Retro şampiyonuyuz!
Ağustos ayında, kimselerin dikkatini çekmeyen, gazetelerde bile yer bulamayan bir şampiyona düzenlendi İtalya’nın Parma şehrinde.
Bu şampiyonanın adı “Geri Geri Koşma Şampiyonası”ydı. Uluslar arası adı ise “Retro Şampiyonası.”
Türkiye’den de tek bir sporcu katılmıştı Retro şampiyonasına: Garson Ömer Arslan.
Biliyor musunuz: O şampiyonada Ömer Arslan 200 ve 400 metrelerde dünya rekoru da kırarak iki altın ve bir de gümüş aldı.
Oysa aynı zamanlarda Türkiye’de de Pekin’de düzenlenen olimpiyatlarda gümüş madalyaları toplayan Afrika kökenli Elvan konuşuluyordu yalnızca.
Ömer’in Elvan’dan farkı geri geri koşmasıydı.
Elvan ileriye doğru, Ömer geriye doğru koşuyordu.
Elvan rüzgârı önüne almış, havayı ciğerlerine doldurarak koşarken; Ömer verdiği nefesi geri almakta bile zorlanıyordu.
Devlet ve sponsorlar Elvan’a destek verirken, Ömer sponsor bulmakta bile zorlanmıştı. Hatta verdiği beyanatta, “Ülkemizde geri geri koşmayı hâlâ kabullenemeyen bir anlayış var. Bu sebeple kendime sponsor desteği bulamadım. Bazı belediye yöneticileri (İleri koşanlar varken biz geri geri koşana mı destek olacağız) dediler” şeklinde buyurdu.
İlahi Ömer! Bakma sen onlara; bu ülkede herkes geri geri koşma şampiyonasına katılsa emin ol, senin rekorların çok geride kalır.
Bak ülken de böyle zaten. İki adım ileri koşarken ardından hemen bir adım gerisin geri koşuyoruz. Bazen tersi de oluyor; iki adım geri, bir adım ileri.
Meşrûtiyetle başlamıştık ileri doğru koşmaya. İttihatçıların Ergenekoncuları yüzünden geriye doğru koşmaya başladık; soluğu Dünya savaşında aldık.
İlk TBMM’yi kurmuş, ileri doğru gidecekken, Ergenekoncu tek parti diktatoryasıyla geri geri hız yaptık. Söz konusu 25 yıllık geri koşma rekorunu hâlâ egale eden olmadı.
Neyse ki, Demokrat Parti'yle demokratik geleceğe koşalım derken, 60 ihtilâli ile 30’ların antidemokratik dönemine marş marş olduk!
Eh ne yapalım, kaderimize razıyız derken, Adalet Partisiyle umutlandık. Sen misin umutlanan, “pat” 71 muhtırasıyla “otur oturduğun yerde” olduk!
Ya 12 Eylül darbesine ne demeli? İşte bizi yüzyıllık geri koşma şampiyonu yapan da sır buydu: Yasaklarla yapılmış bir koşu yolunda Retro Şampiyonu olmuştuk çoktan. Retro anayasası ise en büyük mirastı bize. Teknik diktatörümüz, pardon teknik direktörümüz Kenan Evren ile “paşasının siyasetçileri” sayesinde tabiî.
Geri geri koşma şampiyonasına az bir ara verildikten sonra, mahallenin yaramaz çocuğu Necmettin ve oyun arkadaşları sayesinde ortaya çıkarılan ve bin yıl sürecek iddiasındaki 28 Şubat ile yakın maziye doğru bir mesafe daha koştuk…
Tam AB ile bu iş “tamam” derken, terör belâsıyla bahane bulan silâhlı bürokrasi bizi on beş yıl daha geriye koşturuyor şimdilerde.
