Kabul etmek lâzım ki, ‘doğru’yu savunmak her yiğidin işi değil. Bilhassa demokrasinin ‘isimden ve resimden ibaret olduğu’ ülkelerde, doğruyu savunanı ya dokuzuncu köye, ya da onuncu köye göndermeye çalışırlar. Ne yazık ki, tarih, bu hadiselerle doludur.
Bununla birlikte, ‘yanlış’ı savunanlara yaranmak isteyenler de maksatlarına ulaşamaz, tam aksiyle tokat yer. Uzun dönemde yanlışçılara yaranmak isteyenler hatalarını anlar, ama çoğunlukla geç kalınmış olur ve pirinçten de, bulgurdan da mahrum kalınır.
Herkesin muhatap olduğu bir imtihan var ve siyasetçilerin imtihanı da bu noktada başlıyor. İktidara gelen siyasetçilerin, muhalefetteyken vatandaşa söylediklerini unutması çok garip. Ya millete ‘daha fazla hürriyet, daha fazla demokrasi sözü’ vermesinler, ya da lütfen verdikleri sözlere iktidar koltuğunda otururken de sahip çıksınlar.
Son bir ayda yaşanan tartışmalara bakınca, iktidar koltuğunda oturanların ‘şaşırdığını’ söylemek mümkün. Doğru söyleyeni savunmak yerine, yanlış yapanları can-ı gönülden destekliyorlar. Peki, onlar yanlışı yapanları savunuyor diye ‘yanlış’ iş ‘doğru’ oluyor mu?
Nasıl ki iktidara gelmek için milletin reyine, tercihine başvuruluyor; son günlerde yapılan tartışmalar hakkında da vatandaşın reyine müracaat edilmesi düşünülmez mi? Bırakalım iktidara muhalif olanları, bizzat iktidara oy vermiş ve verecek olanlar bu konuda ne düşünüyor? Belki bir referandum yapılmasına gerek yok, ama hiç değilse bir kamuoyu araştırması yapılabilir. İktidar partisi mensupları, kendi partilerinin il ya da ilçe yöneticilerine sorsa, belli bir temayül ortaya çıkar. Ve bu temayül, iktidar partisinin ortaya koyduğu tavrın ‘doğru bir tavır olmadığı’ şeklinde neticelenebilir.
Hani, her kurum ve kuruluşta ‘yanlış yapan’ olurdu. Bu ‘her kurum’a bazı kurumlar dahil değil mi? Madem her kurumda yanlış yapanlar olabilir, o halde topyekûn savunma yapmaya ne gerek var? “Yanlış yapan varsa hesabını vermelidir, verecektir” demek ve bunu gerçekleştirmek çok mu zor?
“Evet, çok zor” diyenler haklı olabilir. Fakat bu ‘zor’u gerçekleştiremedikten sonra Türkiye’nin sıkıntılarını geride bırakması kolay değil. Gerek hükümet ve gerekse sivil toplum kuruluşları, el birliği ile bu ‘zor’un başarılması için çalışmak durumundadır.
İktidar cenahının bunu yapmak yerine, toptan bir anlayışla varsa ‘yanlış’ yapanlara da sahip çıkması tarihî bir vebaldir. ‘Yanlış sorulan soru’lar dahi olsa; bunları kızgınlık ve öfke ile karşılamak çare değil.
Bakınız, şimdiye kadar sorulmayan soruların nihayet sorulmaya başlanması; ‘soru sorma yasağı’ ile bir yere varılamayacağını görmemizi sağlamalıdır. İktidar cenahı, her soruya makul cevaplar vermek durumundadır. Soru sormayı engelleyici bir yaklaşım, sadece yeni ve belki de daha çetin soruların gündeme gelmesine sebep olur.
Türkiye’yi idare edenler, gönül huzuruyla “Sor suali, al cevabı” tavrını sergilemeli...
18.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|