Türkiye teröre karşı “yol haritası” arıyor. Terörle Mücadele Yüksek Kurulu dün de toplandı. Başbakan, “Gerekirse başka toplantılar da yaparak terörle mücadelede yeni yol haritası belirlenecek” diyor.
Görünen o ki çeyrek asrı aşkındır devlet hâlâ doğru dürüst bir “yöntem”i tesbit etmiş değil. Erdoğan’ın, “PKK’nın ortaya çıktığı ilk günden bu yana yapılan uygulamalara bakarak askerî önlemler dâhil başarısızlıkların nedenlerini incelediklerini” söylemesi, bunun açık bir itirafı…
Gerçek o ki, son Aktütün Karakolu baskınıyla özdeşleşen istifhamlar hâlâ cevabını bulmuş değil. Yüzlerce teröristin günler ve gecelerce toplanarak güpegündüz bir sınır karakoluna yaptığı saldırı, gün boyu süren çatışmaya rağmen desteğin saatlerce geç gelmesi ve Diyarbakır'da şehrin ortasında polis otobüsünün taranmasındaki ciddî istihbarat zaafına açıklık getirilmemiş.
Bu bakımdan öncelikle “istihbarat zaafı”nın üzerinde durulması gerekiyor. Başta güvenlik birimleri arasında etkin istihbarat paylaşımı olmak üzere, sınır güvenliğinin sağlanması; sınır karakollarının fizikî durumlarının iyileştirilmesi, yapılacak işlerin başında geliyor.
Keza dağa çıkışları önleyecek bölgeye yönelik sosyo-ekonomik tedbirlerin ele alınması lâzım. Genelkurmay’ın sözünü ettiği “ödenek sıkıntısı”nın mutlaka giderilmesi gerek… Ne var ki Başbakan, “palyatif önlemler peşinde olmadıklarını” söylese de, Ankara’nın aklına ilk gelen temel hak ve özgürlükleri kısıtlanması oluyor.
Başbakan ve Genelkurmay Başkanının katıldığı sözkonusu “terör zirveleri”nde yine demokratikleşme ve özgürlüklerden “tâviz”den başlanması, bu açıdan Türkiye için büyük bir talihsizlik…
ÖZGÜRLÜKLERDEN TÂVİZ OLMAZ
Ankara’nın bu defa da bu yanlışa sapması, demokratikleşmeden, hukukun üstünlüğünden, temel hak ve hürriyetlerden cayması, uzun zamandır büyük gayretlerle elde edilen kazanımları kaybetmesi anlamına geliyor.
Zirvede nihaî sonucun ne olacağı bu satırların yazıldığı sırada henüz netlik kazanmamıştı. Lâkin özgürlükleri daraltmak açısından Anayasanın değiştirilmesini gerektiren gözaltı süresinin uzatılması, sorguda avukat bulundurulmaması ve özellikle jandarmaya polis gibi şehirlerde de kolluk görevi yapma yetkisi verilmesi, daha baştan AB uyum yasalarıyla çelişiyor.
Demokratik ülkelerdeki gibi jandarmanın doğrudan İçişleri Bakanlığına henüz bağlı bulunmayıp Jandarma Genel Komutanlığının emrinde olduğu sistemde, şehirlerde de jandarmanın görev yapmasının güvenlik birimleri arasında meydana getireceği karmaşaya peşinen zemin hazırlanıyor.
İşin ilginç yanı, “Gözaltı süresi uzatılabilir mi, bakıyoruz” diyen Başbakan, “gözaltı, sorgulama ve aramalar”a ilişkin “bazı yasal düzenlemeler”den bahsediyor; daha işin başında İngiltere’deki uygulamayı “AB’deki uygulamalara örnek” gösteriyor. Adalet Bakanı, “reformlardan geri dönüş” yok dese de, hükûmet kanadının daha baştan kazanılmış temel hak ve hürriyetlerden “fedakârlığa” râzı olduğu görüntüsünü veriyor…
İstismara açık “âcil durumlar”da hâkim ve savcı izni olmadan araç, mesken ve işyeri aranabilmesine yeşil ışık yakan hükûmetin, gözaltı süresini yeniden uzatılması ve “avukatsız sorgulama” taleplerine teşne olduğu gözleniyor…
ANKARA BU GERÇEĞİ GÖRMELİDİR...
Türkiye, elbette ki terörle mücadele yöntemini geliştirecek. Elbette ki, GAP’ın tamamlanması, istihdam sağlayacak projelerin bitirilmesi için çalışması lâzım. Elbette ki, sivil ve asker herkesin, 40 bin insanının katline sebebiyet verdiren terörün durması için her türlü çâreye başvuracak…
Ancak yeniden örtülü bir biçimde adı konmamış “Olağanüstü Hal Yönetimi”ne dönüş terörle mücadelede baştan beri sayılan hiçbir sorunu çözemediği ortada. Sormak lâzım; karakol baskını karşısındaki zâfiyet hangi özgürlük yüzünden oldu? Sonra demokrasi ve insan haklarından tâvizle şimdiye kadar neyi halletti? OHAL’e dönüş çâre olsaydı, bölgenin ve hatta bütün Türkiye’nin uzun yıllar sıkıyönetimle, Olağanüstü Halle yönetildiği dönemlerde terörün kökü kurutulurdu. Özgürlükleri kısıtlamakla terör önlenseydi, şimdiye kadar çoktan önlenmişti…
Oysa tam tersi, özgürlüklerin kısıtlanması, bölücü teröre bahane oluyor. Sonuçta asker ya da polis, kendince Türkiye’nin hukuk reformlarını berhava edecek bazı “ek önlemler” isteyebilir. Bu onların görüş zâviyesi…
Lâkin siyasî iktidarın kendi eliyle buna fırsat vermesi, zaten durmuş olan demokratikleşmeden, hak ve özgürlüklerden geriye gidilmesi, küresel ekonomik krizin kıskacındaki Türkiye’yi daha da vâhim bir çıkmazın içine sokar; terörle mücadeleden de bir netice alınamaz…
Zira, dünyanın hiçbir yerinde güvenlik gerekçesiyle özgürlüklerin kısıtlanması, teröre ve şiddete engel olmamıştır. Otuz yıldır Türkiye’de de olmadığı gibi…
Ankara artık bu gerçeği görmelidir…
15.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|