Bu durumu Necmeddin’in eski oyun arkadaşları düzeltecek diyenler de fena halde yanıldılar; “paşasının başbakanı” olmayı reddeden Erdoğan kendine oy veren halkı fena halde yanılttı. “AKP mi acaba?” diyen milyonlar geri geri koştuklarını daha yeni anlıyorlar. Belli ki, “Olur mu şaptan şeker…” sözünü işitmemişler.
Eh, hükümetin de sloganı böyleydi zaten: Durmak yok, (geri geri) koşmaya devam!
İlahi garson Ömer!
Retro’da şampiyon oldum diye sevinme; senden daha büyük Retro şampiyonu, işte senin de bağrından çıktığın bu millet zaten!
|
B. SAİT ÇİFTÇİ
21.10.2008
|
|
Meslek liselerine yatay ve dikey geçiş hakkı verilsin
Eğitim sistemimiz tek tip insan yetiştirme anlayışından vazgeçmelidir.
Sistem olarak baktığımızda, bireyler kendi istek ve kabiliyetleri doğrultusunda eğitim alma özgürlüğüne sahip değildir. Bireyler ya anne babalarının istediği eğitimi almak zorundadır ya da devletin öngördüğü nitelikte ve ölçüde eğitim almak durumundadır. Eğer devlet bireyin devam edebileceği eğitim kurumlarını yerinde açmış ve hizmete sunmuşsa, birey o eğitimle yetinmek durumunda kalmaktadır. Anne-baba çocuğunun mühendis olmasını istiyorsa, çocuk hangi eğitimi alırsa alsın, başarısız olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla çocuğun okumak istediği alanı seçme iradesi tamamen anne-babaya aittir. Çocuğun, babasının istediği lise türüne uygun olarak bir liseye kaydı yapılmışsa, onun haricinde bir mesleğe veya istediği eğitimi alırken tercih kullanması mümkün değildir. Çünkü eğitim sistemi daha düne kadar birtakım uygulamalarla öğrenciyi ömrünün sonuna kadar başladığı eğitim türü doğrultusunda devam etmeye zorlamaktadır. Başarısız olsa da, seçilen mesleği sevmese de, ona devam etmeye zorlanmaktadır. Hatta ortaöğretimi tamamlayıp yükseköğretime devam etmek istese, sistemin öngördüğü doğrultuda bir fakülteye devam etmek zorundadır. Aksi takdirde boşta kalacak ve yükseköğretime devam edemeyecektir.
Kademeler arasında, ara sınıf ve son sınıflarda yatay geçişlerin önü kesilmektedir. Özellikle İmam Hatip Lisesi’ne ve Meslek Liselerine devam eden öğrenciler açık liseye, diğer liselere geçmek istediklerinde veya alan değiştirmek istediklerinde birtakım uygulamalarla engellenmektedir. Bu yaklaşım, bireylere, yetişkinlerin “bizim istediğimiz kadar ve bizim istediğimiz şekilde eğitim alabilirsiniz” yaklaşımını ortaya koymaktadır. Yetişkinler yeni nesilleri kendilerine benzetme çabasındadır. Oysaki eğitim yeni yetişen nesilleri geleceğe hazırlama; daha iyiye, daha güzele taşıma çabası olmalıdır. Bir eğitimci, eğitimi, “Çocuklarımızı eğitmek demek, onları kendimize benzetmek demek değil, onları olması gerektiği gibi yetiştirmektir” şeklinde tanımlamaktadır. Sisteme baktığımızda, bu güzel tanıma ne kadar aykırı eğitim uygulamaları yaptığımız çok daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Millî Eğitim Temel Kanunu, eğitimde yatay ve dikey geçişleri açarak eğitimin sosyal talebe göre demokratikleştirilmesi üzerine inşa etmiştir. Ayrıca 9. Kalkınma Planı’nda, “Ortaöğretimde Yatay ve Dikey Geçiş İmkânları Sağlanacak; Ortaöğretim; program türünü esas alan, yatay ve dikey geçişlere imkân veren, etkin bir rehberlik ve yönlendirme hizmetini içeren bir yapıya kavuşturulacaktır. Programlar, geniş tabanlı ve modüler esasa göre düzenleneceği” politika olarak belirlenmiştir. Ancak uygulamada, özellikle İmam Hatip Lisesi ve Meslek Liselerinden diğer liselere ve Açıköğretim Liselerine geçişler engellenmektedir.
