Medyada çıkan “Aktütün Karakolu baskını biliniyordu” haberlerine Genelkurmay Başkanı’nın “Herkes dikkatli olmalıdır ve doğru yerde durmalıdır!” cevabı ortasında, Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulunun kararları doğru dürüst tartışılamadı.
Önceki gün hükûmetin askerle yaptığı ve 6.5 saat süren toplantıda, İçişleri Bakanlığı bünyesinde terörle mücadeleyi yönetmek üzere “iç güvenlik müsteşarlığı”na benzer yeni bir kurulun oluşturulmasının dışında, başka bir kararın çıkmaması, Ankara’nın hâlâ detayda kaldığının göstergesi.
Sözkonusu kurul, güvenlik güçleri arasında istihbarat paylaşımını sağlamak, ortak bilgi havuzu oluşturmak ve dağa çıkışları önleyip, çıkanların indirilmelerini temin etmek ve pişmanlığın etkin bir biçimde uygulanabilmesi konularında çalışacakmış.
Terörle mücadelenin sosyolojik, dış politika ve hukukî yönlerinin kapsamlı bir biçimde ele alındığı belirtilen “zirve”den Adalet Bakanlığının Genelkurmay Başkanlığı ile “gözaltı süresinin uzatılması”, “konut ve araç aramaları” gibi konularda yasal düzenleme çalışmaları yapacakları bilgisi, gelinen noktada hâlâ “terör için özgürlüklerden tâviz” zihniyetinin milleti ve ülkeyi felâkete sürükleyen hatalara devam ettiğini ele veriyor…
MİLLETİN BİRLİĞİNİ DİN KARDEŞLİĞİ SAĞLAR…
Oysa bunun terörü önleyemediği, öteden beri dayatılan dinden bîbehre ideolojik devlet sistemiyle çeyrek asrı aşkındır azan bölücü terörün önlenemediği herkesin mâlumu… Türkiye, terörü tartışırken, sonucu değil, sebebi araştırmalı. Terör ve bölücü terör neden ve nereden türüyor, hangi unsurların eseri? Öncelikle bu soruların cevabı verilmeli.
Cumhuriyet Halk Fırkasının “milliyetçilik” ve “devletçilik” gibi ilkelerinin devletin temel umdesi haline getirilmesiyle başlayan ve “mekteplerde tatbik edilecek yeni öğretim usûlleriyle yetişecek gençliğin Kur’ân-ı ortadan kaldırması ve bu sûretle milletin İslâmiyetle olan alâkası kesilmesi” maksadıyla dayatılan “dinden tecrid eğitim”in terörü ürettiği nedense hep göz ardı ediliyor.
Görünen o ki Bediüzzaman’ın tespitiyle, “istibdad-ı mutlaka ‘cumhuriyet’ nâmını veren, sefâhehet-ı mutlaka ‘medeniyet’ ismi veren”, din dışılığı rejim altına alan, cebriliğe ve keyfiliğe “kanun” ismini takarak devleti şaşırtan zihniyet hâlâ işbaşında. Din yerine “ulusçuluk” perdesinde tek partinin esaslarını devletle birleştiren “devrimler”i demokrasiye tercih eden tepeden inmecilik hâlâ hükümferma…
Demokrasi hak ve hürriyetlerden yoksun, din ve mânevî değerlerden azâde “stratejik plânlamalar”ın, “dağa çıkışları önleyemediği ve dağdakileri indiremediği”, bölücü terör bataklığını kurutamadığı; daha da içinden çıkılmaz bir çıkmaza ve çözümsüzlüğe ittiği ortada.
Teröre karşı tedbirlerde elbette, sosyolojik, ekonomik ve siyasî tedbirler alınacak. Elbette sivil ve askerî güvenlik güçlerinin psikolojik hârekattaki işbirlikleri arttırılacak. Elbette ki silâhla, bomba ile saldırana anladığı dilden cevap verilecek…
Lâkin, neticede ülkenin bütünlüğünü, milletin birliğini ve beraberliğini temin edecek yegâne âmilin inanç birliği ve İslâm kardeşliği olduğu, Osmanlının son döneminden günümüze uzanan süreçte, olayların tasdikiyle görüldü, görülüyor…
Bunun içindir ki daha geçen asrın başlarında, Bediüzzaman, bütünüyle bir câhiliye dönemi âdeti olan “ milliyetçiliğin” “İslâm kardeşliği” yerine konulmasının tehlikeli akıbetini belirtir.
“Türk milleti, anâsır-ı İslâmiye (Müslüman unsular) içinde en kesretli (en çok) olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Nerede Türk tâifesi varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır. (Macarlar gibi)” tespitinin ardından, Ey Türk Kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş. (kaynaşmış); ondan kabil-i tefrik değil (ayrılamaz). Tefrik etsen, mahvsın!” ihtarında bulunur. (Mektûbat, 312-313)
Bin sene Kur’ân’a bayraktarlık yapmış ve İslâmın kahraman bir ordusu olmuş Türk milletinin milliyetini dinden ayırmasının tehlikesini haber verir. Bunun, “Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde (kaynaşıp iyileşmeyecek) bir inşikaka (ayrılık ve bölünmeye) sebebiyet vereceğini kaydeder. “Hâmiyet-i İslâmiye ile tam birleşmiş İslâmî ve dinî milliyet olan Türklerle Kürtler”in ve diğer Müslüman unsurların ancak “İslâm kardeşliği”yle bir arada yaşamalarıyla vatanın bütünlüğü ve milletin birliğinin sağlanacağını belirtir.
“Kürtlerin millî vicdanlarının asla İslâmdan iftiraka (ayrılmaya) müsaid olmadığını”, başta Kürtler olmak üzere ülkenin bütün vatandaşlarının Türklere ve diğer Osmanlı bâkiyesi unsurlara karşı İslâm kardeşliğine aykırı “kavmiyet dâvâsı”nı gütmemeleri ikazında bulunur. “Eğer unsur (milliyetçilik) lâzım ise, unsur için bize İslâmiyet kâfidir” diye açıklar. (Asâr-ı Bediiye, 450-451, 520-521)
Bu ülkede Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve Lazları birbirine bağlayacak unsurun İslâmiyet olduğunu daha Cumhuriyetten önce bildirir. İslâmın mukaddes milliyetini bırakıp “zâhiren bir milliyetçilik ve hakikatte ırkçılık damarı”nın vatana, millete ve necip Türklere büyük zarar ve tehlike olduğunu ihtar eder.
Bu tehlikeye karşı yegâna çârenin, “Uhuvvet-i İslâmiyeyi (İslâm kardeşliğini) ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapmak” olduğuna dikkat çeker. (Emirdağ Lâhikası.439)
Esas bunun için herkes dikkatli olmalıdır…
17.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|