AKP siyasî iktidarının Anayasa Mahkemesi’nin üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırmayı amaçlayan mini anayasa değişikliğini “iptali” ve partinin “kapatma dâvâsı”na karşı duruşu garip.
“Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarına siyaset yasağı gelmesin ve parti kapatılmasın da ne olursa olsun” mülâhazasıyla hareket eden iktidar partisi yönetimi, daha baştan büyük zâfiyetler gösterdi. AKP’nin tam tersine laiklik ilkesine ne denli bağlı olduğunu ve hizmet ettiğini ispatlama kırılganlığı, ne yazık ki burada da nüksetti.
Peşpeşe açıklanan iki “gerekçeli karar”a karşı sergilenen tutum, yalnız siyasî iktidarı vurmadı; antidemokratik dayatmalara karşı siyaseti ve demokratik irâdeyi kuşatma altına aldı.
Yasadışı başörtüsü yasağı daha da azdırılıp yaygınlaştırıldı. En başta Cumhurbaşkanı Gül’ün atadığı “yasağa karşı imza atan yeni rektörler” yasağı dayattılar. Daha önce bir derece müsamâha ile bakan bazı özel ve vakıf üniversiteler bile yasağı uygulamaya başladılar.
Öylesine ki, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in artık hangi yasayı, Anayasanın hangi maddesini değiştireceğinin ötesinde, “yasaları değiştirmek istemesine bile Mahkemenin karar vereceği” hale getirildi…
MECLİS İRÂDESİNİN GASBI
Kısacası, “iktidar koltuğunda kalmaya” odaklanan siyasî pozisyon ve irâde kırılması, ideolojik devletin kalkanı haline getirilen demokrasi dışı kurumların engeline takıldı.
En kötüsü, bunun artık yol olması; Anayasa’nın dibacesindeki, “hürriyetçi demokrasi ve bunun icâplarıyla belirlenmiş hukuk düzeninin dışına çıkılması.”
Bu sapmayla, “millet irâdesinin mutlak üstünlüğü”nün ve “milletin kayıtsız şartsız egemenliği”nin, ara rejimlerde olduğu gibi Anayasa’nın 6. maddesinin çarpıtılarak bazı “yetkili organlar eliyle kullanılması.”
Yine Anayasa’nın açık hükmüne rağmen, hiçbir surette “devredilemez” olan “millet adına yasama yetkisi”nin millet irâdesinin temsilcisi Meclis’ten bazı “kişi ve kurumlar”a geçmesi.
Başta Başbakan olmak üzere hükûmet ve iktidar partisi sözcülerinin, daha baştan bu dayatmaya “teslimiyet” göstermeleri, işin bir başka garâbeti.
Başbakan’ın peşinen “Karara uymaktan başka çâremiz yok, siyaseti bu şartlarda sürdüreceğiz” açıklamasından sonra, Adalet Bakanı’nın, “Artık yasama organı hür ve bağımsız irâdesiyle Anayasa değişikliği yapamaz mı?’ konusu Türkiye’nin gündemine geldi” cümlesi bunun ifâdesi.
Keza AKP Grup Başkan Vekilinin, “Anayasa Mahkemesi TBMM’nin yasama yetkisine yeni kırmızı çizgiler getirmiştir. Meclis’in Anayasayı değiştirme veya Anayasa yapma yetkisi artık Anayasa Mahkemesi’nin onayına tabi kılınmıştır. Mahkeme, sadece degiştirilmesi teklif edilemeyen maddeleri değil, diğer bütün maddelerin değişmez veya değiştirilmesi teklif edilemez olup olmadığını tesbit etme yetkisini almıştır. Mahkeme yeni yetkiler devşirmiştir” ifâdesi, bunun bir başka ikrarı.
Şüphesiz bu eleştiriler, Mahkemenin göz göre göre Anayasa aykırı “yetki gasbı”na karşı yapılmış. Ne var ki bu tepkilerde bile, “ne yapalım, Mahkeme elimizi kolumuzu bağladı; bundan sonra yapılacak bir şey yok!” teslimiyeti açıkça okunmakta; ki en vâhimi bu…
“BİZ CAYDIK, SİZDE CAYIN!”
Bu vaziyet, Başbakan’ın, “millet irâdesinin üstünlüğü”ne vurgu yapıp, “Parlamento irâdesini dışlayan karar” yakınması, bir işe yaramıyor; yalnız “teslimiyeti” tescil etmek anlamına geliyor. Dahası, gelinen noktada Türkiye’nin siyasî yanlışlarla vartaya sürüklendiğinin açık bir itirafı oluyor.
Meclis Başkanı’nın, “Anayasa ile böşörtüsü yasağı kaldırılamaz” uyarısına, yasa dışı yasanın anayasa ile değiştirilmesinin yasağı yasallaştırıp katmerleştireceği ikazlarına bigâne kalan Başbakan ve partisi, son demde “Meclis irâdesi gasbedilmiştir” ikrarıyla yalnız “durum tesbiti” yapıyor; ötesine geçemiyor…
Görünen o ki siyasî iktidar sadece “teslim tutanağı” imzalamakla kalıyor. Daha önce, “Demokratikleşme için yeni anayasa şart” diyen Başbakan Yardımcısı ve hükûmet sözcüsünün, ardından yeni anayasayı sivil toplum kuruluşlarına havale edip askıya almasıyla da kalınmıyor. Karakol baskınıyla azan terör olaylarına ve küresel dalgaya kapılan ekonomik krize odaklanan siyasî iktidar, her iki “gerekçe”yi de örtülü bir biçimde âdeta “kabulleniyor.”
Toplumun tepkisini azaltmak, seçmenin gazını almak için birkaç cümlelik “tepki”yle geçiştirip, meseleyi “bundan böyle yapacak bir şey yok” noktasına getirmeye çalışıyor.
Belli ki AKP siyasî iktidarı caymış; milletin de caymasını istiyor. “Biz kabullendik, siz de kabullenin” diyor. “Bizi iktidarda tutun, ne yapsak kârdır, yapamazsak da zaten alternatifiniz yok” demeye getiriyor…
Peki bu kuşatma nasıl aşılacak? Siyaset ve demokrasi bu çemberden nasıl çıkacak? Ankara AB’ye taahhüd edilen demokratikleşme ve özgürlüklere hangi demokratik irâdeyle ulaşacak? Yeni Anayasa ne zaman gündeme gelecek?..
Sahi AKP millete, “altı senenin sonunda yüzde 47 ile olmadı” mı diyecek? Bu tâvizkâr, tutuk, teslimiyetçi ve popülist politikalarla yüzde 60 alsa ne olacak?
27.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|