi bana o gün doğal olarak anında ulaşmadı ama sonrasında başlatılan her harekatın emrini Ankara ile koordine ederek bizzat verdim.’

Demek istiyor ki, çatışma haberinden Cuma akşamı veya Cumartesi sabahı haberdar olmadım, olduğum anda da hava operasyonunu ben yönettim.

Eyvallah! İnsanlık hali, olabilir. Talihsiz bir tesadüfle karşılaşabilir. Soru şu: Hain saldırı haberini öğrendikten sonra golf oynamaya neden devam ettiniz?

Gelelim Genelkurmay’ın bildirisine: ‘Hava kuvvetleri komutanımızın Antalya’da bulunduğu sırada 4 Ekim 2008 Cumartesi günü akşam saatlerine kadar olan sürede Bayraktepe bölgesinde meydana gelen çatışma sonucunda verilen şehitler hakkında bir bilgisi olmamıştır.’

Hangisi doğru?

Komutan, ‘geç de olsa çatışmadan haberdar oldum ve hava operasyonunu yönettim’ diyor. Genelkurmay ise ‘Hayır, akşama kadar haberi olmadı’ görüşünde.

Beni bağışlayın, iki açıklamadan biri yalan. Çünkü doğrular çelişmez.

Haberi doğru bilgiye dayalı yaparsanız itirazımız olmaz’ diyen Genelkurmay Başkanı Başbuğ’a çok açık soruyorum: Sayın Paşam, sizin açıklamanıza mı itibar edeceğiz, komutanın söylediklerine mi?

Benim gönlüm sizden yana. 16 Eylül’deki brifingde dediniz ki: TSK ile ilgili konularda bizim açıklamalarımızı esas alın.

Esas alıyorum.

O zaman aklıma şu sorular takılıyor: Genelkurmay 2. Başkanının sözünü ettiği iki F-16’yı çatışma bölgesine kim gönderdi? Böylesine kritik bir süreçte hava kuvvetleri komutanı neden bilgilendirilmedi? Akşama kadar TV ekranlarında bangır bangır verilen saldırı haberlerini komutana duyuracak bir dostu dahi yok mu?

Eğer durum bu kadar vahimse, sayın komutanımızı daha fazla üzmemek ve golf heyecanını kesintiye uğratmamak adına Serik’te sürekli tatile göndersek, emekliliğinin keyfini doya doya yaşasa fena mı olur?

Ne dersiniz?

Star, 10 Ekim 2008

Şamil Tayyar

11.10.2008


İSTİFA ŞART OLDU!

Bazı sorumluluk mevkileri hata kaldırmaz, özür kabul etmez.

Yanlış yapan gider! Gitmeyen gönderilir!

Uygarlığın en köklü geleneği olan istifa müessesesi, yalnız hata yapanı değil, o hatadan zarar gören kurumu da koruyan bir sigortadır.

Aktütün sınır karakolumuzda 17 askerimizin şehit olduğu saldırıya rağmen Antalya’da golf oynamaya devam eden Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Babaoğlu hakkında yorum yapmak için neden aceleci davranmamaya çalıştık?..

Komutan, bunun kurumsal bir zaaf olmadığını göstermek adına istifasını verecektir diye bekledik.

“Komutan istifa etmezse ettirirler” diye düşündük.

İkisi de olmadı.

Üstelik Genelkurmay, Hava Kuvvetleri Komutanı’nın hata yapmadığı, hata varsa bile bunu TSK adına kabullendikleri anlamına çekilecek ifadeler taşıyan bir açıklama yayınladı.

Açıklamada komutanın saldırıdan haberdar olmadığı için oyun oynamaya devam ettiği anlatılırken, yorum yapanlar TSK’yı yıpratma amacı taşıdıkları öne sürülerek eleştirildi.

Bu anlayış sakattır. 17 şehit verilen bir terörist baskınından 24 saat habersiz yaşayan bir kuvvet komutanı düşünülemez.

Hele bu tuhaflığı eleştirenlerin TSK’yı yıpratmaya programlanmış kötü niyetli insanlar olduğunu söylemek hiç akılcı değildir.