Eğitimde demokratikleşmenin ve özgürlüklerin önünün açılması gerekir. Demokratikleşmenin ve özgürlüklerin önünün açılmasının yolu ise, bireylerin tercih ettiği eğitimi almasından geçiyor. Bunun için de hangi tür eğitim kurumuna başlarsa başlasın, hangi kademe ve sınıfta olursa olsun, yatay geçiş hakkının verilmesi temel insan hakkının gereğidir. Bütün dünyada eğitim anlayışı bu yönde gelişmektedir. AB eğitim anlayışı da, diğer ülkelerdeki eğitim uygulamaları da, esnek eğitim anlayışını geliştirmektedir. Bunun için diyoruz ki, eğitim sistemimizde esnek eğitim anlayışı içerisinde yatay ve dikey geçişlere her kademe ve türde fırsat verilmelidir. Ayrıca, yaygın eğitim ve örgün eğitim arasında da bu esneklik sağlanmalıdır. Bu yaklaşım eğitimde fırsat eşitliği ilkesini de gerçekleştirmiş olacaktır.
Eğitim-Bir-Sen olarak 2006 yılında düzenlediğimiz “Türk Eğitim Sisteminde Yeni Paradigma Arayışları Sempozyumu” sonuç bildirgesinde, “Bütün okul tür ve kademeleriyle alanlar arasındaki her türlü dikey ve yatay geçişler bütünüyle özgür ve esnek hale getirilmelidir” ifadesiyle bu yaklaşımımızı ve anlayışımızı kamuoyuna deklare etmiştik. Bu anlayışın eğitimde gerçekleşmesinin takipçisiyiz. Ayrıca, hayat boyu öğrenme anlayışı içerisinde yaygın eğitim ve örgün eğitim arasında da yatay ve dikey geçişlere bu fırsat verilmelidir. Sonuç bildirgesinin bir başka maddesinde ise, “Hayat boyu öğrenme ve eğitimde esneklik ilkesinden hareketle, eğitim sistemi, yaygın eğitim ile örgün eğitim arasında karşılıklı geçişlere imkân sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmeli; yaygın eğitimin örgün eğitim kurumları ile denkliğini sağlayacak belgelendirme sistemi geliştirilmelidir” şeklinde, esnek eğitim anlayışı ile ilgili bakış açımızı ortaya koymuştuk. Bu anlayış, ülkemizde daralan meslekî eğitimin önünü de açacaktır. Aynı zamanda hayat boyu öğrenme anlayışını da gerçekleştirmenin yol göstericisi olacaktır.
Sonuç olarak diyoruz ki, eğitim sistemimizdeki demokratik olmayan uygulamalardan vazgeçilsin. Temel insan hakkına aykırı bir uygulama olan İmam-Hatip Lisesi ve Meslek Liselerinden Açıköğretim Lisesi ile diğer tür ve kademedeki liselere geçişlerin önündeki engeller kaldırılsın. Bütün okul tür ve kademeleriyle alanlar arasındaki her türlü dikey ve yatay geçişler bütünüyle özgür ve esnek hale getirilsin. Bireylere, hangi tür ve kademede eğitim almak istiyorsa ve de bunu başarabileceğini ortaya koyuyorsa, bu hak sağlansın. İstediği eğitimi almak bireylerin temel hakkıdır.
|
HALİL ETYEMEZ / Eğitim-Bir-Sen
21.10.2008
|
|
Toplantı yapmayı bilmiyoruz
Toplantı yapmaya karar vermeden önce ‘neden toplanacağız ve toplantı sonucunda hangi konuyu çözüme kavuşturacağız’’ sorusunun cevabının verilmesi gerekir.
