Bediüzzaman Hazretlerinin biyografisini okuyanlar, bilhassa 1920'lerdeki Ankara hayatını bilenler, onun mebuslarla ve Meclis'in ileri gelenleriyle olan diyalog ve münasebeti hakkında az çok bilgi sahibidirler.
Bediüzzaman Said Nursî, 1922 yılı Kasım'ında Meclis kürsüsünden yapmış olduğu hitap ve duânın ardından, ayrıca mebuslara hitaben 10 maddelik bir beyannâme neşreder.
Trabzon mebusu Ali Şükrü Beyin sahibi olduğu Tan Matbaasında basılarak dağıtılan bu beyannâmeden büyük rahatsızlık duyan M. Kemal ile Üstad Bedüzzaman arasında şiddetli bir münakaşa cereyan eder.
M. Kemal ile kendi dünya görüşlerinin birbiriyle uyuşmadığını, hatta taban tabana zıtlaştığını görün Üstad Bediüzzaman, bir müddet daha Ankara'da kalarak mebuslarla bazı temaslarda ve görüş alışverişinde bulunur.
Mebuslarla konuşurken, bu vatanda ırkçılık ve bölücülük tehlikesinin mevcudiyetine temas eden Bediüzzaman, bu tehlikenin nasıl bertaraf edilebileceğine dair, yaşadığı ve bizzat şahit olduğu bir vakıayı şu sözlerle nakleder:
"Eskiden, Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde (1912–15), hamiyetli ve gayet zekî o talebem, ulûm-u dîniyeden aldığı hamiyet dersi ile her vakit derdi: `Salih bir Türk, elbette fâsık kardeşimden ve babamdan, bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır.’
"Sonra, aynı talebe, talihsizliğinden, sırf maddî fünûn-u cedîde okumuş. Sonra, ben, dört sene sonra esaretten gelince (1918–19) onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: ’Ben şimdi, rafizî bir kürdü, salih bir Türk hocasına tercih ederim.' Ben de, ’Eyvah!’ dedim. `Ne kadar bozulmuşsun?’ Bir hafta çalıştım, onu kurtardım, eski hakîkatli hamiyete çevirdim." (Tarihçe-i Hayat, S. 129)
Bediüzzaman Hazretlerinin bu talebesi, aynı zamanda İşarâtü'l–İ'câz'ın kâtibi ve ilk Tarihçe–i Hayat'ın (1920) müellifi de olan Müküs'lü (Van Bahçesaray) Hamza Efendidir.
Yıllarca kendisinden ders alan bir talebesinin ırkçılık illetine yakalanmış olmasına teessüf ile eyvâhlar eden Hz. Bediüzzaman, yine de itici davranmaz ve bir hafta uğraşarak onu eski hamiyetine döndürmeye muvaffak olur.
Evet, onu eski hamiyetine çevirmede muvaffakiyet sağlamış olmalı ki, aynı o eski talabesi 1926'da telif edilen Haşir Risâlesinin İstanbul'da tab'edilmesi için büyük gayret gösterir.
Ne var ki, Kürt Teâli Cemiyeti ile olan eski münasebeti sebebiyle kara listeye aldığı için, Türkiye'de kalamaz ve hudut haricine kaçmaya mecbur olur.
Ali Nihat Tarlan'ın ablasıyla da evli olan Hamza Efendi 1929'da Suriye'ye gider ve 1960'ta orada vefat eder.
Bunlar, meselenin teknik bilgiler tarafı. Asıl konumuz ise, talebesini yanlış bir istikamette gören Bediüzzaman Hazretlerine "Eyvah!" dedirten tehlikenin, yahut tehlikeler zincirinin ne olduğudur.
Bir sonraki yazıda, bu tehlikeler zincirinin halkalarına değinmeye çalışalım.
Tarihin yorumu 17 Ekim 1920
Mecliste gizli görüşme
Millet Meclisinde yapılan gizli oturumda, Rusya ile yapılan dostluk ve yardım antlaşması ile ilgili mesele görüşüldü.
Daha önceden Rusya'ya giden ve Ankara Hükümeti adına resmî temaslarda bulunan heyetin başkanı olan Yusuf Kemal Bey, Meclis kürsüsünden yaptığı uzun konuşmasında, Sovyet Rusya hükümetinin Türkiye'ye altın (para), silâh ve mühimmat yardımında bulunacağına söz verdiğini ifade etti.
Rusya'nın söz verdiği yardımların gelmesiyle birlikte, Eskişehir'i çevreleyip Ankara sınırına kadar dayanan Yunan kuvvetlerine karşı şiddetli bir mukavemet ve taarruz harekâtı başlatılarak, mütecavizlere esaslı bir adım atıldı.
Oysa, bu tarihten çok kısa bir süre evvel Ankara hükümeti yetkilileri büyük bir yeis ve karamsarlık havası içindeydi. İşte, o günlerin (Eylül 1920) genel havasını yansıtan Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa ile Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Cebesoy arasındaki telgraflaşmadan küçük bir misâl.
İsmet Paşa: “Meclis’i ve hükûmet merkezini Sivas’a nakletmeye karar verdik. Düşmana terk edilen arazideki ulaştırma araçları geri bölgelere taşınsın ve şimendifer hatları tahrip edilsin."
Ali Fuat Paşadan İsmet Paşaya: "Ankara’yı terk etme kararı, ancak Eskişehir’i terketme kararından sonra alınabilir."
Ali Fuat Paşanın sözlerine kulak asmayan İsmet Paşa ve arkadaşları, daha sonra Sivas yerine Kayseri'yi hükümet merkezine dönüştürmeye karar verdiler ve bir kısım evrakı da Ankara'dan Kayseri'ye naklettiler.
Rusya'nın para ve silâh yardımı sayesinde, hem memurlarla askerlerin maaşı ödendi, hem de istilâcı kuvvetlere karşı konulabildi.
Bu yardımlar, Türkiye ile Rusya'yı daha da yakınlaştırdı ve Moskova'ya giden Türk heyeti (Yusuf Kemal, Rıza Nur, Ali Fuat), 16 Mart 1921'de Moskova Antlaşmasını imzaladı.
17.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|