Genelkurmay’ın komutanı korumak adına öne sürdüğü gerekçe karşısında verilecek en haklı tepki “Özrü kabahatinden büyük” demek olur.

TSK’yı yıpratmayalım baskısının yarattığı sakınma duygusu koruyucu olsaydı Orgeneral Babaoğlu bir çok insanın gözünde “Çocuklarımız ölürken golf oynayan komutan” durumuna düşmezdi.

Böyle bir hatanın kendisine ve TSK’ya çıkaracağı maliyet onu korkutur ve böyle açığa düşmezdi.

Şanssızlığına kahrettiğini tahmin edebiliyorum ama özveride bulunmaya mecburdur. Hatasını TSK’ya taşıtmamalı, kurumunu korumak için istifa etmelidir.

“Ortada kurumsal zaaf yok. Kişisel hata yaptım. İşte bedelini ödedim, mesele kapandı” demelidir.

Bu çağrıyı kelle istemek için yapmıyorum, yedeği olmayan bir kurumun zarar görmemesi için yapıyorum!

Vatan, 10 Ekim 2008

Güngör Mengi

11.10.2008


Şu golf oynama meselesi...

(...)Hava Kuvvetleri Komutanı’nın cumartesi günü golf oynama fotoğraflarına başta fazla aldırış etmedim.

Ancak önce komutanın açıklamaları ve ardından Genelkurmay’ın tuhaf ötesi açıklamasından sonra durum değişti.

Genelkurmay, Türkiye’nin Hava Kuvvetleri Komutanı’nın cuma günü öğle saatlerinde gerçekleşen Aktütün saldırısından haberinin ancak cumartesi akşam saatlerinde olduğunu söylüyor ve hepimizin buna inanmasını bekliyor.

Genelkurmay açıklaması ışığında baktığımızda, Türkiye’nin Hava Kuvvetleri Komutanı’nın pek azımıza nasip olan türden bir lükse, bir bütün gün kendisini dünyadan soyutlayabilme lüksüne sahip olduğu anlaşılıyor.

Bu satırların yazarı saldırıyı cumartesi sabahı 09.30’da haber aldı, 10.30’da gazetede masasının başındaydı. Hava Kuvvetleri Komutanımıza yaveri başta olmak üzere kimsenin akşama kadar haber vermemesi akıl alır gibi değil.

Genelkurmay’ın yalan söylemesi düşünülemeyeceğine göre akıl almaz olan gerçek olmuş; komutan dünyadan habersiz golf oynarken, mesela NATO gibi bir uluslararası kuruluş, cumartesi öğle saatlerinde PKK’yı kınayan bir açıklama yapmış, pek çok yabancı ülke

Aktütün saldırısını kınamış.

Eğer Genelkurmay açıklaması bire bir gerçeği anlatıyorsa, Türkiye’nin bir Hava Kuvvetleri Komutanı’na ihtiyacı yok demektir, o yokken de işler aksamıyorsa, onun haberi bile olmadan savaş uçakları havalanıp sınır ötesindeki hedefleri vuruyor, sonra sağ salim geri dönüyorsa, bu maalesef böyledir.

Radikal, 10 Ekim 2008

İsmet Berkan

11.10.2008


‘Entegre Sınır Yönetimi’ projesi var ama...

En yetkili askeri ağızdan Aktütün Karakolu’yla ilgili “ödenek yetersizliği” açıklaması yapılınca Türkiye, belki de ilk kez gerçek anlamda sınır güvenliği meselesini tartışmaya başladı.

Ve ister istemez şu sorunun cevabı arandı;

Acaba Türkiye bir sınır karakolunu yapamayacak durumda mı?

Doğrusu böyle bir ihtimal yok ama yine de kamu ve özel sektör kurumları harekete geçti ve beklenen cevabı verdi:

“Bir değil birden fazla karakolu yapabiliriz.”

Böylece bir anlamda “sınır güvenliği” meselesi toplumun da gündemine girdi.

İyi de oldu.

