Türkiye’nin terörle sarsıldığı, Anadolu’nun peşpeşe gelen şehidlerine ağladığı ve iki bin beş yüz sayfalık iddianâmesiyle, bir yıl dört ay sekiz gün sonra 46’sı tutuklu toplam 86 sanıklı Cumhuriyet tarihinin en büyük dâvâsı olan “Ergenekon” duruşması maratonunun başladığı ve etnik eksenli vâhim provokasyonların yapıldığı sırada, bir başka garâbet yaşandı.
Âyet ve hadisin açık anlamıyla depremin bir “İlâhî ikaz” olduğu beyânına karşı açılan dâvâlarda ceza verilmeye devam edildi…
Bilindiği gibi Yeni Asya yazarlarına açılan dâvâda, bana daha önce iki yıl bir gün ceza verilmiş, ardından bir yıl üç aya indirilen ceza Yargıtay’ca bozulmuştu. Türkiye’nin AB yolunda çıkardığı onca uyum yasasıyla başta “İlâhî ikaz dâvâları”nın açıldığı 312. madde olmak üzere ceza kanununun defalarca değiştirilmesine ve düşünceyi ifâde özgürlüğünün genişletilmesine rağmen değişen bir şey olmuyor.
Kapatılan DGM’lerin işlevini üstelenen Ağır Ceza Mahkemesince dokuz yıl süren dâvânın sonunda depreme “İlâhî ikaz” tefsirini aktaran ve 28 Şubat uygulamalarını eleştiren yazılar yeniden cezalandırılıyor…
“İrtica tehdidi” bahanesiyle demokrasiyi rafa kaldırıp dayatılan, bizzat dayatıcıları tarafından “postmodern darbe” olduğu açıklanan 28 Şubat sürecinin temel hak ve hürriyetleri hiçe sayan, inanç ve ifâde özgürlüğünü tahrip eden antidemokratik tatbikatların eleştirisinin “suç” sayılması garâbeti bir yana…
Yüzlerce Kur’ân âyetinin ve Peygamberimizin hadislerinin mânâsına mukabil, deprem gibi umumî musîbetlere “İlâhî ikaz” tefsirine mahkemenin yanısıra Diyanet’in de bile bile tavır alması, bu süreçte dikkat çekti…
DEPREM BÜTÜN DİNLERDE “İLÂHÎ İKAZ”
Çarpıklık daha baştan “iddianâme”yle başlamıştı. Gazetemizin on yazarı ile yazı işleri müdürü hakkında açılan sözkonusu davaların iddianâmesinde, önce “Yeni Asya gazetesinin deprem musibetinin Allah’tan geldiği hakkındaki bir kısım yazıları dinî duyguların bir nevi ifadesi olmakla birlikte” deniliyor; peşinden, “musibetin nedeni izâh edilirken, bunu dine saldırıldığı, milletin değerleriyle, Kur’ân’la ve başörtüsüyle uğraşıldığı şeklinde izâhı”, “suç” sebebi sayılmıştı…
Son cezada da aynı durum tekrarlanıyor; mevzubahis yazılarda “halkı sosyal sınıf, din farklılığı gözeterek birbirine karşı kamu düzeni için tehlike olabilecek şekilde kin ve düşmanlığa alenen tahrik ettiği” iddiasıyla “cezanın sanığın kastı da dikkate alınarak eylemine uyan ve lehe olan TCK’nın 216/1 maddesi gereğince” verildiği yazılıyor.
Böylece yüzde doksandokuzu Müslüman olan bir ülkede, onbinlerce insanın hayatına mal olan, şehirleri, kasabaları yerle bir eden deprem gibi büyük bir musibetin mânevî boyutunun yazılması, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” olarak yorumlanıyor!
Oysa yer altındaki patlamayla başlayan, mağma tabakasının çatlamasının, fay hattının kırılmasının ötesinde, milyonlarca ton ağırlığındaki kütlenin harekete geçmesi olan deprem, sadece Kur’ân’nın tarifine ve Peygamberimizin öğretisinde değil, bütün semavî ve hatta diğer bazı inanışlarda bile bir “İlâhî ikaz” olarak vasıflandırılmakta…
Son yıllarda yüzbinlerce insanın ölümüne sebebiyet veren Hindistan’daki depremlerden İtalya’daki Etna Yanardağı’nın patlamasına, Uzakdoğu’daki tsunami ve yıkıcı zelzelelerden Amerika’taki kasırgalara kadar bir çok felâket, değişik dinlere mensup insanlarca “İlâhî ikaz” olarak görüldü…
Hatta son küresel ekonomik kriz bile, Katolik aleminin ruhanî lideri Papa 16. Benedict’ce, “İlâhî ikaz” olarak nitelendirildi. En son Türkiye’ye gelen Katolik Kilisesinin Viyana Kardinali Christoph Schönborn, global finans krizini “Allah’ın bir cezâsı” açıkladı…
KİMSENİN ÇARK ETMEYE HAKKI YOK…
Bir tek Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu, Bunu biz bir İlâhi ceza olarak algılamak yerine, “insanoğlunun maddî unsurlar ve aşırı dünyevileşme üzerine kurduğu sistemin zaman zaman kendini cezalandırması olarak, yani insanın kendi eliyle ürettiklerinin yine kendine dönmesi olarak görebiliriz” diye itiraz etti.
Eski Peygamberlerin isyankâr kavimlerinin başına gelen musibetleri tek tek bildiren yüzlerce Kur’ân âyeti, Peygamberimizin umumî belâ ve felâketlerin insanlar ve mü’minler için anlamını anlatan hadisleri ortada….
Aslında kriz ve musibetleri “insanoğlunun maddî unsurlar ve aşırı dünyevileşme üzerine kurduğu sistemin zaman zaman kendini cezalandırması” olarak yorumlayan Bardakoğlu’nun, bunu “insanın kendi eliyle ürettiklerinin yine kendine dönmesi” olarak açıklaması, dolaylı bir biçimde de olsa krizin insanın suiistimaline bir “İlâhî ikaz” olduğunu bir nevi itirafı. Tıpkı dokuz yıl önce Marmara depremi sonrasında, Diyanet’in hutbelerde “yaprağın dahi Allah’ın emriyle kıpırdadığını” yazıp, Diyanet Dergisinde depreme “takdir-i İlâhî” denilip, ardından şimdiki gibi depreme “İlâhî ikaz” demekten kaçınmak gibi…
Bu bakımdan mahkemenin, sözkonusu cezada ısrarda, “sanığın suç işledikten sonra yargılama sürecinde pişmanlık gösterdiği ve dolayısı ile tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemeye kanaat hasıl olmadığından verilen cezasının gereğince ertelenmesine takdiren yer olmadığına hükmolunur” denilmesi, bu ülkede ayrı bir çarpıcı garâbeti su yüzüne çıkarıyor.
Demek mahkeme bizden de “çark” bekliyor(muş)!
Halbuki Kur’ân ve hadisin kat’î hükmüyle sâbit olan bir mânâdan kimsenin çarketmeye hakkı yoktur. Devletin “din işleri”nde yetkili anayasal kurumu olan Diyanet’in bile…
22.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|