Şimdi internet bazıları tarafından çok korkunç, tehlikeli bir şey olarak görülürken, diğer taraftan da aslında çok fazla imkân sağlayan bir şey. Burada neyi, nasıl kullandığınız çok önemli. Dünyayı bir web sayfası gibi düşünün. Siz de online yaratıklar olun içinde. Ekran var ve bir yerden bir yere sürekli tuşluyorsunuz, zıplıyorsunuz. İnternet hayatındaki o akışkanlık aslında günlük hayatımıza da yansımaya başladı.
Biliyorsunuz ki internetle Türkiye henüz yeni tanıştı. Bu konuda ne aileler tam bir fikre sahip ne de gençler, bu durumda internet dünyası gençliği nasıl etkiliyor?.
Sadece gençleri değil. Aslında yediden yetmiş yediye herkesi etkileyen bir kavram internet. Şimdi on beş sene önce hayatlarımızda cep telefonları da yoktu, internette. Oradan neredeyse görüntülü konuşmalara gelmiş durumda. Şimdi şöyle bir şey var. Artık sokakta boyacılık yapan, ayakkabı boyayan ya da mendil satarak, elli kuruş veya bir YTL kazanan bir çocuk bile internet kafeye girip oradan bütün dünyaya uzanabiliyor. İşte Afrika’dan, Amerika’ya kadar, çok farklı arkadaşlıklar ya da çok farklı bilgilere ulaşma imkânına sahip.
Şimdi internet bazıları tarafından çok korkunç, tehlikeli bir şey olarak görülürken, diğer taraftan da aslında çok fazla imkân sağlayan bir şey. Burada neyi, nasıl kullandığınız çok önemli. Yani şöyle hayal edin, karşınızda bir tane ekran var, içine kollarınızı uzattığınızda bütün dünyaya ulaşabiliyorsunuz, ama bu dünyanın neresine ulaşıyorsunuz? Kollarınızı çok güzel bir şeye de uzatıyor olabilirsiniz, hayatınızı karartacak bir şeye de… Biliyorsunuz, bir takım cinayetler işleniyor. İnternet üzerinden insanlar tanışıyorlar, birbirlerini arıyorlar, bir yerde okumuştum, Atlas Okyanusunun ortasında bir valizin içinde parçalanmış bir ceset. İnternetten tanışma üzerine bir buluşma, ama seri katilin yaptığı bir şey. Şimdi internet dile getirildiğinde çağrışımlar çok artıyor.
Peki, gençler henüz kendilerini bulma çağındayken, kontrolsüz bir şeyin içinde olmaları onları nasıl etkiliyor?
Kişilik gelişimi zaten anne-babadan gördüğümüz değil, dış dünyadan, televizyon, internet gibi faktörlerden etkilenen bir şey. Şimdi internet kontrolsüz bir dünya olduğu için çocuk bunu neresinden alacak, hangi bilgiyle donanacak, acaba kafasını çok karıştıracak bir bilgiyle mi karşılaşacak? Seçimi ne olacak? Meselâ, okullarda okutulan kitaplar, belirli müfredatlar ve kontrolden geçmiş bilgiler var, ama internette hangi bilgiye ne kadar ulaşabilmeli? Bütün bunlar bir anlamda etkileyecek ve aslında kontrol edilmesi de çok güç alanlar.
Bir de bu dünyanın sanal olarak algılanması var…
Sanallıktan gerçeğe geçişte, gerçekten sanal dünyayla, gerçek dünya yer değiştirmeye başlıyor ve internette öğrenilen davranış kalıpları, günlük hayata yansımaya başlıyor. Şimdi internet üzerinden bir ilişki kurmaya çalışan çocuğu düşünün, kendisini olduğundan farklı bir insan olarak karşısındakine gösterebiliyor. Yani 10 yaşında bir kız çocuğu kendini 20 yaşında tanıtabilir, 15 yaşında bir genç kendini 30 yaşında tanıtabilir. Şimdi görüntüde bir şey olmadığında, kamera olmadığında, görüntülü bir durum olmadığında kendinizi karşıdakine çok farklı bir karakter olarak sunabiliyorsunuz. Bu da insanda hem yalan söyleme potansiyelini arttırıyor aslında, çünkü tuşu kapattığınızda kaybolabilirsiniz. Hem kendinizi olduğunuzdan farklı göstermek, olduğunuzdan güçlü göstermek, olmayan bir takım özelliklerinizi varmış gibi göstermek, bir şekilde insanı sahte bir kimlikle, yalan bir kimlikle, sanal bir kimlikle kendisini ortaya koymasına neden olabiliyor. Böyle bir durumda bu yaşantı internette öğrendiği bu davranış kalıbını günlük hayata da uygulayabiliyor.
