"Gerçekten" haber verir 23 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Enes (ra) rivayet ediyor: “Hz. Peygamber (asm) ithama göre ceza vermezdi. Ve birinin diğeri aleyhindeki sözünü delilsiz kabul etmezdi.”

Câmiü's-Sağîr, No: 3170

23.10.2008


Evhamla hürriyetler kayıt altına alınamaz

Asılsız evham yüzünden, emsâlsiz bir tarzda hürriyetimin kayıtlar ve istibdatlar altına alınması, beni hayattan cidden usandırıyor. Değil hapis ve zindanı, belki kabri bu hâle tercih ederim... Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.

Aleyhime hükûmetin bir kısım memurlarını evhamlandırmakta istimal ettikleri bir iki desiselerini beyan ediyorum.

Derler: “Said’in nüfuzu var. Eserleri hem tesirli, hem kesretlidir. Ona temas eden, ona dost olur. Öyleyse, onu herşeyden tecrid etmek ve ihanet etmekle ve ehemmiyet vermemekle ve herkesi ondan kaçırmakla ve dostlarını ürkütmekle nüfuzunu kırmak lâzımdır” diye hükûmeti şaşırtır, beni de dehşetli sıkıntılara sokarlar.

Ben de derim:

Ey bu millet ve vatanı seven kardeşler! Evet, o münafıkların dedikleri gibi, nüfuz var. Fakat benim değil, belki Risâle-i Nur’undur. Ve o kırılmaz; ona iliştikçe kuvvetleşir. Ve millet ve vatan aleyhinde hiçbir vakit istimal edilmemiş ve edilmez ve edilemez. İki adliye, on sene fasılayla şiddetli ve hiddetli yirmi senelik evrakımı tetkikat neticesinde, bir hakiki sebep cezamıza bulmaması, bu dâvâya cerh edilmez bir şahittir.

Evet, eserler tesirlidir. Fakat, millet ve vatanın tam menfaatine ve hiçbir zarar dokundurmadan yüz bin adama kuvvetli iman-ı tahkikî dersi vermekle, saadet ve hayat-ı ebediyelerine tam hizmette tesirlidir. Denizli hapishanesinde, kısmen ağır ceza ile mahkûm yüzler adam, yalnız Meyve Risâlesiyle gayet uslu ve mütedeyyin sûretine girmeleri, hatta iki-üç adamı öldürenler, onun dersiyle daha tahta bitini de öldürmekten çekinmeleri ve o hapishane müdürünün ikrarıyla, hapishanenin bir terbiye medresesi hükmünü alması, bu müddeâya reddedilmez bir senettir, bir hüccettir.

Evet, beni herşeyden tecrid etmek, işkenceli bir azap ve katmerli bir zulümdür ve bu millete gadirli bir hıyanettir. Çünkü otuz-kırk sene, hayatımı bu millet içinde geçirdiğim halde, temasımdan hiç zarar görmediğine ve bu dindar millet çok muhtaç olduğu kuvve-i mâneviye ve tesellî ve kuvvet-i imaniye menfaatini gördüğüne kat’î bir delili, bu kadar aleyhimde olan şiddetli propagandalara bakmayarak her tarafta Risâle-i Nur’a fevkalade teveccüh ve rağbet göstermeleri, hatta itiraf ederim, yüz derece haddimden ziyade lâyık olmadığım büyük iltifat etmesidir.

Ben işittim ki, benim iâşeme ve istirahatime buradaki hükûmet müracaat etmiş, kabul cevabı gelmiş. Ben bunların insaniyetine teşekkürle beraber, derim:

En ziyade muhtaç olduğum ve hayatımda en esaslı düstur olan, hürriyetimdir. Asılsız evham yüzünden, emsâlsiz bir tarzda hürriyetimin kayıtlar ve istibdatlar altına alınması, beni hayattan cidden usandırıyor. Değil hapis ve zindanı, belki kabri bu hâle tercih ederim. Fakat, hizmet-i imaniyede ziyade meşakkat ise ziyade sevaba sebep olması bana sabır ve tahammül verir. Madem bu insaniyetli zatlar benim hakkımda zulmü istemiyorlar, en evvel benim meşrû dairedeki hürriyetime dokundurmasınlar. Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.

Evet, on dokuz sene bu gurbette yalnız iki yüz banknot ile, şiddetli bir iktisat ve kuvvetli bir riyazet içinde kendini idare ederek, hürriyetini ve izzet-i ilmiyesini muhafaza için kimseye izhar-ı hâcet etmeyen ve minnet altına girmeyen ve sadaka ve zekât ve maaş ve hediyeleri kabul etmeyen bir adam, elbette iâşeden ziyade, adalet içinde hürriyete muhtaçtır.

Emirdağ Lahikası, s. 17, 18

evham: Vehimler.

istibdat: Baskı, tahakküm.

nüfuz: Bir kimsenin emir ve hükümlerinin işlemesi, geçerli olması.

kesretli: Çok.

cerh: Çürütmek, yaralamak.

izhar-ı hâcet: İhtiyaç içinde olduğunu göstermek.

iâşe: Geçindirme, besleme, yedirip içirme.

iman-ı tahkikî: İmana dair bütün meseleleri inceleyip delil ve bürhan ile inanma.

hayat-ı ebediye: Sonsuz hayat, ahiret.

23.10.2008


Zübeyir Ağabeyin atmosferinde yaşamak

Geçenlerde, İbrahim Kaygusuz’un kaleme aldığı “Nur’un Sadık Kahramanı Zübeyir Gündüzalp” (YeniAsya Neşriyat) kitabını okudum.

Ve galiba bu kitabı hayatım boyunca okumaya devam edeceğim.

Kitapta Zübeyir Ağabey’e dair her şey var. Çocukluğu, ecdadı, fıtratı, meyilleri, Üstadının hizmetine girişi, hizmet tarzı… v.s. her konuda bilgi sahibi oluyorsunuz.

Zübeyir Ağabey’in atmosferinde yaşamak, Risâle-i Nur’un ve onun aziz müellifinin atmosferinde yaşamak demektir.

Hayat meşgalesi diye uğraşıp durduğumuz işler arasında insan çoğu zaman kaybolduğunu bile fark edemiyor. Okul veya iş ortamında binbir çeşit insanla birlikte binbir çeşit konuşma dünyamıza giriyor. Ve bunlar fikrimizi, ruhumuzu, kalbimizi yoruyor. ‘İnsan, kulağından beslenir’ diye bir söz vardır; dünyaya dair herhangi bir mesele insanın şahsî âlemini dolduruveriyor. Emelleri sonsuza kadar uzanan insan, birden ulvî değerlerini en yüksek makamda tutması gerektiğini unutup, çevrenin de telkiniyle malâyani, hissî düşüncelere dalabiliyor.

Mü’minin mü’min kardeşine hayırhah olması bu noktada çok önemli. Fakat insan her zaman hayırhah olacak bir kardeşini bulamayabilir. İşte o zamanlar için ben kendime bu kitabı başucu kitabı yaptım. Ne zaman sıkılsam; kitaptan bir bölüm okuyor ve dâvâmı hatırlıyorum. Zübeyir Ağabey’in ömrünü adadığı, izinden zere miskal ayrılmadığı, her zorlukta ondaki hakikatlere başvurduğu, gereken her ortamda gözünü budaktan sakınmayarak yaşadığı Risâle-i Nur’daki hakikatlere ben de ömrümü fedâ emek istiyorum. En önemli meselem neymiş anlıyorum.

Şunu söylemek isterim ki; ulaşabilen herkes bu kitabı alıp okumalı. Anlatılacak çok şey var. Anlatsak bir kitap olur. Ama bundan da fazlası, bu kitaptan yaşamımıza katacağımız çok şey var.

Not: Kitabın yazarı olan İbrahim Kaygusuz’u böylesine bir çalışma yaptığı için tebrik ediyor, çalışmalarının devamını diliyorum.

SENA CEVAHİR

23.10.2008


Binlerce şükür...

Her nefes alış-verişimizde binlerce şükretsek yine azdır. Öylesine büyük ve umumî nimetlere mazhar kılınmışız ki, bir an mahrum kaldığımızı düşünmeye bile tahammül gücümüz yoktur.

Yıl 1966... Gençlik çağının tehlikeli basamaklarından çıkarken etrafımız binbir türlü tehlikelerle sarılmış… Aileden aldığımız dinî ve ahlâkî terbiyede mükemmel olmamıza, hafızlık gibi az kişiye nasip olan İlâhî mazhariyete erişmemize rağmen; nefis ve şeytanın her an başımıza çevireceği tuzak ve hilelerle karşı karşıya bulunmaktayız.

İmam-Hatip kervanında yerimi almış, gururla ve güvenle gurbet diyarında din tahsili almanın hazzını yaşıyordum.

Bu yeterli bir güvence miydi gelecek hayatım için? Gün günü kovalıyor, gençlik hevesâtı dişini göstermeye başlıyordu! Müthiş bir sıkıntı ve arada sıkışmışlığın verdiği ruh hâleti içerisinde bocalamaya başlamıştım bile...

Bir yanda gurbet, bir yanda nefsini tatmine yol arayan bir arkadaş grubunun psikolojik etkisine maruz kalmışken, okulumuzun bodrum katında kitap okumaya dâvet edildim. Urfalı Halil kardeşin tatlı üslûbuyla okuduğu Birinci Söz, ruhumda şimşekler çakmış, tesellî ve umut tebessümleri yüzümü sarmıştı. Elimde artık Nur vardı nârımı söndürecek... Üç-beş gün derken nur sohbetlerine davet edilmem, nur eşiğine baş koymamın milâdı olmuştu.

Yırtıcı canavarların rüyalarımın kâbusu haline dönüştüğü karanlık gecelerin bağrından fışkıran nur yüzlü bir zâtın himmet ve muhafazası altında üzerime örtülen cübbenin, hayatımı, dahası bir ailenin zincirleme hayatını ve dindar olmasına rağmen bakış açısını değiştireceği hususunda ne bilgim ve ne de dahlim yoktu.

Hayatım yed-i kudretinde olan Cenâb-ı Hak, lutuf ve kereminden ayaklarımı bir yere doğru sürüklüyordu…

O mekânın bir nur menzili, bir Kur’ân rahlesi, cânanların sohbet sofrası olduğunu, rotamın programlandığını ve sevk edildiğimi bilmeden haşyet ve merak ile nurânî bir zatın karşısında buldum kendimi. Aman Allahım! Bu zat, rüyamda üzerime cübbesini örterek canavarlardan beni koruyan zattı. Evet, evet... Ta kendisiydi. Bediüzzaman Hazretlerinin birinci ve has talebesi Hacı Hulusi Yahyagil karşımda, tebessümle bize mukabele ediyordu.

İSMAİL AKSOY

23.10.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır