"Gerçekten" haber verir 19 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Görüş

Kürt kardeşim, mert kardeşim!

Bu başlıkta bir yazıyı çoktandır yazmak istiyordum ama bir türlü nasib olmuyordu. Balıkesir Altınova’da meydana getirilmeye çalışılan fitne hareketinin arkasından hemen yazayım dedim. Fakat hemen peşinden Aktütün’de meydana gelen alçakça ve haince tahaccüm (yapanların dışında, yaptıranlar ve göz yumanlar da dahil) biraz geciktirdi bu mevzuda düşündüklerimizi satıra dökmeye.

Çocukluk yıllarımda; Ankara’da, sınıfımızda bazı Kürt arkadaşlarım vardı. Çoğu da mert çocuklardı. Beni de, hakperestliğim ve haksızlığa karşı pervasızlığımdan dolayı severlerdi. Diğer arkadaşlarımızın çoğu onlara yanaşmazken, ben arkadaşlık yapardım. O zaman tanıdığım ve bildiğim Kürt’lerin bozuk kısmı olduğu gibi (tıpkı Türk’lerdeki gibi), çok iyileri de vardı.

Bu vatanın bir evlâdı olan Kürt unsuru ile daha yakından tanışıp bilişmemiz, bizim Risâle-i Nur cemaatine dahil olmamızdan sonra olmuştur. Şu aziz milletin arasına ırkçılık fitnesini yerleştirip birbirine düşürmeye çalışanların rağmına, Nurcuların ırk mülâhazası taşımadan birbiriyle kardeşten daha yakın ve samimî halleriyle hemhâl olmaya başlamıştık. Artık birbirimize kardeşçe münasebetler, şakalaşmalar ile muhabbet, uhuvvet halleri gösteriyorduk. Çoğu da samimî, hasbî, mert ve dinde salâbet sahibi insanlardı. Üstadımızın ve Nurların prensip, ölçü ve dersleri ile ortak paydamız olan İslâm kardeşliğinden başka aklımızdan hiçbir şey geçmiyordu.

Uhuvvet-i İslâmiye düşmanı olan iç ve dış güçlerin teşvik ve kışkırtmasıyla meydan alan ırkçılar, o güçlere âlet olarak güzel memleketimizin güzel insanları arasına fitne sokmaya; etle kemik gibi birbirine geçmiş, birbirinden kız alıp vermiş Türk ve Kürt kardeşlerin arasına ayrılık tohumları ekmeye çalışıyorlar, ama muvaffak olamayacaklar İnşallah.

Doğu’da çalıştığımız yıllarda, vatandaşla, köylülerle, işimiz icabı yakın münasebetlerimiz oluyordu. Biz onlara alt yapı hizmetlerini (yol, su gibi) götürüyorduk. Tabiî bu hizmetlere çok seviniyorlardı. Bir de namaz vakitlerinde onlarla beraber namaz kılınca daha çok seviniyorlar, bizleri bağrına basıyorlardı. Aynı zamanda Nurlardan aldığımız prensip ve ölçüler ışığında hareket ettiğimizden, acaib haller meydana geliyordu. Dinde salâbet sahibi olan bu dindar Kürt kardeşlerimizle, samimî hasbihâllerimiz oluyor, birer devlet temsilcisi olmamızdan dolayı, devletlerine de dolayısıyla güzel gözle bakıyorlardı.

Âlem şahittir ki; eğer Doğu ve Güneydoğu bölgemizde başta Nurcular olmak üzere, tarikat ve cemaatleri (ırkçılık üzere gitmeyen) oradan bir çekip çıkartsak, o bölge çok kısa zamanda elden çıkar. Paşa, her ne kadar cemaatlerin aleyhinde fikir beyan etse de, gerçek bu. Bilenler bilir, o bölgedeki Rafızî ve dinsiz Kürtçülük cereyanlarının faaliyetlerine (onlara göre) ayak bağı olan Nurculardır. Türk’ü Kürt, Kürd’ü Türk olan böylesi bir cemaatin mensuplarının kardeşlik bağları, ahiret ipiyle bağlanmış ve başka hiçbir kuvvet tarafından da çözülemez İnşaallah!

OSMAN ZENGİN

19.10.2008


DİN GÖREVLİLERİ

Din görevlileri hem maddî, hem ma’nevî bakımdan insanlığa hizmet etmektedirler. İnançları sağlam bir cemiyette, şahıslar arası münâsebetlerin sıhhatli olacağı şüphesizdir.

