Güz mevsimini Avrupa'da ve bilhassa Orta Kuzey'de idrak edemeyenler, aşağıdaki tabloları mübalâğa zannedebilirler. Güzelliğin, cemalin zirvesinde insanı yakaladığı anlar, hayatımızda fazla değildir. Bazan dışımızdaki güzellikleri görmemizi, içimizdeki hüzünler de perdeler. Avrupa'nın, bilhassa Almanya'nın; duyguları uyanık her insanı güzelliğiyle sarıp sarmalayan bu mevsimini kelimeler tasvirde âciz kaldığı gibi, görüntülerin de ifade edemeyeceğini zannediyorum.
Garip Peygamber Zekeriya'nın hikâyesini Kur’ân’da okuyanlar henüz sûrenin başında edebî zevkin zirvesindeki ifadelerle karşılaşırlar: “Hani o gizlice Rabbine niyaz etmişti. Demişti ki: Ey Rabbim, artık benim kemiklerim yıprandı. Başım ihtiyarlıkla tutuşup saçlarım aklandı. Sana ettiğim duâlarımda da, ey Rabbim, ben hiç mahrum kalmadım.” (Meryem: 3-4) Kur'ân'ı dinleyenlerin belki de en fazla ulvî hüzünlere büründüğü sûredir Meryem. Bediüzzaman Hazret.leri bu bediî hüznü coşturan âyetleri “İhtiyarlar Lem'ası” olarak isimlendirdiği 28. Lem'a'nın başında zikreder.
Çeyrek asrı aşkındır garbın bu gurbetinde yakalandığım güz güzelliğinde, âyetteki “tutuşma” kelimesi, iç âlemimi mütemadiyen dalgalandırır. Halk arasında daha ziyade menfî ruh hallerini çağrıştıran bu kelimenin, hem âyette geçen ve hem de onun tefsiri olan 26. Lem'a'nın ricalarında büründükleri mânâların ruhlarımızda oluşturdukları manzaralar, serapa müsbet, ulvî ve estetiğin en bâlâsında dalgalanır.
Yeşil Avrupa'nın yeşili de güzeldir. İnsanların rakamlarla tefrik edemeyeceği kadar farklı tonlarda… İşte bu milyonları aşan tonların sonbahar mevsiminde her gün cazip yeni bir renge, daha ziyade açık renklere; leylak, turuncu, sarı ve kahvenin yüzlerce tonlarına doğru değişmeye başlaması; güneşin en şahane, garib ve cazip gurublarını unutturacak derecededir. Medeniyetin yardımıyla dünyanın yedi kıt'asından bu diyarlara koşup gelmiş ağaçların bu mevsimdeki manzarasını daha ziyade; sandığında milyonlarca farklı giysileri olan dünya güzelinin her sabah yeni bir elbise ile hayranlarına görünmesine benzetmek belki daha uygun olur.
Tutuşma kelimesini acaba nurlanma olarak da anlayabilir miyiz? Gençliğin ve kemalin hay u huyundan sıyrılmış, Rabbine yönelmiş, ibadetlerin hazzıyla simasına beşûşiyet gelmiş, tevekkülün süslediği tebessümle beyaz saçlara bürünmüş bir insan için “nurlanmış” dememiz daha yerinde olur. Hz. Zekeriya’nın (a.s.) şahsında insanlığın bu nurlu mevsimini tasvir eden âyetin İhtiyarlar Risâlelerindeki ricaların ikinci kısımlarındaki mânâları da bu nurlu mevsimi anlatır.
Kâinatın ve dünyamızın küçültülmüş nümunesi insandaki bu tutuşmayı kâinat kitabının şu güz sayfalarında seyretmenin hazzını yalnızca Müslümanlar idrak etmiyorlar. Bahçesindeki ağaç ve çiçeklerle meşgul Hıristiyan Almanla bu hususu konuştuğumda; en çok hoşlandığı mevsimin sonbahar olduğunu, zira o mevsimin kendisine çok dersler verdiğini söylemişti. Tekrar dirileceğini ve kendisini bekleyen yeni hayatları, en mahzun olduğu zamanda ve yaşta haber veren güz mevsimini çok sevmişti.
Tutuşmayı bu mevsimde bilhassa ormanlarda seyre çıkanlar, bu kelimenin hangi bediî duyguları harekete geçirdiğini daha iyi bilirler. Tutuşmayı tutuşarak seyretmek, ağacın tepesinden şakaklarına inen bu nuranî hareketi onlarla iç içe yaşamak Almanya'da daha kolay. Gövdeye yakın ense ve kulak çevrelerindeki siyahlığı ağacın yeşiliyle iç içe görmenin, hüzünden ziyade, nurlanmanın neticesi olan sevince daha yakın olacağını düşünüyorum.
Güneşin batışına yakın coğrafyalarda yaşamaya hiç özenmedim. Şarkın çocuğu olarak bakışlarım hep orient’e takılı kaldı. Fakat Abendland'daki güzellikleri keşfetmeden de olmuyor. Güzel ve yeşil kıt'anın, şu bahar mevsiminde nasıl tutuştuğunu sizinle birlikte seyretmek istedim. Yaprağın daldan firakını, yeni bir vuslata kanat çırpması olarak da okuyamaz mıyız?
Gençliğin serbazlığından kemalin durgunluğuna ve oradan da ihtiyarlığın nuranî tevazuuna yönelen insanlar da toprağa doğru eğilmiyorlar mı? Tutuşmuş iki bedendeki rengârenk değişim size de “nurbahar”ı hatırlatmıyor mu? Birileri Almanya'daki tabiatın nurbaharla ne alâkası var, diyebilir. Fakat Mesih'in nefesini, güneşin guruptan doğuşunu ve o dehşetli doğumun bu coğrafyalardaki çözümünü hiçbir zaman unutmamak gerekiyor. Öyle ise mevsiminiz Nurbahar olsun!
20.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|