Yanar döner Kahire… Gecesi gündüzü olmuş, gündüzü geceye dönmüş... Dertlere derman, yaralara merhem Kahire… ”Sokakları pis” diyenlere inat, ” Kötü kokular var“ diyenlere inat, misafirperver Kahire… Mısır’ın yükünü kalbinde taşımış, Nil’in en kalabalık ziyaretçisi olmuş, Piramitlere komşuluk yapmış Kahire… Sanki Büyükada’da da atlardan dolayı meydana gelen bir koku yokmuş gibi, sanki bu kokuya rağmen biz Büyükada’yı sevmezmişiz gibi, Piramitlerin etrafındaki at ve deve kokularından edilen şikâyetlere bile sesini çıkarmamış Kahire…
Dönüp gelmenin çok zor geldiği zamanların ötesinde, durup Kahire’ye baktım. Gökyüzünde yıldızlar yoktu sadece, buna içerledim. Sonra da kızdım kendime, “Neden dönmek bu kadar zordu bu güzel şehre?” diye… Ve sanırım cevabı da sorusunda gizliydi: “Çünkü bu şehir, alışkanlık yapıyordu.”
Nil-i mübarek, şehri ikiye bölüp de bütün cömertliğiyle suyunu eksik etmez yıl boyu Kahirelilerden. Ve de, Kahire’nin ziyaretçilerinden hiç hıncını çıkarmadan… Sessiz sedasız kimi zaman, ama hep bol bol akar, durur...
Bediüzzaman Said Nursî, Nil-i mübarek’in de Dicle ve Fırat gibi dağlardan doğduğunu belirtir 20. Söz’de… Ve devam eder:
“ Şöyle azîm (büyük) ırmakların, elbette mümkün değil, şu dağlar hakikî menbaları (kaynakları) olsun. Çünkü faraza (farz edelim ki) o dağlar tamamen su kesilse ve mahrutî (konik) birer havuz olsalar, o büyük nehirlerin şöyle sür’atli (hızlı) ve kesretli (çok) cereyanlarına (akmalarına), muvazeneyi (dengeyi) kaybetmeden, birkaç ay ancak dayanabilirler. Ve o kesretli masarife (masrafa, gidere) karşı, galiben (çoğu zaman) bir metre kadar toprakta nüfuz eden (içine alan) yağmur, kâfi varidat (gelir) olamaz. Demek ki, şu enhârın nebeanları (nehirlerin kaynayıp yerden çıkmaları), âdi ve tabiî ve tesadüfî bir iş değildir (kendi kendine olmuyor). Belki pek harika bir surette, Fâtır-ı Zülcelâl onları sırf hazine-i gaybdan (gizli hazinesinden) akıttırıyor.
“İşte, bu sırra (gizli hakikate) işareten, bu mânâyı ifade için, hadiste rivayet ediliyor ki, ‘O üç nehrin her birine Cennetten birer katre (damla) her vakit damlıyor ve ondan bereketlidirler.’ Hem bir rivayette denilmiş ki: ‘Şu üç nehrin menbaları Cennettendir.’ Şu rivayetin hakikati şudur ki: Madem esbab-ı maddiye (maddî sebepler), şunların bu derece kesretli nebeânına kabil değildir. Elbette menbaları bir âlem-i gaybdadır (manevî âlem) ve gizli bir hazine-i rahmetten (rahmet hazinesi) gelir ki, masarifle varidatın muvazenesi (gelir-gider dengesi) devam eder.”
Nil-i mübarek... Bereketli Nil... Güzel Nil… Cömert Nil… Cehennem-nümun (cehennem gibi) sahra (çöl) komşuluğunda şöyle cennet-misâl (cennet gibi) bir mevki-i mübarek (mübarek yer) olan Nil… Bağrında Yusuf’ları taşımış Nil… Belki Yusuf Aleyhisselâmın, kardeşinin devesine koydurduğu su kabını doldurmuş, ondan Bünyamin’e su içirmiş Nil… Kaynağını cennetten alıyor olmasa, bunca susuzun, bunca seyyahın, bunca ona ihanet edip hakkına girenin, nasıl olur da susuzluğunu dindirir ki Nil? Nasıl olur da, bu kadar az düşen yağmura rağmen, bu kadar bereketli olur ki Nil?
Mısır deyince akla hiç şüphesiz Piramitler gelir, bir de Nil… Mısır’da kesinlikle bir başka olan güneş, Nil’e bir başka düşer, Piramitleri bir başka ısıtır… Kahire, işte bütün bunların ortasındadır, hepsinden nasibini alır. Piramitten, güneşten ve Nil-i mübarekten… İnsanlar, yine de her nasılsa acımasız olurlar ona karşı… Bilip bilmeden yerden yere vururlar da, Kahire birşey demez onlara, tebessüm edip, affeder yine de…
Efendim, artık Mısır’a döndük… Bundan sonra yine kaldığımız yerden Mısır mektuplarıyla, Mısır’dan yazılarla görüşmek üzere, İnşaallah…
21.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|