Devletin zirvesi, oturup saatlerce terör meselesini görüşüyor, konuşuyor, masaya gelen raporları tetkik ederek, yeni ve etkin bir önlem paketi, bir mücadele stratejisi geliştirmeye çalışıyor. Bundan inşaallah hayırlı bir netice çıkar diye biz de dua ediyoruz.
Zirvedeki şahsiyetlere bizim de sesimiz gider mi, yazdıklarımız onlara ulaşır mı, doğrusu bunu tam olarak bilemiyoruz.
Ama yine de, insanî, vatanî ve millî sorumluluğun bir gereği olarak, üzerimize düşeni yapmaktan kaçınamıyoruz.
Frengî zakkumunun meyveleri
Ne tuhaftır ki, terör belâsının gündemi işgal ettiği hemen her defasında, terörle birlikte ve adeta paralel şekilde "Kürtçülük hareketleri" ile "Kürt meselesi" de gündeme getiriliyor. Buna, ayrıca coğrafî mânâda bir "Güneydoğu sorunu"nu ekleyenler de var.
Oysa, şeklen biribiriyle irtibatlı görünmek ve birbirine sirayet etmekle birlikte, bunlar mahiyet ve karakteristik özellikleri itibariyle birbirinden çok farklı şeylerdir.
Yani, özde ve temelde terör ayrı, bölücülük ayrı, Kürtçülük ayrı, Kürt sorunu ayrı ve Kürt hakları (insanî, hukukî, sosyal, kültürel... haklar) ayrıdır.
Bunların hiçbiri kesinlikle birbirinin aynısı değildir. Fakat, bütün bunlar bağnaz ve maksatlı kimseler tarafından çoğu kez aynı gibi gösterilerek, mesele çıkmaza doğru sürükleniyor.
Bir başka tuhaflık da şudur ki: Bütün bu siyasî ve ideolojik marazlar konuşulup tartışılırken, bazıları Kürtçülükten evvel sahneye çıkmış olan Türkçülük marazından hiç söz etmiyor. (*)
Oysa, Avrupa kaynaklı olup "Frengî illeti" diye de tâbir edilen ırçılık mânâsındaki Türkçülük cereyanı, bundan yüz sene evvel olduğu gibi, bugün de terör ve bölücülük hareketlerinin en elverişli kaynağıdır.
Hatta denilebilir ki, terör örgütü Türkçülük ideolojisini bayraklaştıran sloganların Kürtlerin meskûn olduğu mahallerde olabildiğince yaygınlaşmasını istiyor. Tâ ki, ondan nemâlansın ve o fikriyatın aksülameliyle kendine taraftar toplayabilsin.
Nitekim ve ne yazık ki, öyle de oluyor.
* * *
Bakınız, bu vatan ahalisini bölmek, parçalamak ve insanları birbirine kırdırmaktan başka bir işe yaramayan ve sırf bu maksatla Avrupa'dan içimize sokulan Frengî illeti, önce Türkçülük marazını doğurdu. Ardından, bir aksülamel olarak Kürtçülük sıtmasını tetikledi.
Terör belâsı ise, bu iki kaynaktan da beslenen zakkum ağacının bir meyvesi olarak ortaya çıktı. (Kuruluşunda ve gelişme seyri içinde Ergenekon tipi ulusalcı geçinen derin odakların da desteğini alan terör örgütü, militan kaynakları itibariyle daha çok Kürt nüfusundan besleniyor.)
Burada şunu da ilâve edelim ki: Terör örgütü, bugün ilk kurulduğu zamanki gibi homojenik bir yapıda değil. Zamanla karakteri gibi kimyası da değişti. Bu örgüt, bugün Kürtlerin hakkını–hukunu dâvâ etmek yerine, Türkiye aleyhindeki dahilî ve haricî bilumum fitne–fesat odaklarının, darbe heveslilerinin, kaçakçılık şebekelerinin ve hatta beynelmilel uyuşturucu tâcirlerinin taşeronluğunu yapmaktan öteye gidemiyor. Evet, bütün bu mel'anetlere adeta mecbur ve mahkûm olmuş durumda.
Sonuç: Zirvelerde yapılan çare–çözüm arayışlarının olumlu bir netice hasıl etmesi için, zahirde terör gibi görünen bu dallı–budaklı meselenin bütün boyutlarına bakılması, görülmesi gerekiyor. Aksi halde, şimdiye kadar hamasetli nutuklar eşliğinde yapılan ağır maliyetli operasyonların tekrarından başka bir netice sağlanamaz. Ne yazık ki, sadece dışarda değil, sûret–i haktan görünen içteki bazı ihanet odakları da, akan kanı durdurmaya yaramayan, bilâkis arttıran patinajlı mücadale tarzının devamını istiyor. Bunun da farkında olunmalı.
Irkçılık illetinin iki ana mikrobunu doğurup besleyen Türk Ocağı 1911, Kürt Teâli Cemiyeti ise 1918 yılı sonlarında kuruldu. Hatıratını neşreden Celadet Bedirhan gibi Kürtçüler, Türkçülüğün aksülameliyle hareket ettiklerini anlatıyor. Bilemedikleri husus ise şu: Türkçülük yapanlar, hakiki Türk değillerdi.
Tarihin yorumu 16 Ekim 2002
Saddam'ın cumhuriyeti ve sonrası
Saddam Hüseyin, Irak toprakları üzerinde yakında başlayacak olan savaş ve işgal çanlarının zangır zangır çaldığı günlerde, Irak halkını Cumhurbaşkanlığı seçimi için sandık başına götürdü. (16 Ekim 2002)
Saddam, tek adaydı. Rakibi yoktu. Maksadı ise, işgal güçlerine karşı halkının destek gücünü göstermekti.
Seçimden kısa bir süre önce genel af ilân eden Saddam, eldeki bütün imkânları seferber ederek, halkın yüzde yüz oranında desteğini almak istiyordu.
Nitekim, bu isteği yerine geldi. Bir önceki seçimde oyların yüzde 99.9'unu almıştı, şimdi de yüzde yüzünü almış göründü.
Göründü diyoruz, zira bu gerçek anlamda bir destek değildi. Saddam, yıllardır uygulamış olduğu kanlı baskı ve dayatmaların bir sonucu olarak, kendini yeniden cumhurbaşkanı seçtirmişti.
Zaten, kısa süre sonra anlaşıldı ki, ortada ne kendini halka sevdirmiş bir Saddam var, ne de ona yürekten bağlı bir Irak ordusu.
Hariçteki işgalci güçlerin gelmesiyle birlikte, Saddam'ın etrafında görünen bütün setler yıkıldı, duvarlar yerlebir oldu.
Saddam'ın kendini Cumhurbaşkanı seçtirdiği aynı gün, ABD Başkanı George Bush da kongreden Irak'a savaş açma kararını çıkarttı. Bu karar doğrultusunda yapılan savaş, mazlûm Irak halkını Saddam'a dahi rahmet okutacak çok daha ağır gelen zulümlü bir tahakkümün altına soktu.
16.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|