"Gerçekten" haber verir 16 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Yine Onun âyetlerindendir ki, gök ve yer Onun emriyle ayakta durur. Sonra O sizi bir emirle çağırdığında derhal kabirlerinizden çıkarsınız.

Rum Sûresi: 25

16.10.2008


İktisatsızlık ve israf, mevcudatı kızdırıyor

Bütün kâinatın ve bütün mevcudatın düstur-u hareketi olan iktisat ve nezafet ve adaleti yapmadığından, umum mevcudâta muhalefetinle, mânen onların nefretlerine ve hiddetlerine mazhar oluyorsun. Neye dayanıyorsun ki, umum mevcudâtı zulmünle, mizansızlığınla, israfınla, nezafetsizliğinle kızdırıyorsun?

Bilhassa zeminin yüzünde, nebâtî ve hayvânî dört yüz bin taifenin tevellüdât ve vefiyatça ve iâşe ve yaşayışça rahîmâne muvazeneleri, ziya güneşi gösterdiği gibi, birtek Zât-ı Adl ve Rahîmi gösteriyor.

Ve bilhassa o hadsiz milletlerin hadsiz efradından birtek ferdin âzâsı, cihâzâtı, duyguları o derece hassas bir mizanla birbiriyle münasebettar ve muvazenettedir ki, o tenasüp, o muvazene, bedâhet derecesinde bir Sâni-i Adl ve Hakîmi gösteriyor.

Ve bilhassa her ferd-i hayvânînin bedenindeki hüceyrâtın ve kan mecrâlarının ve kandaki küreyvâtın ve o küreyvattaki zerrelerin o derece ince ve hassas ve harika muvazeneleri var; bilbedâhe ispat eder ki, her ¸eyin dizgini elinde ve her ¸eyin anahtarı yanında ve bir ¸ey birşeye mâni olmuyor, umum eşyayı birtek şey gibi kolayca idare eden birtek Hâlık-ı Adl ve Hakîmin mizanıyla, kanunuyla, nizamıyla terbiye ve idare oluyor.

Haşrin Mahkeme-i Kübrâsında, mizan-ı âzam-ı adaletinde cin ve insin muvazene-i a’mâllerini istib’âd edip inanmayan, bu dünyada gözüyle gördüğü bu muvazene-i ekbere dikkat etse, elbette istib’âdı kalmaz.

Ey israflı, iktisatsız, ey zulümlü, adaletsiz, ey kirli, nezafetsiz, bedbaht insan! Bütün kâinatın ve bütün mevcudatın düstur-u hareketi olan iktisat ve nezafet ve adaleti yapmadığından, umum mevcudâta muhalefetinle, mânen onların nefretlerine ve hiddetlerine mazhar oluyorsun. Neye dayanıyorsun ki, umum mevcudâtı zulmünle, mizansızlığınla, israfınla, nezafetsizliğinle kızdırıyorsun?

Evet, ism-i Hakîmin cilve-i âzamından olan hikmet-i âmme-i kâinat, iktisat ve israfsızlık üzerinde hareket ediyor, iktisadı emrediyor.

Ve ism-i Adl’in cilve-i âzamından gelen kâinattaki adalet-i tâmme, umum eşyanın muvazenelerini idare ediyor. Ve beşere de adaleti emrediyor. Sûre-i Rahmân’da, “Göğü yükseltip âleme nizam ve ölçü verdi. Tâ ki adaletten ve dinin emirlerinden ayrılarak ölçüde sınırı aşmayın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle yerine getirin ve tartıyı eksik tutmayın” (Rahman Sûresi: 6-7) âyetindeki, dört mertebe, dört nevî mizana işaret eden, dört defa mizan zikretmesi, kâinatta mizanın derece-i azametini ve fevkalâde, pek büyük ehemmiyetini gösteriyor. Evet, hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de hakikî zulüm ve mizansızlık yoktur.

Ve ism-i Kuddûs’ün cilve-i âzamından gelen tanzif ve nezafet, bütün kâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleştiriyor. Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor.

