Aktütün Karakolu baskını üzerine beliren istifhamların, Genelkurmay Başkanının “sert çıkışı”yla ve karakol baskınıyla sınırlı bırakılması, aslında bir başka saptırma…
Zira daha kamuoyu 17 şehidin verildiği Aktütün’ü yeterince tartışmadan Diyarbakır’da dört şehidin verildiği polis servis otobüsü tarandı, peşinden de Hakkâri’nin Kavaklı bölgesindeki operasyonda dört asker şehid oldu.
Şüphesiz en az dörtyüzü aşkın teröristin günlerce toplanıp hâkim tepelere yerleşmeleri, gün ortasında saatlerce süren çatışmalar, savunmadaki zâfiyetler, Amerikalılarla yapılan “istihbarat paylaşımı”nın akıbeti hakkındaki soruların cevabı araştırılacak. Ancak asıl olan, 30 yılı süren terörün hangi mihraklarca tahrik edildiği ve hangi güçlerce azdırıldığı sorusunun cevabını bulmak…
Görünen o ki ortaya atılan sorularda, kamuoyuna yapılan açıklamalarda, yalnız olayların detaylarında kalınıyor, terörün ardındaki azmettiriciler gözden kaçıyor, terörü besleyip Türkiye’nin ve bölgenin başına belâ edenlerden âdeta sarfı nazar ediliyor…
TERÖRÜ KİMLER KORUYOR VE AZDIRIYOR?
Yetkililer, son otuz yılda altıyedi bin şehide karşılık, otuz bini aşkın teröristin öldürüldüğünü ifâde ediyorlar. Katledilen binlerce sivilin; köylünün, yaşlının, kadınların, bebeklerin sayısı bilinmiyor…
Keza bu sürede terörle mücadeleye 300 milyar dolar harcandığı Başbakan Yardımcısı ve hükûmet sözcüsünce açıkça belirtiliyor; lâkin terör örgütünün hangi küresel ve bölgesel güçlerce finanse edildiği üzerinde durulmuyor. Ki, işin nirengi noktasını bu soruların cevabı teşkil ediyor…
Meselâ, medyada Aktütün baskınına desteğin neden geç gittiği sorusu soruluyor; lâkin PKK terör örgütünün ABD’nin 1. Körfez Savaşıyla Kuzey Irak’ta yuvalandığı, Çekiç Güç ve Keşif Güç şemsiyesi altında bizzat korunduğu söz konusu olmuyor.
“Terör zirveleri”nde, dağa çıkışın engellenmesi, dağdakilerin indirilmesinden bahsediliyor. Ancak kimlerin ve hangi sâiklerin bölge insanını dağa çıkarıp terör örgütünün elinde âdeta ölüm saçan bir robot ve makine haline getirdiği sorusu da cevapsız kalıyor…
Oysa herkes biliyor ki Amerika’nın 36. paralelin kuzeyini Bağdat yönetiminden alıp Barzani ve Talabani’ye teslim etmesiyle terör örgütü, İsrail’in denetimindeki Bekaa Vadisinden Irak’ın kuzeyine kaydı ve burada yuvalandı.
Irak merkezî hükûmetinin otoritesinden koparılan bölgeye yerleştirilen terör örgütü, Bağdat’a rağmen 17 yıldır bu bölgeden Türkiye’ye saldırıyor. Zira Kandil ile Türkiye sınırına yakın ve uzak terörist kamplarının çoğu bu bölgede bulunuyor.
Yine herkes biliyor ki daha önce terör örgütüne silâh ve para desteği veren ABD, 2003 Irak işgalinden bu yana, bu desteği devam ettiriyor. Terör örgütünün işgalden sonra Irak ordusuna ait binlerce hafif ve ağır silâha el koymasına göz yumdu; Amerikalı savcıların itirafıyla PKK ve PEJAK’a silâh sağlanması, malî ve lojistik desteği devam ediyor.
Dahası, Türkiye’nin resmen teslimini istediği başta terörist başı Öcalan’ın kardeşi olmak üzere yüz elli terörist başı Amerika’nın kontrolündeki Irak ve Kuzey Irak’ın şehir ve köylerinde serbestçe dolaşıyor.
En son Bush’un 5 Kasım 2007’de Beyaz Saray’da resmen söz vermesine rağmen bir teki dahi teslim edilmemiş. Bir o kadarı da bazı Avrupa ülkelerinde cirit atıyor. Ankara bunların da getirilmesini sağlayamamış. Bu hususlar, bizzat Başbakan ve Dışişleri Bakanı tarafından açıkça itiraf ediliyor…
Terör örgütü bununla da kalmıyor; “stratejik müttefik” ABD’nin himâyesi altında her türlü kaçakçılığı yapıyor, bölgede haraç kesiyor, uluslar arası arenada “siyasallaşma” ve Türkiye’yi bölüp parçalama propagandasını yapıyor. Bu husus da yeterince tartışılmıyor…
HANGİ GEREK VE MASLAHATLA?
Türkiye elbette, eski Genelkurmay Başkanının “BBG evi izler gibi teröristleri izliyoruz” ifâdesinden sonra, güpegündüz yüzlerce teröristin sınırdan kilometrelerce içeri girerek karakol basmasını sorgulayacak. Elbette ki İsrail’den alınan insansız Heron uçaklarının neden bu denli kalabalık grubun hareketlerini tesbit edemediği, tesbit ettiyse bu istihbaratın niçin değerlendirilemediğini konuşacak. Elbette düzenli birliklerle terörist kovalamanın yanlışlığı üzerinde durulacak; buna karşı vuruş gücü yüksek ve esnek timlerle terörle mücadeleyi ele alacak. Terörle mücadele yöntemlerini tartışacak…
Bütün bunlar, uzmanların tesbitiyle 1992’de dağılma noktasına gelen ve bitmek üzere olan terör örgütüyle mücadelenin askerî yönleri… Meselenin sosyolojik, ekonomik ve psikolojik boyutları, tarihî arka plânı bir yana. Bunların da şüphesiz geniş bir biçimde araştırılması gerekiyor. Ne var ki bütün bunlar, terörün dış boyutunu ve terörle mücadeledeki dış politika hatalarını örtbas etmemeli…
Gerçekten, 1 Mart 2003’te Meclis’in çıkaramadığı tezkereye karşılık siyasî iktidar, neden peşinden milletin Meclis irâdesiyle tecelli eden kararını by pass etti?
Niçin, bizzat Millî Savunma Bakanı’nın ikrarıyla, tonlarca ağırlıkta bomba taşıyan Amerikan savaş uçaklarının İncirlik Üssü’den Irak şehir ve köyleri üzerine 3995 sorti yapmasına “izin” verdi; Meclis’in tezkere kararını berhava etti?
AKP hükûmeti, çıkardığı “ABD’ye destek hamûlesi”yle, onlarca havaalanı ve deniz limanını Amerikan askerlerine hangi maslahatla açtı; her türlü silâh, mühimmat ve savaş malzemesinin nakil ve dağıtımına neden tahsis etti? Hangi gereği ya da “mecburiyeti” vardı?
Yalnız son baskın, askerî çözüm ve istihbarat sorunu değil, bu soruların da tartışılması gerek…
19.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|