İtikadın esasları önce âile içinde öğrenilirse de, çoğu zaman, âile fertlerinin bilgileri tamamiyle buna elvermemektedir. İnanç ve ibâdete müteallik noksanlıkların giderilmesinde en pratik yol câmilerden geçmektedir.

Türkiye’de bu hizmetler, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın kanunlarla düzenlenen yetkileri çerçevesinde verilmeye çalışılmaktadır. İbâdet mekânları, büyük bir çoğunlukla, halkın kendi gayretleri ile inşâ edilmekte ve devlet desteği ile hizmete sokulmaktadır. İstisnâlar dışında, bu mekânlarda görev yapanlar resmî din görevlileridir. Bunlar, belli bir eğitimden geçmiş ve bu konuda yeterli olduklarını isbatlamış şahıslardan seçilmektedirler. Bâzı istisnâlar sayılmazsa, pek çoğu işinin ehli kişilerdir.

Din görevlilerinin cemaatleri ile münâsebetlerinde, ister istemez, bir takım problemler ortaya çıkmaktadır. İnsanlar arası münâsebetlerin bulunduğu hangi alanda bu yoktur ki? Tabiî, mes’eleler bir şekilde çözülmekte ve vazîfe devâm etmektedir.

Devletin çeşitli hizmetlerini yürütenlere genel olarak me’mur ünvânı verilmektedir. Bu açıdan, din görevlileri de birer me’murdur. Ancak, işlerinin gereği, çalışma saatleri ve günleri diğer me’murlardan farklılık arz etmektedir. Günün belirli saatlerinde îfâ ettikleri görevleri ve aralarında uzun boş vakitleri bulunmaktadır. Sabah erken kalkmak, câminin maddî düzen ve temizliğini yerine getirmek, dakîkası dakîkasına belirli olan bir takvîme göre görev başında bulunmak mükellefiyetinde bulunan bir me’mur için, bu uzun boş vakitler istirâhat ve kendi eksikliklerini gidermeye ancak yetebilmektedir.

Ancak, devletten aldığı maaşla geçinmekte güçlük çeken bütün me’murlarda olduğu gibi, bulunan fırsatların ek işlerde çalışılarak bir miktar para kazanmak için değerlendirildiği müşâhade olunmaktadır. Bu durum, bâzen aslî iş olan din görevliliği hizmetini aksatabilecek dereceye varmaktadır. Hele, son zamanlarda bir çok yerde uygulanan, merkezî sistemden ezan okunması sâyesinde, bâzı sorumluluklar da sanki ortadan kalkmış gibi olmaktadır. Din görevlisinin ezan bittikten sonra, hazırlıklarını tamamlamadan, nefes nefese câmiye yetiştiği; cemâatin tenkidlerine uğradığı az görülen hallerden değildir.

Ek iş bu yazının konusu değildir. Bu yönden bir değerlendirme yapmak istemiyorum. Ancak, her ne sebeple olursa olsun, bilhassa her davranışı İslâmiyet hesâbına geçebilen bu mukaddes görev sâhiplerinin, her mevzûda olduğu gibi, bu husûsta da dikkatli davranmaları gerekmektedir. En azından, namaz vakitlerine 15-20 dakîka kala câmide olmak güzel bir davranıştır. Bu zaman zarfında abdest tâzelemek, câmii kontrol etmek, havalandırmak; ısıtma, aydınlatma ve ses cihazlarını gözden geçirmek ancak mümkün olabilecektir.

Namazdan hemen sonra da, yine 15-20 dakîkalık bir zamanı câmide geçirmek faydalıdır. Bu süre içinde cemâatin hal hâtırını sormak, arzû edenlerin eksik bilgilerini ve uygulamalarını ayak üstü de olsa gidermeye çalışmak, din görevlisinin halk nazarında ehemmiyetini arttıracaktır. Zâten, Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmek isteyenlere câmide ders verilmesi mevzûat gereğidir. Tabiî, yine görevlinin bu konuda cemâati cesâretlendirmesi lâzımdır. Acele tavırlarla, bâzen sonradan gelmiş birinin eksik kalan nâfile namazlarını bile bitirmelerine tahammül gösteremeyen, elinde anahtar kapıda bekleyen bir görevli, dâvetçiden ziyâde tard ediciye benzemektedir.