Tartışılması gereken bir sorundu ve artık tartışılıyor. İlginç olansa tüm bu tartışmaların yaşanmasına gerek bırakmayacak bir olanağın yaklaşık 5 yıldır rafta bekletilmesi ya da yavaşlatılması...

Dün bu köşede ilk kez 2001 yılında Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yer alan ve “kamu yönetiminin modernizasyonu”nun bir parçası olan “Entegre Sınır Yönetimi” projesinden söz ettik.

Yazı ilgili çevrelerde bir hayli yankı yarattı.

Benim bildiğim (daha fazla olduğu söyleniyor) yüzde 60’ının AB tarafından karşılandığı 3 milyar 700 milyonluk bir proje bu. Amacı da Türkiye’nin tüm sınırlarını güvenli hale getirmek...

Yazı yoğun tepki aldı ama yanlış anlamalara neden olmaması için bir gerçeğin de altını çizmek gerekiyor. Bu uzun süreli bir proje ve AB’nin öngördüğü 3 milyar 700 milyon Euro’luk bütçenin AB’nin üstleneceği kısmı süreç içinde ödenecek bir para.

Zaten Fransızlarla bu konuda önemli bir adım da atılmış... Sınırlarda incelemeler yapılmış ve ciddi bir çalışma ortaya konulmuş...

Peki, şimdi geldiğimiz nokta ne?

Dün bu soruyu İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a sordum. İçişleri Bakanı adına Basın Danışmanı İbrahim Saraçoğlu aradı.

Cevabı kısaydı:

“Böyle bir proje var. Ancak rafta bekletilmiyor, devam ediyor. Çünkü çok kapsamlı ve geniş boyutlu bir proje...”

Gerçekten de çok kapsamlı ve geniş bir proje. Ayrıca söz konusu olan basit bir şey değil, Türkiye gibi stratejik açıdan önemli bir ülkenin sınır güvenliği.

Bu nedenle AB için önemli olmayan ama bizim için hayati önemi olacak farklılıkların olması da çok doğal.

Ancak ortada AB ile Türkiye ilişkilerine bakışta bir sıkıntı var.

Elimde “Türkiye’nin Sınır Yönetim Projesinin Uygulanması İçin Eylem Planı’nın Geliştirilmesine Destek” üst başlıklı bir çalışma var. Altında aday ülke Türkiye, lider üye ülke Fransa ve ortak üye ülke İngiltere yazıyor.

“Finans Planı” alt başlıklı bu çalışmanın içinde 29 proje yer alıyor. Bildiğim kadarıyla bugüne değin bu 29 projeden sadece bir tanesi, o da eğitimle ilgili olan “Eğitim Projesi” için AB’den 300 bin Euro alındı ve kullanıldı.

Peki diğer projeler hangi aşamada?

Bu sorunun cevabını bulmak için Türkiye’nin 2005 yılından sonraki AB yolculuğuna bakmak gerekiyor. Tıpkı bu yolculuk gibi “Entegre Sınır Yönetimi” projesi de yavaşladı.

Bunun nedeni de sadece bir kurum olmayabilir ama mevcut kurumlar arasında “çözüm üretmeye” yönelik bir “uyum” yok. Özellikle askerlerin sivil sınır yönetimine karşı çıktıkları çok net biliniyor.

Eğer böyle olmasaydı ve istenseydi AB ile aramızdaki tüm ayrılık noktalarına rağmen “Entegre Sınır Yönetimi” alanında ciddi adım atılırdı.

Ayrıca demokratikleşmede olduğu gibi biz onları zorlayacağımıza onlar bizi zorluyor.

Bizim temel sorunumuz bu...

Sabah, 10 Ekim 2008

Mahmut Övür

11.10.2008


İstifayı düşünüyor musunuz paşam!

(...)17 askerimizin şehit olduğu gün golf oynamanıza takılmış değilim...

Ağır eleştiri aldınız, köşedeki bakkaldan, berber çırağına kadar sizi konuşuyor..

Havacı Paşa ayıp etti diyorlar.. Böyle bir günde golf sopasıyla dağda bayırda.. Fotoğrafınızı görünce insanın bazen basireti bağlanır diye düşündüm..

