“Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçu olarak eski ve yeni ceza kanunlarında yer verilen suçun unsurlarında AB üyelik sürecine bağlı olarak 2000 yılından bugüne pek çok kez değişiklik yapıldı. Ancak son olarak gazeteci Cevher İlhan hakkında yeniden kurulan mahkûmiyet kararı da gösteriyor ki, yargı mensuplarının zihniyet ve algıları değişmediği sürece tek başına kanun maddelerinde değişiklik yapılması yeterli olmayacak.
Değişen kanunlar, değişmeyen zihinler
“HALKI kin ve düşmanlığa tahrik” suçu olarak eski ve yeni ceza kanunlarında yer verilen suçun unsurlarında AB üyelik sürecine bağlı olarak 2000 yılından bu güne pek çok kez değişiklik yapıldı. Yapılan değişikliklerin uygulamayı değiştirmemesi üzerine dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, yargının değişikliklere direndiğini ve hukuka aykırı olarak maddenin yürürlükten kaldırılan TCK 163. maddenin yerine kullanıldığını açıklamıştı. Yeni Ceza Kanununun 216. maddesinde, vatandaşlar arasında, muayyen özelliklere sahip bir kesiminin diğer kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa tahrik edilmesi, “kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde” suç teşkil etmesi aksi, takdirde eleştri kapsamında kabul edilmesi ve suç teşkil etmemesi kabul edildi. Bu değişikliğin düşünce özgürlüğü alanındaki engelleri kısmende olsa kaldıracağı umuluyordu.
Ancak son olarak gazeteci Cevher İlhan hakkında yeniden kurulan mahkûmiyet kararı da gösteriyor ki yargı mensuplarının zihniyet ve algıları değişmediği sürece tek başına kanun maddelerinde değişiklik yapılması yeterli olmayacak.
Gazeteci Cevher İlhan, mahkûmiyet kararına dayanak yapılan yazılarında 1999 Marmara Depremi ile milletçe yaşadığımız büyük acı karşısında, inanan bir mü’min olarak, herhangi bir semavî dinin mensubu gibi, olayları, uluslar arası sözleşmeler ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının teminatı altında olan inançları perspektifinden değerlendirmiş ve yazılarda ana hatları ile; kâinatta hiçbir şeyin tabiî ve tesadüfî sebeplerin sonucunda meydana gelmediği, kıyamet manzaralarını aratmayan Marmara Depremi gibi büyük mûsibetlerin ekseriyetin hatasına binaen geldiğine inandığını ifadeyle, kimi yanlış idare uygulamalarının, deprem gibi ilâhî ikazlara sebebiyet verdiğini dile getirilerek bu süreçte yapılan bazı idare uygulamalarını eleştirmiştir.
Dâvâ konusu yazılarda birbirine karşı tahrik edilen sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip halk kesimleri yoktur. Bilimsel ve yargısal öğretide TCK.nın 216 maddesinde tanımlanan suçun oluşması için birbirine karşı tahrik edilen halk kesimleri olmasının zorunlu olduğu, bazı kurum ve kuruluşların uygulamalarının eleştirilmesi halinde suçun unsurlarının oluşmayacağı açıkça ifade edilmektedir. Aradan geçen uzun zaman sonra anayasal düzene müdahele niteliği taşıdığı bugün herkesçe kabul edilen 28 Şubat sürecinde yaşanan kimi siyasal uygulamaların eleştirilmesinin Yeni TCK.’nın 216. maddesi kapsamında “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçu olarak değerlendirilmesi, Ceza Hukukunda yasak olan genişletici yorum ve kıyasın ötesinde yeni bir suç ihdası niteliğinde olup, “Suçta ve cezada kanunilik ilkesine”, Uluslararası Sözleşmeler, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve TCK.’nın 2. maddesine açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
TCK.’nın 216. maddesi, her türlü eleştiriye açık olan kurum ve kuruluşların kimi uygulamalarının eleştiriden masun kılınmasının aracı yapılamaz. Nitekim TCK.’nın 218. maddesi uyarınca eleştiri suç teşkil etmemektedir. Yargı, kuvvetler ayrılığı ilkesi uyarınca yasama ve idare erklerinin dışında, idarenin her türlü eylem ve işlemlerini hukuka uygunluk yönünden denetlemekle yükümlüdür. Bu sebeple yargının, denetlemekle yükümlü olduğu idare erkine dahil kurum ve kuruluşların uygulamalarına ilişkin eleştirileri, demokratik bir hukuk devleti olmanın tabiî bir sonucu olarak görmesi beklenilmektedir.
Demokratik hukuk devletinin teminatını oluşturan bağımsız yargının, idare erkine dahil kimi kurum ve kuruluşların uygulamalarının kutsanarak eleştiriden masun kılınmasında bir vasıta olarak görülmesi ve yargıya, anayasaya aykırı olarak böyle bir misyon verilmesi, yargının, tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitirmesi ve kuvvetler ayrılığı ilkesine rağmen, idare erkine eklemlenmesi ile sonuçlanması riskini kuvvetle taşımaktadır. Anayasal düzene karşı darbe teşebbüsü olduğu, elebaşları tarafından fütursuzca açıklanan meş’um 28 Şubat sürecinin etkili isimlerini eleştirmesi sebebiyle Cevher İlhan hakkında verilen mahkûmiyet hükmü TCK 216. maddesinin bütünüyle kaldırılmasının kaçınılmazlığı bir kez daha gözler önüne serdi. Dileriz Yargıtay 8. Ceza Dairesi bozma kararında belirttiği üzere dâvâ konusu yazıların “kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin” var olmadığını tesbit ederek haksız mahkûmiyet hükmünü bozarak özgürlükler alanını genişletme yönünde bir adım atar.
20.10.2008
E-Posta:
|