İşte, hakaik-i Kur’âniyeden ve desâtir-i İslâmiyeden olan adalet, iktisat, nezafet hayat-ı beşeriyede ne derece esaslı birer düstur olduğunu anla. Ve ahkâm-ı Kur’âniye ne derece kâinatla alâkadar ve kâinat içine kök salmış ve sarmış bulunduğunu ve o hakaiki bozmak, kâinatı bozmak ve sûretini değiştirmek gibi, mümkün olmadığını bil.

Lem’alar, 30. Lem’a, 2. Nükte, s. 303-304

adalet-i tâmme: Tam adalet.

ahkâm-ı Kur’âniye: Kur’ân’a ait hükümler.

bedbaht: Kötü talihli.

cilve-i âzam: En büyük tecelli, görüntü.

derece-i azamet: Büyüklük derecesi.

desâtir-i İslâmiye: İslama ait düsturlar.

düstur-u hareket: Hareket prensibi.

hikmet-i âmme-i kâinat: Kâinatı kuşatan hikmet.

iktisat: Yerli yerinde kullanım, lüzumundan fazla veya noksan sarfiyattan kaçınma.

ism-i Adl: Adaletle hükmetme anlamında Allah’ın bir ismi.

ism-i Hakîm: Herşeyi belli bir fayda ve gayeye göre yapan anlamında Allah’ın bir ismi.

ism-i Kuddûs: Kâinattaki herşeyin temiz olmasını sağlayan, kusur ve noksanlıklardan uzak anlamında Allah’ın bir ismi.

mevcudât: Mevcutlar, varlıklar.

mizan: Terazi, ölçü, denge.

mizansızlık: Ölçüsüzlük, dengesizlik.

muvazene: Denge.

nezafet: Temizlik.

tanzif: Temizleme.

16.10.2008


Son gemi

Bir gemi seyrediyorum şimdi karşımda. Aslına uygun olarak yenilenmiş, antika orijinallere sahip güzel bir gemi...

Direklerinin simetrisi, sancağının fevkalade parlaklığı, bacasının zerafeti ve kaplamalarının göz dolduran güzelliğiyle büyük ve muhteşem...

Şaşaasının yanı sıra sağlamlığı da dillere destan bu geminin. “Cihat-ı sitte” denilen altı ciheti en büyük mimar-mühendis sıfatıyla özel bir zat tarafınan yapılmış. Ehliyet sahibi uzmanlardan tasdik almış ve akl-ı selim kimselerden beğeni toplamış...

Sulara böylece indirilmiş...

Geminin dayandığı direklerin kutsallığına inananlar, direkleri Hızır’ın (as) yaptığını ifade ediyorlar.

Diğer özelliği de vidaları, çivileri ve çarklarıymış...

Bir robot niteliğinde vazife gören mahir vidalar ve çarklar, asrın son teknolojileriyle boy ölçüşebilecek farklılıklar taşıyormuş.

Seyre dalmışken, merak edip dokunmak istedim. Adeta hatlarının içinde “kılcal” damarlar halinde doğalgaz borucukları geçer gibi sıcacıktı. Gözlerim bir vida arıyordu. Yelken bezinin direğinde sıkılı vidayı görünce fonksiyonunu merak ettiğim için tırnağımı tornavida gibi kullanarak sökmeye başladım. Aman Allah’ım, o da ne?

Sanki bir teybin düğmesine basmıştım. Çevredeki tüm vidalar titreşime geçerek “Velâ tenâzeû fetefşelû ve tezhebe rîhukum. Ve kûmû lillâhi kânitîn. Kad eflaha men zekkâhâ. Ve kad hâbe men dessâhâ. Velâ teşterû biâyâtî semenen kalîlâ. 21. Lem’a... İhlâs hakkında... Bu lem’a lâakal her 15 günde 1 defa okunmalı” diye başlayan sözler âhenkli bir nidâ ile okunmaya başladı...

Korktum... Vidayı geri sıkıştırdım. Sustular...

Anladım ki her parçası bir bütünün yapı taşı bu geminin... Ruhânî özellik taşıyor...

