Geçenlerde yeni banknotların üzerindeki resimler tartışılırken Ahmet Cevdet Paşanın kızı Fatıma Aliye Hanım’ın fotoğraflarının da yeni banknotların üzerinde yer alacağını öğrenmiş olduk. Akif ailesi gibi Cevdet Paşa’nın ailesi de talihsiz bir ailedir. Dünya görüşünü benimsemesi noktasında çoluk çocuğuna telkinleri yeterli olmamıştır. Netice itibarıyla, Cenâb-ı Hak bir âlimden bir zalim, bir zalimden de bir âlim dünyaya getirebilir. Nitekim ezelden beri sünnetullah böyle cereyan etmektedir.
Hidayet, hanedandan hanedana değil fertten ferde intikal etmektedir. Âdem Aleyhisselâm ile oğulları Habil ve Kabil’den beri durum bu minval üzeredir. Cenâb-ı Hakk, âl-i İbrahim, âl-i İmran, âl-i Davud gibi bazı aileleri seçmesine rağmen onlara sürekli muafiyet vermemiş ve bu noktada Hazreti İbrahim Aleyhisselâm’ın duâsına da icabet etmemiştir. Peygamberimizin de ümmeti noktasında bazı duâlarını kabul etmemesi gibi. Aksi takdirde, duâların kabulü pekâla sünnetullahın işleyişini ortadan kaldırabilirdi. Bu ise murad-ı İlâhiye terstir. Dolayısıyla her nesil kendi imtihanını kendi adına verir. Neticede Ahmet Cevdet Paşanın torunu İsmet, Katolik rahibe oldu. Tevfik Fikret’in oğlu Haluk, Protestan papaz… Haluk bir Protestan kilisesinin papazı olarak 1965 yılında öldü. Namık Kemal’in torunu ise kimliğini bir ateist olarak oluşturdu. Akif’in torunu ise Komünist Partinin başına geldi.
Bunları yadırgasak da sünnetullaha uygun gerçeklerdir. İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesinin haberine göre, Hamas’ın Batı Şeria’daki liderlerinden olan Şeyh Hasan Yusuf’un oğlu Mus’ab Yusuf da, ABD’ye iltica edip, Hıristiyanlığa geçmiş. Mus’ab Yusuf, “Umarım, babam da gözlerini Hz. İsa ve Hıristiyanlığa açar” diyormuş. Haberi bir fasık naklettiği için epistomolojik olarak kuşku duyabiliriz, ama ontolojik bağlamda böyle bir haber gerçek olabilir. Zira örnekleri var. Kardeşi Suheyb böyle bir haberi tekzip ediyorsa da.
***
Saldırgan misyonerler olduğu gibi saldırgan mezhep daileri de var. Saldırgan mübeşşir ve misyonerlerden birisi kuşkusuz el Hayat Kanalı’nda gece gündüz İslâma sataşan Butros Zekeriya’dır. Karizmatik bir vaiz. Mısır lehçesini de gayet tatlı kullanıyor. İşinin erbabı, ama baltayı sürekli taşa vuruyor. Hamaslı Şeyh Hasan Yusuf’un oğlu da iddialar doğruysa bazı telkin ve propagandalardan etkilenmiş aynen İsmet gibi. İslâmiyetin bir savaş dini ve warmonger (savaşa kışkırtan) bir din olduğuna kanaat getirmiş, bu kanaati de onu Hıristiyanlığa sevk etmiş. Bu kanaate varan birisinin Haluk olmaması düşünülemez. Bu bağlamda, eskiden Şia’dan Ehl-i Beyt yoluyla etkilenme olurdu. Günümüzde bu kalmadı veya en aza indi. Buna mukabil siyaset yoluyla imale etme ve ayartma usulleri var. Bunun da iki vechesi var. Kimileri pasifist olma sebebiyle tepki duyarak Hıristiyanlığı seçerken kimi de proaktif kişiliği sebebiyle teşeyyü etmektedir. Ne ilginçtir bir yazarın deyimiyle Irak ve Afganistan’da direnen Sünnîler taifi ve mezhepçi olurken Hizbullah tersine ümmetçi olmaktadır. Sistani gibi alenen Sünnîleri tekfir edenler varken; kendi tekfircilerini es geçenler Sünnî tekfircilerden bahsetmektedirler. Yani başkalarının gözünde çer çöpü görenler kendi gözlerindeki merteğin farkında bile değiller. Kardavi’nin de isabetle teşhis ettiği gibi Şia’nın bu yönüne meftun olanlar ya mezheben teşeyyü ediyorlar ya da siyaseten. Siyaseten teşeyyü etmiş olanlardan bazıları Fethi Yeken ve Fehmi Huveydi gibi zevattır.