En önemli konulardan biri de, câmideki cihazların ses düzeyini gereğinden fazla açmaktır. Ne sebeptendir bilinmez, çoğu din görevlisi i’lâ-yi kelimetullâh’ı, ezan ve Kur’ân’ı en yüksek sesle îlân ederek sağlayacaklarını sanmaktadırlar. Küçük bir mescidde bile, kocaman ses yükselticiler bulunmakta, üç sırayı geçmeyen cemâatin kulaklarını patlatacak bir tonda tesbihat yapılmakta, aşr-i şerîf okunmaktadır. Hele, mübârek gün ve gecelerde; Ramazanda kılınan terâvihlerin aralarında, müezzinin ve üç-beş hevesli zâtın bir ağızdan ve hançerelerinin olanca gücüyle, neredeyse ağızlarına soktukları mikrofonlara bağırmaları, o kadar kötü bir ses ve manzara kirliliğidir ki, îzâhdan vârestedir; başına gelenler bilir…

Din görevlilerine bu sâhada mühim vazîfeler düşmektedir. Önce, câmiin düzeni; sonra ibâdetlerin sünnet-i seniyyeye uygunluğu yönünden otoritesini kullanmak durumundadır. İnce bir siyâsetle (yönetim bilimi anlamında) cemâatin dâimâ gayr-i memnûn ve her işe karışan ferdlerini ikna’ etmek gerektir. Kendisinin vakitlerden bir müddet önce ve sonra câmide bulunması başkalarının her işe müdâhalesini önler. Bizzat kendisi yapmasa bile, nezâretiyle görülen işlerde karışıklığa meydan vermez. İbâdetlerde, cemâatin keyfine göre değil, farz-vâcib-sünnet ölçülerine göre hareket eder. Cemâat azalacak diye bir kısım önemli sünnetleri terk etmez. İmam olarak başkalarına uymaz. Başkaları ona uyar. Kabiliyeti olmayan kişilerin müezzinlik etmelerine nâzikâne engel olur. Zarûrî sebeplerle yapıldığında da, yanlış ve noksanları düzeltir; görmezden gelmez.

Tabiî, sözünün nâfiz olabilmesi için, amelinin hâlis olması en baş şarttır. Sık sık bilgilerini gözden geçirmeli, başka meslektaşları ile yardımlaşarak hatâlarını öğrenmeli ve kendi eksikliğini tamamlamalıdır. Maddî açılardan cemâate hoş görünmeye çalışmamalı; onlara karşı müstağnî davranmalıdır. Kendisinden istenen, vazîfesi dâhilinde olmayan işleri ya ücretsiz yapmalı veyâ uzak durmalıdır. Aksi halde, îtibârı zedelenip sözlerinin kaale alınmamak tehlikesi ile karşı karşıya kalacağını bilmelidir.

Nikâh, cenâze, hatim, mevlid vesâir merasimlere katılıyorsa, sırf Allâh için olmalı; ücret karşılığı bu faâliyetleri yapan bir kısım esnafla aynı safta yer almamalıdır. Unutmamalıdır ki, İslâm’a karşı cephe alan bir kısım bilgisiz insanlar, din görevlilerinin her hareketinin dînî bir dayanağı olduğunu sanmaktadırlar. Onlarda gördükleri hatâları bütün Müslümanlara teşmîl etmektedirler. Dînî ilimleri ve ibâdetleri vâsıta-i cer (kazanç vesîlesi) yapmakla suçlamaktadırlar. Bunları fiilen tekzîb etmek için, eski meslektaşları gibi, mümkün olduğunca, devletin verdiği maaşa kanaat ederek, halktan herhangi bir talepte bulunmamak îcâb etmektedir.

Görev dışı zamanlarda da giyim kuşamına dikkat lâzımdır. Mümkünse, özellikle kış aylarında, câmideki odasında bulunduracağı temiz bir pantolonu namaz zamanları giymeli, afvedilecek miktarda bile olsa, kirlenmiş esvabla namaz kılmamaya gayret göstermelidir. Konuşmasında, oturup kalkmasında, hâl ve hareketlerinde her şeyden önce temsîl ettiği kurumu, dîni, vârisi olduğu Peygamberi (asm) düşünmelidir.

Bulunduğu yerin tebliğ makamı olduğunun şuurunda olarak, yumuşak bir lisânla hitab etmelidir. Muhâtablarına anlayışla ve dikkatle yaklaşmalı, kazanmak emeli ile davranmalıdır.

Bu sayılanların söylenmesi kolay, yapılması zor işlerden olduğunu bilmekteyim. Ancak, bir din görevlisi gelişi güzel bir devlet me’muru değil; aynı zamanda Cenâb-ı Hakk’ın dînini en iyi temsil ile mükellef bir me’mur-i İlâhîdir…

EKREM KILIÇ

19.10.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır