Anayasa Mahkemesi’nin merakla beklenen kararlarından Anayasa değişikliklerine ilişkin kararının gerekçesi önceki günkü Resmi Gazete’de yayınlandı. Gerekçeli karar ayrıntılı bir incelemeyi gerekli kılmakla birlikte, sathi bir nazarla değerlendirildiğinde bu güne dek Anayasa Mahkemesi ve Danıştay tarafından başörtüsü ile ilgili olarak verilen kararların gerekçelerinden çok farklı bir değerlendirmenin yer almadığı söylenebilir.
Gerekçeli kararda başörtüsü/tesettür konusunun kronik bir sorun olarak kabul edilmesi ve bir ilk olarak kararda “Toplumsal sorunların Anayasa’nın açık hükümleri çerçevesinde ve demokratik barışı ve uzlaşıyı esas alan yöntemlerle çözümü”nün önerilmesi göz ardı edilmemesi gereken bir yaklaşım. Toplumun büyük kesiminin sorunun tesettüre ilişkin yasakların bütünüyle kaldırılarak çözümü konusunda uzlaşı içerisinde olduğu bir gerçek. Ancak anlaşılıyor ki Anayasa Mahkemesi bu uzlaşının dışında kalan toplum kesimlerinin de bu uzlaşıya katılmalarını sorunun çözümü açısından kaçınılmaz buluyor. Anayasa Mahkemesi “olasılıklara” öncelik tanımak suretiyle onlarca yıldır süregelen bir mağduriyetin/ mahrumiyetin devamına onay verdi. Mahkeme yasağın devamına, yasağın kalkmasının “farklı yaşam tercihlerine, siyasal görüşlere veya inançlara sahip insanlar üzerinde bir baskı aracına dönüşmesi imkânı”ndan hareketle onay verdi.
Kararda “Bireysel bir tercih ve özgürlük kullanımı olsa da, kullanılan dinsel simgenin tüm öğrencilerin bulunmak zorunda olduğu dersliklerde veya laboratuar ortamlarında, farklı yaşam tercihlerine, siyasal görüşlere veya inançlara sahip insanlar üzerinde bir baskı aracına dönüşmesi olasılığı bulunmaktadır” tespiti yapılırken izah edilemez bir tutum sergilemektedir.
Tesettürlü/ başörtüsü kullanan ve kullanmayan kimseler sadece “dersliklerde veya laboratuar ortamlarında” bir araya gelen insan değildirdirler. Bu insanlar aynı apartmanı, aynı otobüsü, aynı vapuru, aynı hastaneyi, aynı mahkeme salonunu, aynı tapu müdürlüğünü ve daha onlarca resmi ve gayrı resmi mekânı paylaşmakta ve bir araya gelmektedirler. Hayatın hemen her alanını paylaşan bu insanların “farklı yaşam tercihlerine, siyasal görüşlere veya inançlara sahip insanlar üzerinde bir baskı kurduklarına” dair kayda değer bir olumsuzluk yaşanmadığına göre mahkemenin yasağın devamına karar verirken dayandığı en güçlü gerekçe gerçekte sadece “olasılık” olarak kalacak.
Bazılarının “olası” bir baskıya maruz kalabilecekleri endişesi, toplumun eşit bireylerinden bir bölümünün temel hak ve özgürlüklerden mahrum bırakılmalarını haklı kılamaz. Mahkeme bu yönde haklı bir endişe taşıyor idiyse “baskı aracına dönüşmesi olasılığı”nın ortadan kaldırılması için yasa koyucuya bir yön çizmeliydi. Kararda yer verilen “Toplumsal sorunların Anayasa’nın açık hükümleri çerçevesinde ve demokratik barışı ve uzlaşıyı esas alan yöntemlerle çözümü” küçükte olsa bu yönde iyi niyetli bir adım olarak değerlendirilebilir. Anayasa mahkemesi kararıyla toplumsal uzlaşmaya katkıda bulunabilirdi. Bu fırsat şimdilik kullanılmadı. Ancak mahkeme sorunun çözümünde toplumsal uzlaşının olması halinde, kendisini yasağın devamına karar vermeye götüren “olasılığın” bertaraf olduğuna inanmaya uzak olmadığını ortaya koydu.
23.10.2008
E-Posta:
|