Dünyayı bir web sayfası gibi düşünün. Siz de online yaratıklar olun içinde. Ekran var ve bir yerden bir yere sürekli tuşluyorsunuz, zıplıyorsunuz. İnternet hayatındaki o akışkanlık aslında günlük hayatımıza da yansımaya başladı. İnternette birileriyle tanıştığınızda bir MSN listesi oluşuyor. Bir takım insanlarla ilişkiler içindesiniz. Ondan sonra, hoşunuza gitmeyen ilişkiyi tak kapatıyorsunuz ve onun hayatından yok oluyorsunuz. Ya da kendinizi olduğunuzdan çok daha farklı gösterebiliyorsunuz ona, sahte bir dünya kuruyorsunuz. Şimdi bu şekilde büyüyen bir çocuğu düşünün. Günlük hayata döndüğünde o zaman kalıcı ilişkiler kurmakta zorluk çekebiliyor insanlar. Ya da kendini olduğundan daha farklı göstermeye eğilimli olabiliyor. Bu da dış dünyada kırılma oluşturduğu için insanlarda, yani bu yaşantıyı kurmakta dışarıda zorluk çektiği için insanlar, bu defa kısa devre yapmış gibi, sadece bilgisayar ekranının karşısında hayatlar geçmeye başlıyor.
Bu da internet bağımlılığını karşımıza çıkarıyor…
Bunun aslında kumar bağımlılığından, kokain bağımlılığından ya da alkol bağımlılığından çok da farkı yok aslında. Şimdi günde 15 saat, 20 saat bilgisayar karşısında kalıp, hareketsizlikten ölen insanlar var. Gazetelerde okumuşsunuzdur. Şimdi bağımlılık kavramı şöyle bir şeydir; kişi kendine zarar verdiği, bütün sosyal hayatını alt üst ettiği halde ve bunun farkında olduğu halde kendini o davranıştan alamaz. Çünkü o davranış bir haz verir ona. Şimdi kokain kullanan bir insanı düşünün, ya da uyuşturucu kullanan, ya da alkolik bir insanı, diğer insanlara ihtiyaç duymaz. Tek başına oldukça rahattır. Kendi halüsinasyonlarıyla, sanal dünyasıyla, uyuşturucunun oluşturduğu o keyifle hayatına devam ediyor madde etkisindeyken.
Bilgisayar karşısında da bazen, aynı o madde alır gibi, “Benim size ihtiyacım yok!” diyor, ekranın karşısındayken. Orada her türlü bilgiye ulaşabiliyorum, her türlü zevkimi tatmin edebiliyorum. Her türlü ilişkiyi sağlayabiliyorum. Her şeyin sanalını gerçekleştirebiliyorum. O zaman gerçek bir dünyaya neden ihtiyaç duyayım ki? O zaman aynı o bağımlılık döngüsüne insan kapılmış oluyor. Yani şimdi internetten ya da bilgisayardan korkmamak lâzım, ama nasıl kullandığınız çok önemli ve hani çocuklar konusunda gerçekten anne babalar bize geliyorlar çok çaresizler. Ben şununla karşılaştım, “Ambulans getirin çocuğu bilgisayarın başından alın. Getirip hastaneye yatırın ve bir şekilde tedavi edin” diyen ailelerle.
İnternetten tarama yaparsanız, orada da görürsünüz, böyle bilgisayara sarılmış insanlar, gerçekten bunlarla karşılaşıyoruz ve koparmaya çalışıyoruz. Burada bu bağımlılıktan kurtarmaya çalıştığımız hastalar var. İnternet bağımlılığı da bu yıl hastalık grubuna girecek.