Gerekli direktifleri verip golf oynama ya devam ettiğinizi zannettik.. Golf sopası ile usta bir vuruşa hazırlanırken bir yanda Bayraktepe’deki hain saldırı konusunda bilgi aldığınızı düşündük..

Üzüldük tabii..

Yanılmışız!

Mesele böyle değilmiş..

Değilmiş ama keşke böyle olsaydı..

Meğer daha da vahimmiş!

Düşündüğümüz gibi olsaydı kişisel bir zafiyet der yine eleştiri oklarını gönderirdik ama üzerinde çok fazla durmazdık..

Milliyet’ten Fikret Bila’ya söyledikleriniz de Genelkurmay’dan yapılan açıklama da bizi endişelendirdi.. Karşımıza devasa bir kurumsal zafiyet çıktı..

Diyorsunuz ki, cumartesi akşam saatine kadar 17 erin şehit olduğundan haberim yoktu..

Nasıl olur paşam!

Sağır sultan bile duymuştu.. Ülke yasa bürünmüştü.. O gün oynanan maçlarda bile futbolcular saygı duruşuna geçmişti..

Bütün bunlar olurken kimsenin aklına sizi aramak gelmedi mi? O gün karargahta görev yapan subayların..

Yaveriniz yok mu paşam!

Nöbetçi subaylar belki de hain saldırıyı anında öğrendiğinizi düşündüler.. Peki golf arkadaşınız Harp Akademileri Komutanı Org. Aksay’ı da arayan olmadı mı?

Onun da mı haberi yoktu?

Peki ya turnuvaya katılan öteki yarışmacıların.. Golf sahasına yayılmadan önce bir Allah’ın kulu bile televizyonlara göz atmamış mı?

Hiçbirinin telefonuna bu acı haber düşmemiş mi?

Sirene Golf Kulübü’nde sizi gören bir kişi bile ‘başınız sağolsun paşam’ demedi mi?’

Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmak kimsenin aklının ucundan bile geçmez.. O ordu bizim ordumuz.. Ama içinde bulunduğunuz durum tuhaf değil mi?

Keşke o açıklamayı hiç yapmasaydınız!

Başında olduğunuz kurumu zafiyet içinde göstermeseydiniz.. İletişim çağında size ulaşılamaması olacak iş mi? Hatalıyım, özür dilerim deyip sussaydınız..

Türk halkının engin hoşgörüsüne sığınsaydınız..

Böylesi daha şık olurdu..

Şu sözünüze de takıldım.. Diyorsunuz ki: “Haberi cumartesi günü akşam saatlerine doğru aldım. Haberi alır almaz Türk Hava Kuvvetleri’nden talep edilen desteği anında sağladık.”

Tamam da aradan 24 saat geçmiş.. Çatışma cuma günü başladı..

Kafa karıştıran sözlere ne gerek vardı.. Görev başındaki komutanlarım gerekeni yapmışlar deseydiniz..

Olmadı paşam derken bunu kastettim.(...)

İstifa etmeyi düşünüyor musunuz Paşam?..

Vatan, 10 Ekim 2008

Mehmet Tezkan

11.10.2008


Özrü kabahatinden büyük olur mu!

(...)Sözü Babaoğlu olayına getireceğiz...

PKK, Aktütün Karakolu’na cuma günü saat 13.00’te saldırı başlatıyor... Hava Kuvvetleri’nin o dakikadan itibaren alarma geçmesi lâzım... Ancak komutan Antalya’da golf turnuvasında. Genelkurmay açıklama yapıyor; Orgeneral Babaoğlu’nun cumartesi günü akşama kadar olayı duymadığını bildiriyor!

Özür kabahatten büyük olur mu? İşte oluyor... Komutan, kendine bağlı uçakların da katıldığı savaştan 30 saat sonra haberdar olmuş... İstihbarat felç... Bu da mazeret diye açıklanıyor.

TSK’nın böyle bir skandala alet olduğu az görülmüştür... Genelkurmay’da şapkaları öne koyup düşünmenin herhalde tam zamanıdır...