Toplantılar beyin fırtınası yapmak, bilgi vermek ya da bilgi edinmek için yapılır. Toplantının konusunun belirlenmesi, bireylerin toplantının işe yarayacağını düşünmesinde büyük öneme sahiptir. Belirlenen konuyla ilgili toplantı dışında başka bir faaliyetin yapılmasının daha faydalı olup olmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.
Toplantının yapılacağı yeri belirleyin. Buraya katılımcıların nasıl ulaşabileceğini öğrenin ve katılımcıları bu konuda bilgilendirin. Toplantıya katılacakların listesini hazırlayın ve toplantıda ne gibi görevler üstelenebileceklerini araştırın. Toplantının amacını ve toplantının sonucunda ne elde edileceğini katılımcılara da açıklayın. Toplantıda tartışılacak konu başlıkları tanımlandıktan sonra, her konu başlığının nasıl ele alınacağı da önemlidir. Bazı konuların yazı tahtası üzerinde anlatılması, bazı konuların tepegöz yardımıyla katılımcılara gösterilmesi ya da video ile izlettirilmesi gerekebilir. Toplantıyı organize edenlerce toplantı konuları, bu konulara ayrılan süreler ve kullanılacak materyaller dikkatle seçilirse, konuların dağılması engellenebilir. Sürecin doğru yönetilmesi karar alma sürecine herkesin sağlıklı biçimde katılımı ve çıkan sonucun herkesçe bilinmesi açısından son derece önemlidir. Bunu sağlamak için, ilk aşamada mevcut durumla ilgili bilgilendirilirler, sonraki aşamada sürece herkes dâhil olur ve neler yapılabileceği tartışılır, son aşamada da kararlar belirlenir. Anlatılanların herkes tarafından anlaşıldığından emin olun. Konuların uzamamasına dikkat edin ve gerekli bölümlerde ara verin. Katılımcılar zaman zaman kendi aralarında tartışabilir, müzakeresi tamamlanmış eski konulara geri dönebilirler. Böyle durumlarda toplantı yöneticisi arabuluculuk yapmalıdır.
Toplantı sırasında katılımcıları kendi aralarında sürekli başka konuları tartışmaları, toplantının yapıldığı yere sık sık birilerinin girip çıkması, cep telefonunun çalması, masa ve sandalyelerdeki gıcırdamalar, mekândaki aksaklıklar (odanın çok sıcak, çok soğuk, karanlık ya da gürültülü olması), kalem-kâğıt gibi materyallerin zamanında dağıtılmaması, tepegöz ve videonun çalışmaması toplantı verimliliğini olumsuz etkiler. Bu konuda gerekli tedbirler toplantı öncesinde alınmalı ve katılımcılar nazik bir dille uyarılmalıdır. Toplantı yöneticisi katılımcılardan veri isterken onlara belirli bir süre (2 dakika) verebilir. Böylece herkesin konuyla ilgili söz alması istenebilir. Konuşmak istemeyenler zorlanmamalı, katılımcı olmak istemeyenlerin toplantıdan ayrılmasına izin verilmelidir.
Toplantı sırasında katılımcı sözünü tamamlayana kadar bekleyin ve onu dinlediğinizi göstermek amacıyla anlattıklarıyla ilgili sorular sorun. Gerçekten önemli ve büyük bir fikrin ortaya çıkması için pek çok fikre ihtiyaç vardır. Toplantılarda beyin fırtınasından yararlanın. Böylece katılımcılar sorunlara çok kısa sürede farklı açılardan bakabilir ve kendileri de benzer şekilde fikirler üretebilirler. Toplantıda farklı mizaç ve kişiliklerden bireylerin olmasına özellikle dikkat edilmelidir. Böylece baskın kişilikli bireylerin ya da yöneticilerin düşüncelerinin, diğer katılımcılarca şartsız kabullenilmesinin önüne geçilmiş olur.