Ailelerin bu konuda kendilerini nasıl eğitmeleri gerekiyor? Çünkü çoğu aile de internetin ya da bilgisayarın ne olduğunu tam olarak bilmiyor…
Şununla karşılaşıyorum, yani çok dramatik bir durum. Çocuğum teknolojinin gerisinde kalmasın, ilerlesin, iyi bir insan olsun, çağı yakalasın şeklinde, laptop ya da bilgisayar alıp, ondan sonra “Ben ne yapmışım?! Kendi elimle çocuğumu mahvettim” diyen ailelerle karşılaşıyoruz. Yani hani onun eline uyuşturucu vermiş gibi. Çünkü bir bakmışsınız çocuk, çocuk pornosuyla uğraşmaya başlamış, bilgisayarın başından kalkmamaya başlamış, derslerini ihmal etmeye başlamış, oyun oynamaya başlamış. Telefonla yemek siparişi verip, onun başından ayrılmamaya başlamış. Şimdi sadece gençler için değil, aynı şekilde erişkinler için de işine gitmeyip oyun oynayan insanlar, ya da işten çıkış saatlerini online oyunlara göre ayarlayan insanlar var. Ben oyun ismini burada vermek istemiyorum, filolar dönüyor oyunda ve bilgisayarı kapattığınızda da 24 saat oyun devam ediyor ve “Ben işten çıkış saatimi filoların dönüşüne göre ayarlıyorum” diyen insanlar var meselâ. Çünkü bütün hayatı orada. O oyunda kendileri galaksiler kuruyorlar, o galaksileri siz bilgisayar başında değilken, saldırıp yok edebiliyorlar. Meselâ ODTÜ'de İTÜ’de bazı insanlar, arkadaşları olmadığı zamanlarda, diğerleri ekip halinde korumaya devam ediyor. Şimdi o gezegende edindiğiniz madenleri de on bin dolar karşılığında, reel para karşılığında başkasına satan var. Bu ne demek? Sanal dünyada kazandığınız bir değer, orada bir galaksi kuruyorsunuz, sanal bir galaksi, artık daha büyük bir galaksi kurabilmek için, parayla ondan o madenleri satın alıyorsunuz. Yani bu, sanal değerin gerçek değere dönüşmesi, çok ilginç bir şey, ama bu yaşanılan bir şey. Tabiî bu internet değil de, oyun bağımlılığı. Şimdi zaten sadece internet değil, teknoloji bağımlılığı olarak değerlendirmek lâzım.
Şimdi şu konuştuklarımızı elli sene önce konuşuyor olsaydık, “Ne diyor bu insanlar?” denilecekti. İnternet ve teknoloji gerçekten bütün hayatımızı değiştiriyor. İyi mi, kötü mü? Hani çok tartışmalı bir konu.
Bir tarafta böyle insanın varlığını yapaylaştıran bir yönü, bir taraftaysa, bilginin paylaşımı anlamında sınırsız bir kolaylık ve imkân sağlayan bir ortam var.
Şimdi kimliği oturmuş, kendini tanımlayan, dünya görüşü belirlenmiş, hayatla ilgili beklentileri, yapacakları ve yapmayacakları belli olan bir insan ve kendi zevklerini tanımlayan bir erişkin, aslında interneti kendi amaçlarına çok uygun bir şekilde kullanabilir. Bundan zarar da görmez. Çok da keyif alır. Ama işte kimlik oluşumu aşamasında ya da kendi kendini tanımlamada güçlük çeken bir ergenin, erişkinin, genç bir çocuğun, daha küçük yaşlardaki çocukların, kimlik oluşum sürecinde bir şeyler başıboş bırakıldığında, yanlış bilgilenme ve yanlış yönlendirilme ihtimali çok fazla.
Şimdi burada tabiî internete tamamen yasak koymak değil de, evdeki yaş grubuna göre bir takım engellemeler, bazı bloklar konulabilir. Bunu aileler işte müstehcen içerikli sitelere koyabilirler. Veya şifre konulabilir, saat konulabilir.
Çocuğun bağımlı hale gelmemesi ve kontrolsüz davranmaması için evde bir tane bilgisayar varsa, onu salona koymak belki bir çözüm olabilir. Çünkü insan odasına kapanıp tek başına oturduğunda çocuk kontrolü kaybedebilir. Ama aile içinde ortak bir kullanım alanında olduğunda ona göre daha uygun şekilde kullanabiliyor. Bazen insan kendi kendini kontrol edemiyor olabilir, saatler konusunda veya başka konularda, bu durumda da, kendinin bilmediği, sadece eşinin bildiği bir şifre konulabilir ve bilgisayarın iki saat sonra kendini otomatik olarak kapatması gibi bir takım şeyler önerebiliyoruz. Sonuçta bilgisayarsız ya da internetsiz olmak diye bir kavram dünyada yok artık. Bununla yaşamaya devam edeceğiz. Ama nasıl kullanmamız gerektiği konusunda da, kriterler ve sınırlar çok önemli.
(Genç Yaklaşım Dergisi, Ekim 2008)
|