Canlı birşeyler arayan gözlerim tayfalara takıldı. Tayfalar, hademeler misâli, misafirler için hazırlık yapıyordu. Sağa sola koşuşturuyor, oh-uhh demeden, dur-otur beklemeden iç içe daireler düzeninde hareket ediyorlardı. Bir ses, çağırıcı bir sinyal, boşalan tayfaya emir olarak yetiyor, yere düşen ter damlalarına aldırmıyor, devamlı çalışıyorlardı. Meğersem her yaz bir limana uğrayıp yıllık sefer için hazırlık ve temizlik yaparlarmış. Yazları bir kaç hafta dinlenir gibi yapar, aslında yenilenir, tazelenirlermiş, uğrak yerlerinde... Sonbaharda erzakını depolar, misafirlerini yüklenir seyr-ü sefere devam ederlermiş. İsteyen tayfalarına katılır, bu sırlı yolculuğa efsunlu gecelerde hâdim olur, padişah sarayına listeden girer, umumi kâra ortak olur, istemeyen sadece misafir sıfatıyla ummanın deruni macerâlarını gemiden izlermiş.

Tayfa olmanın zorlukları da yok değilmiş tabii...

Sıkıntılardan şikâyet etmemek, vazifeye kanaat edip sebat ve sabırla yolculuk etmek gerekiyormuş. Kardeşleri olan diğer tayfaların başarılarıyla iftihar etmek ve onları tenkit etmemek, üstünlük taslamamak da tayfalığın kitabındanmış. Yazları beklediği her limanda boş durmayan tayfalar, fırsat buldukları her an sahile uğrayan insanlara gemiyle ilgili bilgiler dağıtıyorlar ve kayıtlarını alarak onlarla irtibata geçiyorlardı.

Ellerindeki kırmızı kitapların içinde yazan orjinal hayat düsturlarını hem okuyor, hem de dağıtıyorlardı.

Gemi Eylül ayında düdüğünü yeniden çaldı. Tayfayı tatlı bir telâş aldı... Gemi o bildik titreşime geçmişti bile... Her birinin bir vazifesi ve toplu vazifeleri öyle bir senfoni sergiliyordu ki, ayaklarım meşhur gemi düdüğünü ikinci duyuşunda onlara doğru kendiliğinden yürümeye başladı. Kolumun altına sıkıştırdığım kırmızı ciltleri, küreklerin başına geldiğimde yanıbaşıma bıraktım. Denizde de hafiften dalgalanma başladı. Su sesi rüzgâr sesine kavuştu kavuşmasına ama benim gönlüm tayfalıktan başka birşeye aldırmıyordu. Ya biri bana “Sen listede yoksun, in çabuk” derse diye endişeleniyorken, dostça ve muhabbetle bakan gözleri görünce rahatladım. Küreklere yapıştım hemen...

Hafiften bir nida takıldı kulağıma: “Allah Allah huu Allah... Allah Allah huu Allah...” Bu zikir tayfalardan geliyordu ama gırtlaktan değil... Ciğerlerinden süzülüyordu... Nefes gibi... Yavaştan yükselerek ve ritim kazanarak...

Allah Allah huu Allah...

Huzur doluyum şimdi... Misafirler yenilenmiş...Onlar gemide yeyip içip sohbet ede dursunlar, ben gözlerimi sahilde kalan anneme, babama ve bana el sallayan yakınlarıma çevirdim.

Ayrılırken onlara da bıraktığım kırmızı kitapları havada sallıyorken gözleri nemli ama hıçkırıksızdı. Tayfalığı tercih etmem onları da memnun etmişti... Zikir hızlı bir ritme kavuşmuş “Esmâ Zikri”ne tahavvül etmişken gözlerim bayrağa takıldı. Bulutlara uzanan direkte en yüksekte dalgalanırken ay-yıldızın altında “Son Gemi” ibaresini hayretle okuyunca, kollarım “sahil-i selâmete” bir an önce ulaşma gayretiyle tayfalar adedince güç kazandı: “Vira Bismillah”.

HATİCE NUR IŞIK

16.10.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır