Aktütün karakolu baskınıyla Ankara’nın tam da “askerî önlemler”in ötesinde, terörle sosyal, ekonomik, siyasî ve psikolojik tedbirleri tartıştığı ve özellikle stratejik müttefik Amerika ve İsrail’in “istihbarat paylaşımı”nın fiyaskoyla sonuçlandığı ve kamuoyunda terörle mücadele yöntemleri için “kral çıplak!” dendiği bir sırada etnik tahrikin tırmandırılmasının maksadı açık…
Güneydoğu’nun bazı kent ve kasabalarındaki provokasyon eylemleri, “fitne”nin hâlâ kol gezdiğinin ve her fırsatı istismar ettiğinin göstergesi.
Özellikle “terör zirveleri”nde, nihayet terörü kökünden kurutacak, terör örgütüne her türlü lojistik desteğini sağlayan unsurların ve ecnebilerin teröre desteği, bölgede uyuşturucu ve insan ticaretinden kaçakçılığa kadar finans kaynaklarının gündeme gelmesi, asıl azmettiricileri yeniden kışkırtıcılığa itti…
Önce Batı’da, Doğulu ve Güneydoğulu vatandaşlara karşı etnik gerginliği tırmandıran olaylar oldu. Peşinden bu gerginlikler çatışmalara çevrilmeye çalışıldı…
Güneydoğu illerinden Karadeniz bölgesine fındık toplamaya giden işçilerin kamyonlarının geri çevrilmesi, otellerde konaklamalarına ve hatta çadır kurmalarına izin verilmemesiyle tırmandırılan gerginlik, provokatif saldırıların asimetrik tahrike dönüşüp karşılık görmesi içindi. Türkiye’nin Batısındaki bu baskılar, Doğuda da karşılıklı baskı ve gerginliği tırmandırmak tuzağını taşıyordu…
HÂRİCÎ İFSAD PROJELERİ
Bu durum terör örgütü için bulunmaz bir fırsattı; iç ve dış ifsad odakları ve işbirlikçileri bu fırsatı iyi değerlendirdi. Bu kırılgan ve her türlü tezgâha teşne ortamda sözkonusu münferit hâdiseler, terörist başının cezaevinde dövüldüğü şâyiasıyla kitlesel eylemlere dönüştürülmek istendi. Başbakan’ın Diyarbakır’a gidişinde Terörist başının tâciz edildiği haberiyle binlerce insanın sokağa dökülmesinin ardındaki fitne, devletin karar mekânizmalarında, Millî Güvenlik Kurulunda hiç konuşuldu mu; bilmeyiz.
Lâkin baştan beri terörü salt güvenlik güçlerinin inzibatî tedbirleriyle önlemenin ötesinde bir şey yapmayan zihniyetin her defasında tıkandığı, son olaylarla meydanda…
Türkiye Cumhuriyeti, nerede yanlış yaptığını bulmalı. Din yerine “menfî milliyetçilik” anlamındaki “ırkçılığı” telkin eden mânevî bağlardan bîbehre “bir Türk dünyaya bedeldir” türü agresif söylemlerle hangi hâricî ifsad projesine hizmet edildiği etraflıca araştırmalı.
Gerçekten bin yıl beraber yaşamış, Yemen’de, Çanakkale’de, İstiklâl Harbinde düşmana karşı birlikte savaşmış, yanyana şehid düşmüş Türklerle Kürtler arasında inanç temelleri üzerine yükselen tarihî, kültürel ve mânevî birlik bağlarını bu denli zayıflatan nedir?
Irkî fitne tohumlarını yeşerten, dinleri, kitapları, kıbleleri, vatanları, bayrakları bir olan insanları, bu birlikten kopartan ve halkı provoke eden saldırıların sebebi bulunmalı…
Terör ve güvenlik zirvelerinde, PKK terör örgütünün hangi küresel bozguncu servislerin taşeronluğunu yaptığı açıkça ortaya konulmalı. Toplumu etnik ve dinî tahrike teşne hale getiren oyunlar deşifre edilmeli…
“ECNEBİNİN POLİTİKASINA ÂLET”
Bediüzzaman’ın yarım asır önce Başvekil Adnan Menderes’e gönderdiği mektuptaki, “İslâmiyetin pek çok kanun-u esasîsinden (temel yasasından) birisi, “Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz” âyetinin tefsirinin mânâsı üzerinde durulmalı.
Bu tür “particilik” ve “tarafgirlik”le “bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rıza gösterilen, birtek cinayet yüz cinayete çevrilen gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur eden” kışkırtılığa karşı muteyakkız olunmalı.
“Hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehir” ve “hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamak” olan bu fitneye karşı, yegâne çârenin bin yıldır milletin birliğini ve vatananın bütünlüğünü sağlayan İslâm kardeşliği öne çıkarılmalı… (Emirdağ Lâhikası, 534-536)
“Mukaddes İslâm milliyeti” bağını bırakıp, “zâhiren milliyetçilik ve hakikatte ırkçılık damarı”nın, vatana ve millete büyük zarar verdiği ve bin yıldır bebaber yaşayan “hakikî kardeşleri düşmanlığ çevirmek gibi acip bir tehlikeyi” taşıdığı gerçeği artık görülmeli…
Aksi halde, asâyiş ve emniyeti muhâfaza için Bediüzzaman’ın telâş ettiği, “bu mübârek vatana Fransız ihtilâl-i kebîrinin (Fransız Büyük İhtilalinin) tohumlarının ekilmesine yol verilmesi”nden ve “ittifaksızlıktan gelen zaafiyet ve kuvvetsizlik sebebiyle ecnebînin politikasına âlet olunan” akıbetten kurtulmak mümkün değildir.
Yine Bediüzzaman’ın tâbiriyle İslâm kardeşliği yerine, “milletin fakr-u hali nazara alınmadan, bu kadar israfat ile bol maaşlar suretinde kuvvet teminine kendilerini mecbur zannederek rüşvetler verilmesi” de bir fayda vermez. (Emirdağ Lâhikası, 319-320)
Onca şehide, bunca operasyona rağmen, terör örgütünün bazı kentlerde kepenklerin kapatırması, bunun ifâdesi…
“Terör zirveleri”nde ve Millî Güvenlik Kurulunda bu ikazlara kulak verilmeli. Yoksa yine bir netice alınamaz…
23.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|