Geçtiğimiz hafta sonu bazı gazetelerde yer alan (aa) kaynaklı bir habere göre, Sakarya'da oturan 43 yaşındaki bir hanım, sinüzit rahatsızlığı sebebiyle burnuna acı kavunun suyunu damlattığı için fenalaşarak hastahaneye kaldırılmış.
Hastanın ifadesi şöyle: "Acı kavunun suyunu burnuma damlattım. Burnumdan çok iltihap aktı. Rahatladım, ama bir yandan da fenalaştım.''
Konuyla ilgili konuşan doktor da, "Sinüzitin olduğu bölgeye yakın görme sinirleri var. Acı kavun, zehirleme etkisiyle hem bu sinirlere hem de beyne zarar verebiliyor."
Bütün bunları doğru bilgiler olarak kabul edebiliriz.
Hakikaten, çok zehirli olan bu bitkinin suyu hoyratça burna çekildiğinde, sinüzite iyi gelse bile, başka türlü rahatsızlıklara yol açabiliyor.
Nitekim, bunu kullanan hastanın durumu da aynıdır. Sinüzitten kurtulmuş; ancak, bu ilâcın başka yan etkileriyle fenalaşmış.
İşte, son derece dikkat ve hassasiyet gerektiren bu durum sebebiyledir ki, acı kavunla sinüzit tedâvisi olmak isteyenlere tâ yıllar önce şu tavsiyelerde bulunmuştuk:
"Sakın ha, bu bitkinin suyunu burnunuza çekmeyin. Sakın ola, bunun bir tek damlasını dahi burnunuza damlatmayın.
"O halde, bu illetten kurtulmak için, bitkinin suyunu bir çay tabağına damlatın ve kulak pamukçuğu gibi minik bir pamuk parçasını bu zehirli suya bandırırıp hafifçe ıslattıktan sonra, bunu burnunuzun iç yüzeyine yavaşça sürün.
"Yani, ilâcın suyunu burnunuza damlatmayın; bir pamukçuk ile sıvıyarak burnunuzu sadece ıslatıp nemlendirin, yeter. Çünkü, bu acı suyun kokusu ve nemi dahi sinüziti tedâvi etmeye kâfi gelebiliyor."
Evet, kendimiz dahi aynen öyle yaptık ve yapıyoruz. Bu sûretle yapılmış yüzlerce tecrübe var. Bunun şimdiye kadar hiçbir sakıncasını da görmedik. Buna mukabil, bazı ameliyatların dahi kesin çare olmadığını biliyoruz.
Başbakan'ı dinlemeyen tirajlar
Doğan Medya Grubuyla giriştiği hararetli düellonun son merhalesinde taraftarlarına hitaben "Siz de bu grubun gazetelerini almayın, boykot edin" diyerek, kendince "anladıkları dilden" cevap veren Başbakan Erdoğan'ın, bu hususta fenâ halde yanıldığını ve açık düştüğünü daha evvelki bir yazımızda ifade etmiştik.
Zira, aradan bunca zaman geçtiği halde, o grubun gazetelerinde en ufak bir tiraj kaybı dahi yaşanmadı.
* * *
Başbakan'ın bu hususta ikinci kez düştüğü yanılgı ise, Taraf gazetesi hakkındaki öfkeli konuşmasından bir hafta sonra ortaya çıktı.
Genelkurmay edâsıyla Taraf gazetesini eleştiren ve hatta "Siz kimin medyasısınız?" diyecek kadar ithamvâri konuşan Başbakan, geçen hafta ayrıca şu kesin ifadeleri de sarf etti: "Bu tarz bir yayıncılık anlayışıyla tiraj falan kazanamazsınız. Böyle bir yayın politikası, tirajınızı arttırmaz; ama, böyle yapmakla bizi ve orduyu yıpratmış olursunuz."
İşte, sayın Başbakan bu noktada da çok fena halde yanıldı. Açıklanan son tiraj raporuna göre, normal tirajı 30 binlerde seyreden Taraf gazetesinin son bir haftaki tirajı, yani ortalama günlük satışı 58 bin adettir.
Ayrıca şunu da ifade edelim ki, sağlam olan, sağlam duran, vazifesini doğru ve sağlıklı şekilde yapanı kolay kolay hiç kimse yıpratamaz. Ortada bir yıpranma varsa şayet, bunun en önemli sebebi güvensizlik, düzensizlik ve merkezî bir zaafiyet olabilir ancak.
Hatırlatma: Taraf gazetesi, 17 ölüm 21 yaralanma ile neticelenen bir fâcianın arka planını resmî bilgi ve belgeler ışığında kurcalamış ve sorumluları hesap vermeye dâvet etmişti.
Tarihin yorumu 22 Ekim 1919
Amasya Protokolü
Yakın tarihimizde "Amasya Protokolü", ya da "Amasya Mülâkatı" ismiyle yer alan anlaşma, İstanbul hükümeti temsilcisiyle Kuvâ–yı Milliye temsilcileri arasında yapıldı.
Erzurum ve Sivas Kongrelerinden sonra Anadolu ve Rumeli'nin hemen her tarafında teşkil edilen Müdafaa–i Hukuk Cemiyetlerinin müşterek ve mustakil hareket ettiğini gören İstanbul hükümeti, bu yeni oluşumla bir mutabakat yapma gereğini duydu.
Bu maksatla harekete geçen Ali Rıza Paşa kabinesi, Bahriye Nazırı Salih Paşayı Amasya'ya gönderdi.
Amasya'da Heyet–i Temsiliye üyelerinden M. Kemal, Rauf Orbay ve Bekir Sami Beylerle biraraya gelen Salih Paşa, iki–üç gün süren görüşmelerin ardından, ikisi gizli tutulmak üzere beş ayrı protokol metni hazırlayarak üzerinde mutabakata vardılar. (22 Ekim 1919)
Bu anlaşmayla , İstanbul Hükûmeti ile Millî Mücadele harekâtı arasında şu hususlarda kısmî de olsa bir mutabakat sağlandı:
Milletvekili seçiminin serbest ve müdahalesiz yapılması, vatanın bütünlüğü ve istiklâlinin muhafazası, gayr–ı müslimlere ülkenin siyasî ve sosyal dengesini bozacak imtiyazlar verilmemesi, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtının İstanbul hükûmeti tarafından hukukî bir kurul olarak tanınması, İtilâf Devletleri ile yapılacak görüşmelerde Heyet-i Temsiliye’den de temsilci bulundurulması, Meclis-i Mebusanın İstanbul dışında daha güvenli bir merkezde toplanmasının sağlanması.
İki heyet arasında yapılan görüşmelerde, gizli tutulmak kaydıyla daha başka maddeler de görüşülerek karara bağlandı.
Ne var ki, kısa bir süre sonra meydana gelen hadiseler ve bilhassa 16 Mart 1920'de İstanbul'da yaşanan kanlı işgal hareketi, İstanbul ve Ankara'daki Temsil Heyeti'ni büsbütün zıtlaştırdı. Mebusların işgal altındaki İstanbul'dan kaçarak ferden ve gruplar halinde Ankara'ya gelmesiyle, zaten yeni ve tamamen farklı bir hükümetin teşkiline sebebiyet verdi.
22.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|