Mektuplar vardır, eski zamanlara götürür.
Mektuplar vardır, insanları birbirine kavuşturur.
Mektuplar vardır, okuyanlara ahiretini hatırlatır.
Mektuplar vardır, insanlara yol gösterir.
Mektuplar vardır, hayat kurtarır.
Mektuplar vardır, yolu hasretle beklenir.
Mektuplar vardır, hazine gibi saklanır; zaman zaman açılıp okunur.
Bediüzzaman Said Nursî’nin talebelerine; talebelerin üstadlarına yazdıkları mektuplara lâhika mektupları denmiştir. Bu mektuplar Barla, Kastamonu ve Emirdağ Lâhikaları olarak Risâle-i Nur Külliyatı içinde ayrı bir yer tutar. Bediüzzaman’ın vefatından sonra “lâhika” adı verilen mektupları yazma ve yayınlama geleneği başlamış ve devam etmiştir.
Bu yazımda daha önce hayatından ve hizmetlerinden bahsettiğim Merhum Osman Güler’in yazdığı iki mektubunu sizinle paylaşmak istiyorum. Osman Güler, Çankırı’daki dershane hizmetlerinin başlamasında büyük emeği ve katkısı olmuştur. 1973 yılında memuriyeti sırasında yakalandığı ağır bir hastalık sonucunda uzun süreli bir hava değişimi almıştır. O, bu süreyi bir köşede yatarak geçirmemiş, Çankırı’da başlayan Nur hizmetlerine vakfetmiştir. Hizmetlere koşarken hastalığını bahane etmemiştir. Şahsına hizmeti ise beklememiştir. Hastalığının ağırlaşması üzerine memleketi Çorum’a gitmiştir. Hastalığı onu uzun süreli yatağa bağlamıştır. Bu ayrılık onu Çankırı’daki hizmetlerden koparmamıştır. Bilâkis yazdığı mektuplarla irtibatını devam ettirmiştir.
Osman Güler, mektubunu “lâhika” formatında yazmıştır. O, mektubuna lâhikalarda olduğu gibi “Bismihî subhanehu”, “Esselâmu aleyküm” diye başlar. Muhatabına “Aziz, sıddık kardeşim” diye hitap eder. Hastalığın verdiği ağır sıkıntıdan dolayı mektup yazamadığını belirtir. Ankara’ya kontrole gittiğinde doktorları hastalığının vücudunun her tarafını kapladığını söylerler. Kardeşlerle görüşerek memleketine gitmeye karar verir. Memleketine gittikten on gün sonra Ankara’da öldüğü haberi duyulur. Bu haber üzerine Nur kardeşleri Osman’ın köyüne koşarlar. Ancak onun sağ olduğunu görürler. Meğer bir başka kardeşin ölümü onunla karıştırılmış. Osman Güler mektubunda (Ali) Vapur’un dershanesine uğrayan Hüseyin’in kendisini (fakir diye isimlendirir) ahirette olduğunu bildiğini yazar. Ben de o günlerde öyle düşünüyordum. Çankırı’daki kardeşler üzülecek diye kimseye de söyleyemiyordum. Hatta kendi aramızda hemen bir hatim indirdik. Duâsını da yapmıştık.
Osman Güler mektubunda, hastalığın verdiği sıkıntıları bir tarafa bırakarak Çankırı’daki iman ve Kur’ân hizmetine verdiği öneme dikkat çeker ve “Allah şifa verirse yarım günüm sıhhatli olsa Çankırı’da geçireceğim. Çünkü yaratılışımızın gayesi imana Kur’ân’a hizmet” der. O tarihlerde liseyi yeni bitirmiştim. Kısa bir süre–riya olmasın—Çankırı’daki nur hizmetleriyle meşgul olmuştum. Bu haberi aldığında merhum çok sevinir ve mektubunda bu konuyu sitayişle anlatır.
Osman Güler, dershanenin maddî meseleleriyle de ilgilenmektedir. Maaşından dershanenin kirasını ve diğer ihtiyaçlarını karşılar.
Ankara’da buluşmak için kardeşlerine üç günlük randevu verir. Bu randevuda konuşulacak konuları da şöyle sıralar: “Ömer abin izin alsın. Hüseyin kardeşle beraber o günlerde bir gün gelin de bir görüşelim. Hem hizmet işlerini de geniş geniş konuşuruz. (Ali) Vapurlu’nun orada sizi beklerim. Sizin gibi kahraman, fedakâr, ehl-i hizmet kardeşler için değil Çankırı’ya gelmek, dünyanın öbür başına da gidilse azdır.”
Osman Güler belirttiği tarihlerde Ankara’ya gelir. Kaldığı dershanede ziyaretine gittik. Uzun süre sohbet ettik, şakalaştık. Hatim indirdiğimizi, duâmızı yaptığımızı söyledik. “Allah razı olsun kardeşlerden. Ben ölmeden hatmimizi peşin indirmişler” dedi. Yakalandığı hastalık onu oldukça zayıflatmış ve sesini de kendisi gibi inceltmişti. Ayrılırken bir isteğinin olup olmadığını sorduk. “Hakkınızı helâl edin kardeşler, ben yolcuyum” dedi.
