Devleti koruya koruya demokrasinin içine ettik!
Bir ülkede ‘devleti korumak’ adına cinayetler işlenirse...
Bu cinayetlerin üstü faili meçhul perdesiyle örtülürse...
Bir ülkede ‘devleti korumak’ adına darbe suçları ört bas edilirse... Darbe tertiplerinin hesabı sorulmazsa...
Bir ülkede ‘devleti korumak’ adına işlenen -Otuz yıl önceki 16 Mart Katliamı gibi- bazı katliamlar karanlıkta bırakılırsa...
Bir ülkede ‘devleti korumak’ adına, kolları devlet içine uzanan çeteler görmezlikten gelinirse... Bu çetelerin darbe kışkırtıcılığına dönük siyasi cinayet ve provokasyonları gözardı edilirse...
O ülkede demokrasi olmaz.
Hukuk devleti olmaz.
İnsan hakları düzeni olmaz.
Özgürlükler düzeni olmaz.
Ve devleti korumak adına bütün bu suçların hesabını soramayan bir ülkede, doğru dürüst barış ve istikrardan söz edilemez.
Türkiye böyle bir ülke.
Bu süreç yıllardır yaşanıyor.
Rahatça denebilir ki:
Bu ülkede devleti koruya koruya demokrasinin içine ettik.Hukukun içine ettik.
İnsan haklarının içine ettik.
Güneydoğu’da özellikle 1990’larda patlayan ‘faili meçhul cinayetler’in sayısı 1200’ün üzerinde. ‘Derin devlet’in o tarihlerde ‘devleti korumak’ adına insanları takır takır temizlediği konusunda herhangi bir kuşku yok.
Devlet de bilir bunu.
Örneğin, 1997’de Başbakan Yılmaz’ın talimatıyla Başbakanlık Teftiş Kurulu’nca hazırlanan bir rapor vardır. Başkan vekili Kutlu Savaş’ın imzasını taşıyan bu raporun 9. sayfasında şu satırlar yer alır:
“...PKK ile mücadele eden devlet güçlerinin tepkisini, öfkesini ve bazı şedit davranışlarını anlamak ve mazur görmek mümkündür. Hatta zaruridir.”
Ne demek bu tespit?
Kanun dışılığı mazur göstermek mi devleti korumak adına?.. Kötü muameleyi, işkenceyi ya da faili meçhul ve yargısız infazı gerekçelemek mi? Raporun 23. sayfasından:
“YEŞİL’in nasıl bir kişilik olduğu, etrafına topladığı itirafçılarla haraç, gasp, haneye tecavüz, ırza tecavüz, soygun, öldürme, işkence, adam kaçırma v.b. gibi çeşitli olayların faili olduğu bilinirken, kamu otoritelerinin kendisiyle işbirliği yapmaya devam etmesini izah etmek güçleşmektedir.”
Daha çarpıcısı 75. sayfadan:
“1990 yılında JİTEM’de bazı köklü değişiklikler oldu. Asayiş Bölge Komutanlığına Hikmet Köksal Paşa getirilmiş, gruplar oluşturulmuştu. JİTEM’in başına da VELİ KÜÇÜK PAŞA (o zaman albaydı) getirilmişti. 1990 yılında yakalanıp serbest bırakılan bazı itirafçılar asker kimliğiyle JİTEM Grup Komutanlığına alınmışlardı. JİTEM’de bu itirafçıların sevk ve idareleri için bana görev çağrısı yapıldı. JİTEM çatısı altında illegal bir oluşuma gidildi. Diyarbakır ve çevresinde PKK ile ilgili olduğundan şüphelendiğimiz hemen herkesi infaz etme yetkimiz vardı. Bu insanları yakalayıp, suçu varsa tespit edilip adalete teslim etmek yerine, faili meçhul bir şekilde öldürmeyi bir yöntem olarak benimsemiştik. Bizden istenen buydu ve bu yönde talimat alıyorduk. Bu çalışmalar beş ay sürdü.” (İbrahim Babat’ın ifadesinden)
Bu satırları bir daha okuyun.
Şüphelileri derhal infaz etmek!
Adalete teslim değil infaz...
Faili meçhul şekilde öldürmek!
Özellikle 1990’larda yaşandı bütün bunlar. “Devletin ağzı süt kokmaz!” diyenler de, ‘devletin korunması’ adına bütün bunları savundu ya da görmezlikten geldiler.
1990’ları iktidar mevkilerinde, devletin başında geçiren Demirel’in “Devlet bazen rutin dışına çıkar” sözü de bu çerçeve içinde mi yer alıyor, bilemiyorum.
Ama bildiğim birşey var.
Devlet içinde adına Susurluk denilen hukuksuzluk, kanun dışılık cezasız kaldı; hesap sorulamadı hukuk adına.
Hatta o kadar ki, Susurluk Raporu’yla 10 klasör tutan ekleri devlet eliyle mahkemeye, Susurluk Davası’na bile gönderilmedi. Devlet, yargıdan belgeleri saklamış oldu.
Böylece Susurluk karanlıkta kaldı.
Şimdi sıra Ergenekon’da mı?
Susurluk’un bir devamı sayılabilecek Ergenekon da karanlıkta mı kalacak?
Yine demokrasi mi kaybedecek?
Ve akla takılan bir soru:
Başbakan Erdoğan, Başbakan Yılmaz’ın 1997’de yaptığını neden yapmadı?
Daha 2004’de, 2005’de ordu içindeki SARIKIZ, AYIŞIĞI isimlerini taşıyan darbe tertiplerini aydınlatmak için Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu harekete geçirebilirdi.
Düğmeye basmadı, neden?
Şemdinli’de de hareketsiz kaldı.
Bundan üç dört yıl önce bir şeyler yapabilse, düğmeye bassa, Ergenekon’un köklerine çok daha önce inebilirdi.
Ama hâlâ inilemiyor.
Neden yapmadınız Sayın Başbakan?..
Bu ülkede devleti koruya koruya demokrasi ve hukuk devletinin içine edildiğinin yoksa farkında değil misiniz diyemeyeceğim ama, neden düğmeye basmadınız o tarihlerde?..
Neden?..
Milliyet, 22.10.2008
|