Anayasa Mahkemesi heyetinin "üniversitelerde başörtüsü"nü yasaklar mahiyetteki kararının gerekçesi, çeşitli mahfillerde tartışılmaya devam ediyor.
Hukuk uzmanlarına göre, bu karar, sadece evrensel hukuk prensiplerine değil, aynı zamanda mevcut nizama da aykırıdır. Özellikle, bu mahkeme üyelerinin kendilerini yasama yetkisine sahip olan Meclis'in de üstünde görmeleri ve bir kànun maddesini sadece şekil yönünden inceleme yetkisine sahip iken, tutup bu kànun metnini esastan incelemeye alması gibi hususlar, Tükiye ve dünya hukuk çevrelerinin şiddetli tepkisini çekti.
Öte yandan, söz konusu red kararının gerekçesinde, üniversitelerde başörtüsünün serbest olması halinde, öğrenciler arasında ayrımcılık çıkmasının ve başı açık olanlar üzerinde bir baskı oluşturulmasının muhtemel olduğu yönündeki mülâhazalar, pozitif hukuk savunucuları bir yana, hemen bütün ilim ehlini hayret ve taaccüp içinde bıraktı.
Bu noktada öne çıkan ortak fikir şudur: Hukuk normları somut gerekçelere ve müşahhas dellillere dayanır. Kànunlar ve bilhassa cezaî hükümler, ihtimaller üzerine asla bina edilemez. Pozitif hukukta, vehimlerin, faraziyelerin yeri yoktur ve olamaz. İhtimal hesapları yaparak, insanların hak ve özgürlükleri kısıtlanamaz. Vesaire...
1935 Eskişehir Mahkemesi
Anayasa Mahkemesinin varsayıma dayalı bu gerekçeli kararı, bize Bediüzzaman Hazretlerinin 1935'te irtica ve asayişi ihlâl isnadıyla yargılanmış olduğu Eskişehir Mahkemesinde yapmış olduğu müdafaasını hatırlattı.
O mahkemede, Said Nursî’nin siyasî şeylerle meşgul olmadığı tahakkuk etmiş, sadece tesettüre dair bir âyet–i kerîmeyi tefsir eden bir risâlesinden dolayı—o da "kanaat–ı vicdaniye" ile denilerek—on bir aylık ceza verilmişti. Ne var ki, bir âyetin tefsirinden dolayı bir müfessiri cezalandırmak, dünyanın hiçbir mahkemesinde görülmüş değildi.
Üstad Bediüzzaman, kendisine "irtica" ve "asayişi ihlâl" gibi gerekçelerle ceza verilmesinin "büyük bir adlî hata" olduğunu ifade ile şu müdafaayı yapar:
"Ey heyet–i hâkime!
"Dârü’l–Hikmeti’l–İslâmiyede bulunduğum zaman, tesettür âyeti aleyhinde Avrupa’dan gelen îtiraza karşı bir cevap yazmıştım. ...Sonra Yirmi Dördüncü Lem’ a ismini alan Tesettür Risâlesi, ilerideki kànunlara temas etmemek için, onu setrettim. Her nasılsa, yanlışlıkla bir yere gönderilmiş. Hem o risâle, medeniyetin, Kur’ân’ın âyetine ettiği îtiraza karşı, müskit ve ilmî bir cevaptır. Bu hürriyet–i ilmiye, cumhuriyet zamanında elbette kayıt altına alınamaz." (Tarihçe–i Hayat, 196.)
...............................................
"Ey heyet–i hâkime!
"İrtica fıkriyle dîni alet edip, emniyet–i umûmiyeyi ihlâl edebilecek bir teşebbüs niyeti olduğu ihbar edilmiş.
"Elcevap: Evvela, imkânat başkadır, vukuat başkadır. Herbir fert, çok adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkân–ı katil cihetiyle mahkemeye verilir mi? Herbir kibrit, bir haneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkânıyla kibritler imha edilir mi? (Age, s. s. 193)
* * *
Evet, aradan bunca zaman geçmiş olmasına rağmen, mâlum zihniyetin pek değişmediği açıkça anlaşılıyor.
1935'lerde vehim ve ihtimal hesaplarına dayanarak insanların temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan anlayış, o kuruntulardan hâlâ kurtulabilmiş değil.
Evet, ortada son derece komik ve gayr–ı ciddî bir durum var. Bu komikliğin tarifini şu soru cümlesiyle de yapmak mümkün: Başörtüsü, ileride başkasına bir baskı unsuru olarak kullanılabilir gerekçesiyle yasaklanıyorsa, acaba çakmak ve kibritlerin de "birçok ev ve ormanı yakabilir" gerekçesiyle imha edilmesi gerekmez mi?
Tarihin yorumu 24 Ekim 1945
Birleşmiş Milletlerin kuruluşu
Dünya çapındaki en büyük organizasyon olan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı 24 Ekim 1945'te New York'ta (ABD) kuruldu.
Teşkilâtın kuruluş maksadı, savaşları önlemek, dünya barışını sağlamak, can ve mal güvenliğini korumak, toplumlar arasında ekonomik, sosyal ve kültürel münasebetleri geliştirmek.
Ayrıca, bu münasebetlerin sağlanmasında, kuvvet kullanılmasını da yasaklayan BM, aksine davrananlara karşı müşterek bir kuvvet teşkil edilmesini ve gerektiği anda orantılı bir güç kullanılmasını da kabul etti.
BM teşkilâtı, kendi bünyesinde çeşitli birimler (Güvenlik Konseyi, Adalet Divanı, Ekonomik ve Sosyal Konsey gibi...) ihdas etti. Zaman içinde birimleri sayısı çoğaldıkça çoğaldı.
Türkiye'nin de dahil olduğu kurucu üyelerin sayısı 51 iken, bugün itibariyle üye ülkelerin sayısı 190'ı geçmiş bulunuyor.
24.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|