Biz de şakayla karışık “Hayırdır, yolculuk nereye ağabey” dedik.
O da “ahirete” dedi.
“Başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere diğer büyük zatlara, özellikle Üstadımıza ve daha önce vefat eden Nur talebelerine selâm götürün” dedik.
Adeta istasyonda bir yolcuyu uğurlar gibi Osman Ağabeyi de ahirete uğurluyorduk. Üstadın tabiriyle, “Bu dünya ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil değildir. Ancak Cenâb-ı Hakkın ebedî ve sermedî olan Dârüsselâm menziline dâvetlisi olan mahlûkatın ictimaları için bir han ve bir bekleme salonudur. Bu dünya menzilinde görünen leziz şeyler, lezzet ve zevk için değildir. Çünkü visallerinin lezzeti, firaklarının elemine mukabil gelmez.”1
Osman Güler’le teker teker kucaklaştık ve helâllık diledik. Dünyada belki son defa görüşüyorduk.
Nur talebesinin dünyasında Nur vardır, başka şeylere yer yoktur. Onlar “tefâni” sırrıyla kardeşlerinde fâni olmuşlardır. Bir vücudun uzuvları gibidir. Kardeşleri adedince dilleri, ayakları, gözleri, kulakları, elleri vardır. Hepsi birbirinin yardımına koşar. Bir azası rahatsızlansa diğer azaları da rahatsızlanır.
Osman Güler, mektubunun kalan kısmında ihlâs ve sadakat dersi de verir. Merhum Zübeyir Ağabeyin dediği gibi o da adeta “Şimdi oku, kabirde okuyamazsın” dersini tekrarlamaktaydı. Rahmete vesile olması dileğiyle Merhum Osman Güler’in mektubunda yer alan o cümleleri sizinle paylaşmak istiyorum: “Muhterem kardeşim! Risâle-i Nur mesleği sadakat, ihlâs ve bol bol okuma mesleği. Üstad, Risâle-i Nur kendi talebelerini kendi yetiştirir, başkaları gibi vasıtaya muhtaç değildir, diyor. Elhamdülillah siz bol bol okuyun. Zaten okuyorsunuz da. Bir Ömer bine bedel olursunuz. Üstad dahi kendini aradan çekiyor, Risâle-i Nur’u gösteriyor. Kemal-i sadakatla onu okuyunca hepsi tamam oluyor. Bazen olur ki diyor bir nefer (er) bir şahı esir alır. İşte Nur talebeleri de Kur’ân’ın neferi, felsefenin şahlarını esir alıyorlar. Şimdi siz orada 111 kuvvetindesiniz. Bizim mesleğimiz kemiyet sayı çokluk mesleği değil; mesleğimiz keyfiyet, bine bedel olan bir olma, kendi kendini yetiştirme mesleği, Üstada, Risâle-i Nur’a sadakat, bağlılık mesleği. Güneş batsa, ay sönse, dünya patlasa yine dönmeme mesleği!”
Osman Güler, orada bulunanların isimlerini sayarak onlardan da helâllık diler. Mektubunun sonunda görüşmeye önem verdiğine bir kere daha dikkat çeker: “Ankara’ya hepiniz gelemezseniz biriniz gelin. Biriniz de gelemezseniz, bizim köye mektup yazın.”
Bu mektubu alan kardeşleri belirtilen yerde ve tarihte, Ankara’da buluşurlar. Kavuşmanın sevinci ile kucaklaşırlar. Osman Güler birkaç gün Ankara’da kaldıktan sonra tekrar köyüne döner.
Bu ayrılıktan yaklaşık 20 gün sonra Çankırı’daki kardeşlerine bir mektup daha yazar. Osman Güler, mektubuna selâmdan sonra “Muhterem kardeşim Ömerler, Hüseyinler!” diye devam eder. İyileşmeye başladığının müjdesini verip “Allah izin verirse tamamen iyi olunca hemen Çankırı’dayım İnşallah” der. Osman Güler, dershaneyle yakından ilgilenmeye devam etmektedir. Dershanenin taşınma durumunu sorar. Selâm ve duâlar ile mektubunu bitirir. Osman Güler, bir süre sonra Rahmet-i Rahman’a, sevdiklerine kavuşur.
Bu vesile ile bir kere daha Nur dâvâsına hizmet eden Nur talebelerinin ahirete göç edenlerine Cenâb-ı Allah’tan rahmet, hayatta olanlarına ihlâs, sadakat, sebat ve metanetler diliyorum.
Nurlu mektuplar, Nur hizmetlerinin tarihine ışık tutmaktadır. Artık hizmet mahalleri hizmetlerinin tarihçesini yazmaya başlayacaktır. Sadırlarda kalan hizmetler satırlara aktarılacaktır.
O günler geldi veya gelecektir, diye ümit ediyorum.
Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nuriye, s. 39
15.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|