Toplantıda siz sunum yapacaksanız, toplantının yapılacağı yere mutlaka önceden gelin katılımcıları karşılayın. Onların toplantıya nasıl bir ruh haliyle geldiklerini anlamaya çalışarak, hitap biçiminizi belirleyin. Sunuma başlamadan önce kullanacağınız araç-gerecin hazır ve çalışır durumda olduğundan emin olun. Materyallerin katılımcıların bilgi ve anlama düzeyine uygun olup olmadığını denetleyin. Toplantı sonunda dağıtacağınız geri bildirim formlarını ulaşabileceğiniz bir yere koyun. Bütün katılımcıları tanıyor bile olsanız mutlaka kendinizi tanıtın. Sunum için seçtiğiniz konuyu ve nasıl bir sunum süreci izleyeceğinizi anlatın. Daha önce duyurduğunuz ya da size tanınan süreyi aşmayın. Sunum sırasında coşkulu olun ve öğrenmeye açık olduğunu hissettirin. Tebessüm ederseniz, katılımcıların ortama ve birbirlerine alışmaları kolaylaşır. İzleyicilerden gelebilecek muhtemel soruları belirleyin ve bunlarla ilgili hazırlık yapın. Toplantı sonunda katılımcılara sizi dinledikleri için teşekkür edin.
Mutlu bir hafta geçirmeniz dileğiyle…
|
MUSTAFA OĞUZ
21.10.2008
|
|
Kulak, yüreğe giden bir caddedir
Dİnlemek, gösterebileceğimiz nezaketlerin en yükseğidir (Dale Carnegıe).
Dinlemeyi öğrenirsen kötü konuşmalardan bile faydalanabilirsin (Plutarch). Güzel söz söyleme san'atı varsa güzel dinleme ve anlama san'atı da vardır (Epiktetos). Dilin düşüncenden önce hareket etmesin (Chilon). Dinlemek insana kendini ölçmek, değerlendirmek imkânlarını sağlar (Forester). Ne kadar bilirsen bil, anlatabildiklerin, karşındakinin anlayabileceği kadardır (Mevlânâ). Dilinizi daima iyi kullanınız. O sizi saadete götürdüğü gibi, felâkete de götürebilir (Hz. Ali). Herkes benim düşünceme katılırsa, yanılmış olmaktan korkarım (Oscar Wilde). Bilgeliği, elindeki değnekle araştırmadan, sağlamlığından emin olmadan adım atmayan körlerden öğrendim (Lokman Hekim). Herkes öfkelenebilir, bu kolaydır. Ancak, doğru zamanda, doğru ölçüde, doğru maksatla, doğru şekilde ve doğru kişiye öfkelenmek, işte bu kolay değildir (Aristotales). Bu dünyaya anlaşılmak için değil, anlamak için geldik. Anlaşılamamanın üzüntüsünü duyacağımız yerde, bütün ruhumuzla başkalarını anlamaya çalışsak hayat ne kadar güzel olurdu (E. Renan). İki şey aklın eksikliğini gösterir: konuşulacak yerde susmak, susulacak yerde konuşmak (Sadi).
|
21.10.2008
|
|
Hintlilerin fil tarifi
Hİntlİler karanlık bir ahıra bir fil getirip halka göstermek istediler.
Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gözle görmenin imkânı yoktu. O, göz gözü görmeyecek kadar karanlık yerde file ellerini sürmeye başladılar.
Birisi elini hortumuna geçirdi.
“Fil bir oluğa benzer” dedi.
Başka birinin eline kulağı geçti,
“Fil yelpazeye benziyor” dedi.
Bir başkası da sırtını ellemişti,
“Fil bir taht gibidir” dedi.
Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa, fili ona göre anlatmaya başladı. Onların sözleri, algılamaları yüzünden birbirine aykırı oldu.
Birisi dal dedi, diğeri elif.
Herkesin elinde bir mum olsaydı sözlerindeki aykırılık kalmazdı. (Mesnevî’den)
|
21.10.2008
|