***
Butros’un kimyasına uyan Şiî dailerden birisi Ali Gurani’dir. İba, Gadir ve Envar gibi Şiî haber sitesi ve ajansların haberine göre Ali Gurani sonunda Kardavi’nin Şiîlere öfkesinin kaynağını bulmuş ve keşfetmiş. Meğerse oğlu Abdurrahman Kardavi babasının temsil etmiş olduğu Sünnîlikten Şiiliğe transfer olmuş ve bu transfer sebebiyle Yusuf Kardavi öfkesini Şiîliğe boşaltmış. Yani Ali Gurani ‘Yarası olan gocunur’ demeye getiriyor. Çok ilginç. Demek ki Kardavi üstte onlarla takrip ve yakınlaşma sohbetleri yaparken alttan alta telkinlerle oğlunun kafasını çeliyor ve Şiîleştiriyorlarmış. Bravo onlara. Tabiî ki Kardavi bu tarz tali saldırılara tenezzül edip cevap vermiyor. Onun yerine Mısriyyun gibi bazı gazetelerde dostları veya bazı yazarlar ona vekâleten cevap veriyorlar. Tabiî bu tarz bir meselenin hiç yaşanmadığını söylüyorlar. Halbuki, Mehr Ajansından Hasanzade tam tersine Kardavi’nin çocuklarının Batı’da bohem hayatı yaşadıklarını ileri sürüyordu. Gerçekten de bu tali tartışmalar ortasında tartışılan meselenin mahiyeti kaynayıp gidiyor. Terbiyelerini verdiği hâlde çocukları Batı hayatını benimsemiş ve tercih etmiş ve bohem hayatı yaşıyorsa Kardavi üzülür ama bundan sorumluluk duymaz. Keza teşeyyü meselesi de böyle. Kardavi şahsî bir meseleden bahsetmiyor. İran’ın Sünnî dünyasını Şiîleştirme gibi bir gizli gündeminden bahsediyor ve bu gizli planlarını da takiyye ile örtbas ettiklerini ifade ediyor. Bunun İslâm dünyasında çok büyük gaile açacağını ve İran’ın da bundan menfi etkileneceğini söylüyor. Şia’nın tarihi geleneği böyledir. Sevilen sayılan insanlara dailik malzemesi olması için Şiîlik kulpu takar. Bizdeki Aleviler de böyle. Belki de kendilerine güvensizliklerini böyle aşmaya çalışırlar. Yavuz’dan öncesiyle sonrası arasında sun’î bir ayrıma giderler. Hatta Kızılbaşlık tarihi yazan bazıları Osman Gazi’nin isminin aslında Osman değil de Ataman/Atman olduğunu ileri sürerler. Zamanla tahrifata uğramış derler. Buna mümasil, İran’da kimileri Gazali’nin ölürken Şiîliğe geçtiğini ispat etmeye çalışır. Bazıları da ölmüş Ezher şeyhlerinden birisiyle yaptığı mektuplaşmalarda onun Şiîliği seçtiğini iddia eder. Oğulları reddetse de hayâlî mektup arkadaşı dâvâsından vazgeçmez. Hadde hesaba gelmez isnadlar...
Bağcılar Belediyesi’nin tertip etmiş olduğu Aliya Sempozyumu’nda da hadi skandal demiyelim de böyle bir hâl yaşanmıştır. Aliya ile hatıratını anlatan Hüseyin Hatemi, Aliya’nın bir Ali prototipi olduğunu ileri sürmüş ve ardından oğlu Bekir’i de Bakır yapmıştır. Bosnalılar Bekir’e Bakir demektedirler. Bu onların bir telâffuz şeklidir. Bizim Muhammed’e Mehmet dediğimiz gibi. Orada Hüseyin Hatemi şipşak bir biçimde saplantılarını konuşturmuş Bekir İzzetbegoviç’in huzurunda onu Bakır yapmıştır. Bereket bir vaftiz törenine benzer bir tören icra ve tertip etmeyi aklından geçirmemiştir. Burada sorun elbette Bakır değil ve dileyen bu ismi koyar. Mesele, Bekir ile Bakır arasındaki ayrımda ve en küçük vesile ile bu ayrımın yapılmasındadır. Meselenin üzücü olan yanı budur. Maalesef Murad Hoffman’ın dediği gibi küfür gibi taassup da birçok hakikati örter. Gannuşi’nin deyimiyle Şiîlerin temel sorunu sevgi ve nefretteki ifrat makamlarıdır. Onlarınki Bediüzzaman’ın kavramlaştırmasıyla, harfî mânâdaki nefret ve harfî mânâdaki sevgidir. Bu da taassubu tevlit etmektedir. Cafer-i Sadık, tarihçilerin ittifakıyla Hazreti Ebubekir ile Hazreti Ali’nin müşterek torunudur. Dolayısıyla ondan sonrakiler de öyledir. Muhammed bin Ebubekir’in tercihini hepimiz biliyoruz. Bu bir siyasetçinin ‘Fethullah da bizim Feyzullah da bizim’ dediği gibidir; Bekir de Bakır da bizimdir. Bir türküde söylendiği gibi: Türk–Kürt kardeştir ayrımcılık yapan kalleştir. Artık kabirde olsun onları rahat bırakalım. Maalesef Ümmeti Muhammed’in bugüne kadar en ağır imtihanı dahilde Şiîlerle olmuştur. İran devrimi maalesef siyaset üzerinden bu yarayı yenilemiştir. Veli Nasr gibilerin Şiî uyanışı gibi kitapları bunun ispatıdır.
Ahmet Cevdet Paşa’nın torunu İsmet,
Katolik rahibe oldu. Tevfik Fikret’in oğlu Haluk, Protestan papaz… Haluk bir Protestan kilisesinin papazı olarak 1965 yılında öldü. Namık Kemal’in torunu ise kimliğini bir ateist olarak oluşturdu. Âkif’in torunu ise Komünist Parti’nin başına geldi.
15.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|