Dinî bir vecîbe olan başörtüsü için “velev ki siyasî simge de olsa” çıkışı, on ay sonra Anayasa Mahkemesi’nin yasadışı yasağı resmen “onaması”yla sonuçlandı.
Böylece siyasî iktidarın gereksiz yere mevzuatta hakkında hiçbir yasaklayıcı hüküm bulunmayan ve tamamen indî ve kanunsuz dayatılan “yasağı” anayasal değişikliklerle kaldırma yanlışı, yasakçıların eline bol bol istismar edecekleri bir bahane daha bahşetti!
Demokrasiyi, hukuku, insan haklarını hiçe sayan, “kanun” perdesinde cebriliği ve keyfiliği dayatan, darbelere ve antidemokratik uygulamalara arka çıkan ideolojik devlet cenderesindeki mâlûm mihraklar, bir bakıma “görevleri”ni yapıyorlar.
Kur’ân’ın açık emriyle mü’minler için “Allah’ın emri” olan ve devletin “din işleri”yle yetkili anayasal kurumu Diyanet’in fetvalarıyla “dinî gerekliliği” belirlenen başörtüsünü re’sen yasaklayanlar, doğrusu yine şaşırtmadılar!
Daha önce Mahkemenin iptal edemeyip başörtüsü ve tesettürü “çağ dışı” niteleyen “gerekçesi”ni Anayasa’nın 153. maddesindeki kesin hükmüne rağmen “kanun koyucu gibi hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis ederek” bütünüyle Anayasaya aykırı olarak dayatanlardan zaten kimsenin bir beklentisi de yoktu.
İnanç hakkıyla eğitim hakkını birbiriyle takas edenlerin, her defasında “Anayasa Mahkemesi’nin gerekçesi”ne sığınanların, yasadışı yasağa kılıflar uyduracakları belli idi…
“MİZÂNSIZ SİYASET”
Bu bakımdan 34 sayfalık “karar gerekçesi”nde laikliğin Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma dönemine kadar uzandığını belirtip, üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasının “başlarını örtmeyenler üzerinde bir baskı oluşturacağı” evhamıyla en tabiî ve temel bir hak olan inancını yaşama hakkını berhava edenlerden, hak ve hukuk beklentisi, artık abesle iştigal.
Anayasa ile teminat altına alınan, herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez hak ve hürriyetlerin, inanç ve ibâdet özgürlüğünün, insan hakları ve eğitim hakkının bu denli pervasızca çiğnenmesi çarpıklığı ortada.
Bu açıdan “gerekçe”de, ‘’Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları gözetildiğinde, Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan düzenlemenin, yöntem bakımından dinî siyasete âlet etmesi, içerik yönünden de başkalarının haklarını ihlâle ve kamu düzeninin bozulmasına yol açması nedeniyle laiklik ilkesine açıkça aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır’’ saptırması, delili kendinden menkul hukuk çarpıtılmasının son bir ibret-i âlem vesikası.
Ancak mesele, çarpıklığın deşifresiyle bitmiyor. Asıl sorun, onca ikaza rağmen sırf siyasî heves uğruna “yasakçılar”ın eline bile bile bu kozları ve “gerekçeleri” sunanların, demokrasi, hukuk ve insan haklarını hesapsız harc-ı âlem harcamalarından türüyor.
Vebal, buna sebebiyet verdirenlerde. “Mizânsız siyaset”le, bilhassa inanç hürriyeti, din eğitimi ve öğretimi başta olmak üzere, mânevî değerlerde altmış yıldır binbir emekle kazanılmış hakları kaybettirenlerde. Uğruna “demokrasi şehidleri” verilen mücadeleyi,“velev ki”yle başlayan yanlışlarla akıbeti meçhul ölçüsüzlerle, nereye varacağı belli olmayan “beylik lâflar”la uluorta hebâ edenlerde…
Gerçek şu ki, daha “gerekçesi” açıklanmayan “ciddî ihtar”lı iktidar partisini “kapatmama kararı”yla sistemle “entegre” edilip “çembere” alınarak kuşatılan ve demokrasi dışı odakların “emrine girme” ameliyesine uğrayan siyasî iktidarın zâfiyeti, sözkonusu bu “gerekçeli karar”la daha da derinleşiyor.
MECLİS’E REZERV
Başbakan ve muhalefet şerhi koyan üyeler, bu “gerekçe”yle millet irâdesinin Meclis’in yasama yetkisinin gasbedildiğinden yakınıyorlar. Ne var ki “ciddî ihtar”lı “kapatmama kararı”yla siyasî iktidarın zâfiyetinin bu tür “gerekçe”lerle daha da derinleşeceği, bizzat Başbakan’ca ikrar edilmişti…
Hatırlanacağı üzere daha aylar öncesinde, bu kırılgan süreçte iktidar partisi hakkındaki “gerekçeli karar”ın siyasetin alanını daraltacağı eleştirilerine Başbakan, “Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara saygı duymaktan başka çâremiz yok; bu şartlarda siyaseti sürdüreceğiz” demişti. “Teslim tutanağı” açıklamalarla “irâde teslimiyeti” ikrarında bulunmuştu.
Demokrasiyi cendereye alan ve milletin Meclisine rezerv koyan vâhim kuşatmayı daha baştan kabullenilmişti; “Yeter ki parti kapatılmasın, iktidar koltuğu altlarında alınması” benzeri günübirlik politik çıkarcılıkla…
İşte bugün bu yapılıyor. Neticede siyasî mahfillerde artık “neo AKP” olarak nitelendirilen iktidar partisi kapatılmadı. Ama Başbakan’ın, hükûmet ve iktidar partisinin sözcülerinin sözleriyle, milletin Meclis eliyle emânet ettiği irâde hükümsüz kılınıyor. Siyaset, hâriç hesabına geçen “icraatlar”la, demokrasi dışı mihraklara malzeme ediliyor.
“Bir ‘hak’ın ihlâl edilebileceği” vehmi ya da iddiasıyla göz göre göre hakkın ketmedilmesine bahaneler sunanlar, “mugâlata ve cerbeze (demogoji) ile hayalin hakîkat telakkî olunması”na aldananlar, “hîlelerle efkâr-ı ammenin (kamuoyunun) başka bir mecrâya çevrilip” çarpıtılmasına fırsat verdirenler, aldatmalarla toplumun teşviş edilmesine siyasî rant hesabına seyirci kalanlar, popülist politikalarla hak ve özgürlükleri kaybettirenler, bunun hesabını vermeli…Bu safhadan sonra sorgulanması gereken bu…
24.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|