Milliyet, 10 Ekim 200

Melih Aşık

11.10.2008


Sayın Başbakan, kanlı tuzağın ardındaki mantığa teslim olacak mısınız?

Diyarbakır’da güpegündüz yeni bir terör eylemi: Dördü polis beş şehit, birçok yaralı...

İnsanın içini acıtan, lanet okutan bir saldırı daha...

Kim, hangi örgüt yaptı?

PKK mı?

‘Derin devlet’ mi?

Hizbullah mı?

Yoksa Ergenekon mu?

Hepsi olabilir.

Ama ne farkeder ki?..

Bu soruyu tuhaf karşılamayın. Çünkü bugün bu güçlerin tümünün ortak oldukları bir taraf var.

Denebilir ki:

Hiçbiri demokrasiyi sevmiyor.

‘Fazla demokrasi’nin Türkiye’yi böleceğine ya da örneğin Türkiye’yi daha çok özgürleştirerek radikal İslam’ın yolunu keseceğine inanıyorlar.

Bu nedenle tümünün ortak bir hedefi var:

Demokrasiye sırt çevirmek!

‘Fazla demokrasi’ ya da birinci sınıf demokrasi ve hukuk devleti istemedikleri için Türkiye’nin Avrupa Birliği yolundan da hiç hazzetmiyorlar. AB’nin Türkiye’yi bölüp parçalayacağı konusunda kuşkuları yok.

Bu yüzden, Türkiye’nin demokrasiye olduğu gibi AB’ye de sırtını dönerek, mesela Rusya’ya, İran’la Orta Asya’ya, Çin’e açılması yatıyor kafalarının arkasında.

Bu çevrelere kulak verildiğinde, ‘AB yerine Avrasya!’ diyen sesler duyuluyor. Pekin’deki Türkçe radyo yayınlarına, Moskova’daki ‘Avrasya milliyetçisi’(*) mihraklara kadar uzandıkları, işbirliği aradıkları göze çarpıyor.

Onun içindir ki, PKK’nın her şiddet eylemi sevindiriyor bu odakları. Şiddet ve terör konusunda bazen PKK’yı taşeron olarak kullandıkları da akla geliyor.

Şiddet kısır döngüsü kırılsın istemiyorlar. Şiddetin şiddetten besleneceğini bildikleri için de, “Nerede hareket orada bereket!” felsefesini benimsemiş durumdalar.

Kim vurursa vursun.

Önemli olan vursun.

Şiddet şiddeti getirsin!

Bu ülkede kan gövdeyi ne kadar çok götürürse, o kadar sevinecekler.

Tıpkı 1990’lardaki gibi...

Olağanüstü hal...

Olmadı sıkıyönetim...

Olmadı tam karartma... Faili meçhuller, işkenceler...

Hukukun, insan haklarının esamesinin bile okunmadığı bir ortamda, sırtını demokrasiye ve AB’ye dönen karanlık bir Türkiye’de yapacakları bir ‘mıntıka temizliği’ ile bölücülük ve İslamcılığı yok edeceklerine inanıyorlar çünkü...

Oyun budur.

Kanlı tuzak budur.

Türkiye’yi cehenneme çevirebilecek oyun içinde oyun budur.

Soru da şudur:

Bu kanlı tuzağın, oyunun arkasında yatan rezil mantığa teslim olacak mısınız Sayın Başbakan?..

Bu soruyu düşünün.

Dışarıdan gelen küresel krizin de etkisiyle birlikte eğik bir düzeyde kaymaya başlayan Türkiye’de yine seçim kazanabilirsiniz.

Ancak, siz de bu mantığa teslim olduktan sonra tıpkı ‘eskiler gibi’ yönetemezsiniz bu ülkeyi!

İzin vermezler çünkü...

* Rusya’daki Avrasya’cı ve aşırı milliyetçi akımla ilgili son gelişmeler: Financial Times, Invasion’s ideologues, Ultra-nationalists join the the Russian mainstream; 9 Eylül 08, sayfa 11.

Milliyet, 10 Ekim 2008

Hasan Cemal

11.10.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır