|
|
Âyet-i Kerime Meâli
Allah, fâizin bereketini giderip onu mahveder; sadakası verilen malı ise ziyadeleştirir. Allah, fâizi helâl sayan o kâfirlerden ve haram işleyen o günahkârlardan hiçbirini sevmez.
Bakara Sûresi: 276
|
22.10.2008
|
|
Bu medeniyet-i hâzıra, beşerin yüzde seksenini meşakkate atmış
Meclisten biri dedi: “Neden şeriat şu medeniyeti reddeder?”
Dedim: “Çünkü, beş menfî esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise, şe’ni tecavüzdür. Hedef-i kastı menfaattır. O ise, şe’ni tezahumdur. Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şe’ni tenazudur. Kitleler mabeynindeki rabıtası, âhari yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, şe’ni böyle müthiş tesadümdür. Cazibedar hizmeti, hevâ ve hevesi teşcî ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. O heva ise, şe’ni insaniyeti derece-i melekiyeden, dereke-i kelbiyete indirmektir. İnsanın mesh-i mânevîsine sebep olmaktır. Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir.
“İşte, onun için bu medeniyet-i hazıra, beşerin yüzde seksenini meşakkate, şekavete atmış; onunu mümevveh saadete çıkarmış; diğer onu da, beyne beyne bırakmış. Saadet odur ki, külle, ya eksere saadet ola. Bu ise, ekall-i kalilindir ki, nev-î beşere rahmet olan Kur’ân, ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder.
“Hem serbest hevânın tahakkümüyle, havâic-i gayr-ı zaruriye havâic-i zaruriye hükmüne geçmişlerdir. Bedavette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa’y, masrafa kâfi gelmediğinden, hileye, harama sevk etmekle, ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate, nev’e verdiği servet, haşmete bedel, ferdi, şahsı fakir ahlâksız etmiştir. Kurun-u ûlânın mecmu vahşetini, bu medeniyet bir defada kustu!
“Âlem-i İslâmın şu medeniyete karşı istinkâfı ve soğuk davranması ve kabulde ıztırabı câ-yı dikkattir. Zira istiğna ve istiklâliyet hassasıyla mümtaz olan şeriattaki İlâhî hidayet, Roma felsefesinin dehâsıyla aşılanmaz, imtizaç etmez, bel’ olunmaz, tâbi olmaz.
“Bir asıldan tev’em olarak neşet eden eski Roma ve Yunan iki dehâları, su ve yağ gibi mürur-u a’sâr ve medeniyet ve Hıristiyanlığın temzicine çalıştığı halde, yine istiklâllerini muhafaza, âdetâ tenasuhla o iki ruh şimdi de başka şekillerde yaşıyorlar. Onlar tev’em ve esbab-ı temzic varken imtizac olunmazsa, şeriatın ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim medeniyetin esası olan Roma dehâsıyla hiçbir vakit mezc olunmaz, bel’ olunmaz.”
Sünûhat, s. 58-60
Lügatçe:
nokta-i istinad: Dayanak noktası.
şe’n: Hal, durum, özellik.
tezahum: Birbirine zahmet ve sıkıntı verme.
cidal: Mücadele, çarpışma.
tenazu: Çekişmek, kavga etmek.
mabeyn: Ara, aralık, iki şeyin arası.
rabıta: Bağ.
âhar: Başkası, diğeri.
unsuriyet: Irkçılık.
tesadüm: Çarpışma.
teşcî: Cesaretlendirme.
metalib: İstekler, arzular.
teshil: Kolaylaştırma.
dereke-i kelbiyet: Köpeklik derecesi.
mesh-i mânevî: Bir kimsenin iç dünyasının kötü ve çirkin bir hâle gelmesi.
mümevveh: Hayâlî, sahte.
beyne beyne: İkisinin arası.
küll: Hep, bütün, çok, bir şeyin tamamı.
ekall-i kalil: Azın azı, pek az.
sa’y: Çalışma, gayret, emek.
kurun-u ûlâ: İlkçağ.
mecmû: Tamamı, hepsi.
istinkâf: Kabul etmeme; çekimser kalma.
bel’: Ortadan kaldırma.
tev’em: İkiz.
mürur-u a’sâr: Asırların geçmesi.
|
22.10.2008
|
|
Hakikî zenginlik ve meşrû rızık
Dünya bugün çok ciddî bir ekonomik kriz yaşıyor. Borsa, döviz ve faiz gibi ‘sanal’ zenginlikler üzerine kurulan sistemler yerle bir oluyor.
Devletler bu krize bir çözüm bulmaya çalışsalar da, ekonominin kara delikleri her tedbiri yutuyor. Görünen o ki, bir ekonomi profesörünün deyimiyle, ‘borsa, faiz ve döviz temeline dayanan üç kâğıt ekonomisi’ yıkılıncaya kadar bu kriz devam edecek.
Emek vermeden, ter dökmeden, gayret sarf etmeden elde edilen haksız kazançlar elbette ki bereketli olmuyor, bir gün gelip yok oluyor.
İşte bugün yaşanan böyle bir durumdur. Halbuki insan için gerçek zenginlik ve meşrû kazanç ter dökülerek, emek sarf edilerek, riske girilerek elde edilen kazançtır.
Risâle-i Nurda bu konuda enteresan bir tesbit var:
“Maîşet için tarik-ı tabiî ve meşrû ve zîhayat, san’attır, ziraattir, ticarettir. Gayr-ı tabiî ise, memuriyet ve her nev’îyle imârettir. Bence imâreti, ne nâm ile olursa olsun, medâr-ı maişet edenler bir nev'î cerrar ve aceze ve seeledir—fakat hilebaz kısmında... Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir. Yoksa, yalnız maişet ve menfaat için girse, bir nev'î çingenelik eder.” (Münâzarât, 78)
İfadede geçtiği üzere, Bediüzzaman Hazretleri meşru rızk yolu ve hakikî zenginliğin temel taşları olarak üç önemli vasıta ortaya koyuyor: San'at, ziraat, ticaret. Bunun günümüzdeki adı ise üretim ekonomisidir. Daha teknik bir tabirle, ‘reel sektör.’ Evet, ne kadar yerinde ve reel bir tesbit bu. Küçük el san'atlarından tutun da, en ileri düzeydeki fabrika ve sanayi ürünleri ‘san'at’ prensibi içinde yer alır. Gıda, tekstil, petro-kimya, enerji, makine ve ağır sanayi gibi bir çok fabrika ve üretim merkezleri de yine san'at prensibi içinde mütalâa edilebilir.
Bu sahada ise en küçük işçisinden, mühendis ve amirlerine kadar herkes bir emek sarf eder ve ter döker. En iyisini üretmek ve toplumun hizmetine sunmak için gayret sarf eder. Bu sebeple bu sahalardan elde edilen gelirler elbette ki bereketli ve değerli olur.
Ziraat sektörü de öyledir. İnsan için en temel ve hayatî gıdalar ziraat yolu ile üretilir. Fedakâr çiftçilerimiz her yıl binlerce dönüm sürüp ekerek, binlerce dönüm bağ ve bahçelere bakarak cemiyetin ihtiyaç duyduğu gıda maddelerini üretirler. Bu üretimin her safhasında da yine emek vardır, ter vardır, gayret ve çaba vardır.
Dürüst ve çalışkan tüccar ve esnaflarımız ise emek sarf ederek, riske girerek sanayicinin ve çiftçinin ürettiği malı devralıp ülkenin dört bir yanına götürerek hem cemiyetin ihtiyacını görürler, hem de kendi rızıklarını temin ederler. Güçlü bir ticarî yapının meydana gelmesine yardım ederler.
İşte gerçek zenginlik, doğru ve meşrû kazanç yolları bunlardır. Bunun temeli ise üretimden geçer. Zahiren zenginliğin biriktiği yer olan finans sektörü ise elindeki zenginliği üretimin gelişmesi yönünde kullanacak. Aksi takdirde bugün dünyanın yaşadığı krizi yaşamak zorunda kalır.
Ekonomik krizin en önemli bir diğer panzehiri de tasarruftur.
Tasarruf ise, halk tabiriyle ayağını yorganına göre uzatmaktan ibarettir. Ürettiği kadar harcamak, israfa girmeden kanaatkâr olmaktır. Bu gün Batıda meydana gelen krizin temelinde lüks yaşama arzusundan doğan israf ve aşırı tüketim vardır.
Bakın bu konuda Hazret-i Üstad ne diyor:
“İsraf, hırsı intaç eder. Hırs üç neticeyi verir:
“Birincisi: Kanaatsizliktir. Kanaatsizlik ise sa’ye, çalışmaya şevki kırar. Şükür yerine şekvâ ettirir, tembelliğe atar. Ve meşrû, helâl, az malı terk edip, gayr-ı meşrû, külfetsiz bir malı arar. Ve o yolda izzetini, belki haysiyetini feda eder.
“Haşiye: İktisatsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır. Herkes gözünü hükûmet kapısına diker. O vakit hayat-ı ictimâiyenin medarı olan san’at, ticaret, ziraat tenakus eder. O millet de tedennî edip sukut eder, fakir düşer.”
(Lem’alar, s. 149)
|
HALİL AKGÜNLER
22.10.2008
|
|
Affına muntazırım
Ölüm bir gün dur diyecek bahtıma,
Bineceğim o saltanat tahtıma,
Hep günahlar gelecektir hatrıma,
Ben affına muntazırım Allah’ım.
Ne günahlar bende karar kılmışlar,
Çok şüpheler kalpte yerin bulmuşlar,
Hepsi birden meş’um âlet olmuşlar,
Ümidim hep affınadır Allah’ım.
Gece kalkıp gözyaşımı akıtsam,
Secde edip şeytanımla takışsam,
Ol secdede Rabbim ile buluşsam,
Ümidimi hiç kesmedim Allah’ım.
Allah diyen yolda kalmaz bilirim,
Gidenlerin izlerini yol üstünde görürüm,
Ben bu yolda sebat ile yürürüm,
Rahmetini hep umarak Allah’ım.
Mahşer yeri kalabalık bir meydan,
Anasından babasından firar eder her insan,
Günah sevap tartılır gram gram,
Sevabımı ganî eyle Allah’ım.
Cennetinde Cemâlindir maksudum,
Rızandır hep hayatımda matlubum,
Bu cihanda Bir Tek Sensin umduğum,
Secde Sana, şükür Sana Allah’ım.
|
EYÜP OTMAN
22.10.2008
|
|
|
|