İnsanlık iktisat-israf ekseninde dönüp durmaktadır. Harcadıklarımızın ve yaptıklarımızın ne kadarı iktisada uygun, ne kadarı israftır?
Burada geçen iktisat ve israf kelimelerini anlamaya çalışalım:
İktisat sözlükte, tutum, biriktirme, her konuda itidal üzere bulunmak, gereğinden fazla ve eksik harcamalardan kaçınmak anlamlarına gelmektedir.
İsraf ise, gereksiz yere harcamak, malı ve parayı gereksiz yere harcamak, ihtiyacından fazla tüketmek, en önemli aslî görevlerini bırakıp en önemsiz veya zararlı şeylerle meşgul olarak ömrünü veya gençliğini boş yere harcamak gibi anlamlara gelmektedir.
İktisadın sınırı aşıldığı yerde israf başlar. İsrafın olduğu yerde de iktisattan bahsetmek doğru olmaz. Sınırları nasıl belirleyeceğiz veya bileceğiz?
İktisada emreden ve israfı yasaklayan âyet-i kerimeyi hatırlayalım: “Yiyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.”1
Allah insanlara verdiği nimetlere karşılık bizden şükür istiyor. Bunu da şu âyet-i kerimede görüyoruz: “Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) arttıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti.”2 Şükür nimeti arttırıyor, nankörlük ise azabı.
İktisatla israf arasındaki denge şükürle belirlenmiştir. Yani iktisat eden şükreder, israf eden şükretmez, nimetleri hafife alır, onlarla alay eder. Bunu, Bediüzzaman, iktisat konusunda yazdığı risâlenin başında şu sözleriyle açıklar: “İktisat hem bir şükr-ü mânevî, hem nimetlerdeki rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem kat'î bir sûrette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem mânevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zâhiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan, vahîm neticeleri vardır.”3
İktisat insanlara ne kazandırır:
1. Manevî bir şükür,
2. Şükür sonucu nimetler artar,
3. Nimetlerdeki Allah’ın rahmetine
karşı hürmet, saygı,
4. Bereket sebebi,
5. Sağlık sebebi gibi bedene bir perhiz,
6. Manevî dilencilik alçaklığından kurtaracak izzet sebebi,
7. Kârlı bir ticaret,
8. Nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve
9. Zahiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir.
İsraf yukarıda sayılan hikmetlere zıttır. Bu kazançları israfta bulamazsınız. İktisat ailenin geçim zahmetine ve derdine de bir engeldir. Bunu Resûl-i Ekrem’in (asm) şu hadis-i şerifinden anlıyoruz: “İktisat eden, maişetçe aile belâsını çekmez.”4
İsraf eden ve iktisat etmeyen kimse, zillete, mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye adaydır. Bu zamanda isrâflara sebep olacak para çok pahalıdır. Karşılığında bazen haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazen dinin mukaddes esasları karşılık alınıyor, sonra pis bir para veriliyor. Demek, mânevî yüz lira zararla maddî yüz paralık bir mal alınıyor.5
Eğer insanlar, ihtiyaçlarını belirlerken iktisat edip zorunlu ihtiyaçlarıyla sınırlasa, gereksiz kısımları çıkarsa ve sadece onları alsa, “Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır” 6 âyetinin sırrıyla ve “Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın” 7 âyetinin açık hükmüyle, ummadığı tarzda, yaşayacak kadar rızkını bulacaktı.8
Said Nursî, bu âyetleri rızık konusunda Allah’ın taahhüdü olarak kabul ediyor ve rızkı iki bölümde ele alıyor. Bunu da şöyle açıklıyor:
1. “Hakikî rızıktır ki, onunla yaşayacak. Bu âyetin hükmü ile, o rızık taahhüd-ü Rabbânî altındadır. Beşerin sû-i ihtiyarı karışmazsa, o zarurî rızkı her halde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeye mecbur olmaz.”9 Hakikî rızık insanlığın yanlış seçimi karışmadığı sürece, o zarurî rızkı bulabilecektir. Yeni doğan çocukların rızıkları hemen yanlarında hazır bulunduğu gibi.
2. “Rızk-ı mecazîdir ki, sû-i istimâlâtla hâcât-ı gayr-ı zaruriye hâcât-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belâsıyla tiryaki olup, terk edemiyor.”10
Mecazî rızkı, insanlar daha çok zarurî olmayan ihtiyaçlarını görenek belâsıyla zarurî ihtiyaçlar hükmüne getirip ve alışkanlık haline getirip terk edemezler. İşte bu rızık Allah’ın garantisi (taahhüdü) altında olmadığı için, bu rızkı kazanmak, özellikle bu zamanda çok pahalıdır. Başta şerefini feda edip alçaklığı kabul etmek, bazen alçak insanların ayaklarını öpmek kadar mânen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazen ebedî hayatının nuru olan dinin mukaddes esaslarını feda etmek suretiyle o bereketsiz, pis malı alır. Üç kuruşluk dünya menfaati için ebedî hayatını feda etmek gibi bir şeydir. (Allah korusun)
İmam-ı A’zâm’ın dediği gibi “Hayırda ve ihsanda—fakat müstehak olanlara—israf olmadığı gibi, israfta da hiçbir hayır yoktur.” 11
İktisat malda olduğu gibi, zamanda da olur. Zamanımızın ne kadarını Allah’ın rızası yolunda kullanabiliyoruz, ne kadarını israf ediyoruz?
Belki insanlık iktisattan uzaklaşıp israfa battığı için bu krizlerin içine düşmüştür.
Düşünen insanlar için bu krizlerden alınacak nice dersler ve ibretler vardır.
Nefsimizden başlayıp düşünebilsek ne iyi olurdu!
Anlaşılmayan dersler tekrar edilir!
Dipnotlar:
1- A’raf Sûresi, 31
2- İbrahim Sûresi, 7
3- Lem’alar, 353 YAN, İstanbul, 2005
4- Lem’alar, s. 357
5- Lem’alar, s. 358
6- Zâriyat Sûresi:58
7- Hûd Sûresi:6.
8- Lem’alar, 358
9- Lem’alar, s358
10- Lem’alar, s.359
11- Lem’alar, s.363
21.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|