Nüktedan bir ağabeyimizin harikulâde bir benzetme yaparak dediği gibi: "Oduncu odun, kömürcü kömür, nalburcu nalbur olmadığı gibi, Türkçü olan da Türk değildir."
Bu teşbihli anlatım, esasında Üstad Bediüzzaman'ın şu hakikatli ifadelerine dayanıyor: "İlhâda giren (dinden çıkan) ve Türkün hakikî bütün mefâhir-i milliyesini taşıyan İslâmiyet milliyetinden çıkmak isteyen adamları Türk bilmiyoruz; Türk perdesi altına girmiş frenk telâkki ediyoruz. Çünkü, yüz bin defa Türkçüyüz deyip dâvâ etseler, ehl-i hakikati kandıramazlar. Zira fiilleri, harekâtları, onların dâvâlarını tekzip ediyor." (Mektubat, s. 411.)
Başka eserlerinde de aynı hakikate parmak basan Bediüzzaman Hazretleri, ırkçılık zahrini kusan Türkçü reislerin hakikî Türk olmadığını; bunların birer "hamiyetfuruş sahtekâr" olduğunu, bin yıl İslâmın bayraktarlığını yapan Türklerin ise, kendi milliyetlerini bu dâvâ uğrunda kal'a yaparak fedâ ettiklerini adeta haykırarak ilân ederken, kendi duruşunu da gayet net bir şekilde şu sözlerle ifade ediyor: "Din-i İslâmiyet milliyetiyle ebedî ve hakikî bir uhuvvet ile, Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla şiddetli ve pek hakikî alâkadarım. Ve bin seneye yakın, Kur’ân’ın bayrağını cihanın cihât-ı sittesinin etrafında galibâne gezdiren bu vatan evlâtlarına, İslâmiyet hesabına müftehirâne ve taraftarâne muhabbettarım." (Age, s. 408.)
Üstad'ın aynı paralelde sarf etmiş olduğu bir başka ifadesi de şudur: "İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’âniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası"dır. (Tarihçe-i Hayat, s. 202.)
Evet, hangi milletten olursa olsun, Hz. Bediüzzaman'ın üstadlığını kabul ve Nur Talebesi olmayı şeref addeden herkesin, Risâle–i Nur'dan iktibas ettiğimiz yukarıdaki hakikatli ifadeleri içine sindire sindire kabul etmesi gerekir. Aksi halde, kendi kabulleriyle ve inanmış olduğu dâvâsıyla ters düşmüş olur.
İşte, hakikatte ırkçı olmayan ve bin yıla yakın bütün mevcudiyetiyle Kur'ân'a ve İslâma galibâne sûrette hizmet eden hakiki Türklerle iftihar eden ve onlara her milletten ziyade muhabbet besleyen Bediüzzaman Hazretleri, eski bir talebesinin "Rafizî de olsa bir Kürd'ü sâlih bir Türk'e değişmem" diyecek kadar bozulması karşısında, haklı olarak "Eyvâh!" diyor ve onu bu dehşetli vartadan kurtarmak için günlerini harcıyor.
Evet, o gün olduğu gibi, bugün de aynı meseleyi etraflıca görüp düşünmek gerek: Madem ki, hakiki Türkler kendi milliyetini İslâmiyet milliyetiyle mezcetmiş ve madem ki Türkçülük yaplanlar hakiki Türk değil, o halde necip Türk milletine kin ve husûmet neden, düşmanlık neden?
Yani, Türkçülüğü Türk olmayan dönmeler, münafıklar, vesâireler yapacak, fakat sen kalkıp Türk'e düşman olacaksın, öyle mi? Böylesi bir düşmanlık, hiç insafa, vicdana sığar mı? Eyvâh ki, eyvâh!..
Bu noktada itirazı veya şüphesi olanlara tarihen de ispat edebiliriz ki, en baştaki ekâbirler dahil olmak üzere, Türkçülük hareketinin ve fikriyatının başını çekenlerin hiçbiri hakiki Türk değildir.
Yine oturup şunu da düşünmek gerek: Müslüman Türkler'e karşı yapılacak olan düşmanlıktan kim, yahut kimler istifade ediyor? Elbetteki, bu vatan ve İslâmiyet düşmanları...
Şüphesiz, Kürtçülük yapan gafil Kürtler bulunduğu gibi, Türkçülük yapan bir kısım gafil Türkler de var. Fakat, bu hastalığın kaynağı başka olduğu gibi, tarafları birbirine kırdıran unsurların ipleri de başkasının elinde. Hariçtekiler, maşalarla istediği gibi oynuyor.
Doğru yer, doğru sevgi
Ben, Türk paşasının zeki, cesur, atak, kışlasıyla bütünleşen; halkına müşfik, hasmına müthiş duran; öfkesini dizginleyen, saldırılara ise anında karşılık veren ve her daim teyakkuz halinde olanını severim.
Tarihin yorumu 18 Ekim 1920
Mecburiyetten Komünist Parti'li olmak
Türkiye Komünist Partisi Ankara TKP kuruldu. Rusya'nın talebi üzerine kurulan bu partiye, Ankara hükümetinin hemen bütün erkânları üye oldu.
Parti üyeleri arasında çıkan bazı anlaşmazlıklar ve Rusya'nın adamı olarak bilinen Mustafa Suphi ile arkadaşlarının Karadeniz'de Rusya'ya gitmekte olan bir gemide meçhûl kişiler tarafından boğularak öldürülmeleri üzerine (28/29 Ocak 1921) TKP'nin açık faaliyeti de sona ermiş oldu. Parti, bu tarihten sonra faaliyetlerine illegal olarak devam etti.
Rusya'nın hesabı
Anadolu topraklarını işgal ve istilâ etmeye girişmiş bulunan Fransız, İngiliz ve Yunan kuvvetlerine karşı ölüm kalım mücadelesi veren Ankara Hükümetini ilk tanıyan ülke Sovyet Rusya idi.
Bu sebeple, iki hükümet arasındaki dostluk ve yardımlaşma köprüsü sür'atle tesis edildi.
İngiltere'nin İstanbul ve Anadolu'daki yayılmacı politikalarını kendisi için son derece tehlikeli bulan Sovyet Rusya, Millî Mücadelenin en zor ve en kritik aşamasında (Eylül 1920–23) Türkiye'ye yüklü miktarda para ve silâh yardımında bulundu.
Yapılan bu yardımların karşılığında ise, Rusya'nın da Ankara hükümetinden bazı istekleri oldu. Bunlardan bir tanesi de, 10 Eylül 1920'de Bakü'de kurulan Türkiye Komünist Partisi merkezinin Ankara'ya taşınması ve bu partinin Türkiye'de rahatça faaliyet göstermesiydi.
Rusya'nın bu talebi 17 Ekim 1920 tarihli Meclis gizli oturumunda görüşüldü ve kabul edildi. Ertesi gün, hemen bütün ekâbirlerin kurucu üye sıfatıyla dahil olduğu TKP kuruldu. Bu partinin ömrü, dahilî çalkantılar sebebiyle ancak üç ay kadar sürebildi.
Komünist parti resmen kapanmıştı; fakat, istilâcı ve ifsat edici komünistlik (bolşeviklik) anlayışı, Türkiye'deki varlığını daha da arttırarak devam etti.
18.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|