Anayasa Mahkemesinin, başörtüsü yasağını üniversitelerle sınırlı olarak kaldırmayı öngören ve Mecliste 411 oyla kabul edilen anayasa değişikliklerini iptal kararının gerekçesinde, başörtüsünün kamuda ve eğitim kurumlarında niye yasak olması gerektiğini savunmaya çalışan tutarsız mantığın sıraladığı dayanaklar açısından yeni birşey yok.Bir kez daha alevlenen yetki tartışmasında da.
Bu konular şimdiye kadar defalarca tartışıldı.
1989’da Özal’ın yasağı yine üniversitelerle sınırlı olarak kaldırma düşüncesiyle çıkardığı kanunun, Evren tarafından Anayasa Mahkemesine açılan dâvâda iptaliyle başlayan sıkıntılı sürecin yirminci yılına girerken içinde bulunduğumuz durum, bu konuda bir arpa boyu dahi mesafe alamadığımızı bir defa daha gösteriyor.
Anayasa Mahkemesinin yasaktan yana olan üyeleri, başörtüsünü laikliğe, çağdaşlığa, Atatürkçülüğe aykırı sayan görüşlerinde hâlâ ısrarlı.
Başörtüsünün üniversitede serbest bırakılması halinde baskı aracına dönüşebileceği, bunun sonuçlarının kamu düzenini bozabileceği ve en nihayetinde herkesin eşit eğitim hakkından yararlanmasını engelleyebileceği iddiasında da.
Başkan Kılıç’la birlikte karara muhalif kalan üye Sacit Adalı’nın, “Bir türlü gelmeyen, ne zaman geleceği belli de olmayan, ama devamlı tekrarlayarak, üsteleyerek, taze tutularak hemen geleceği vehmedilen mücerret ve mevhum bir tehlike uğruna müşahhas bir eğitim hakkının gasbına göz yumuluyor” eleştirisine rağmen...
Dediğimiz gibi, bu tartışmada yeni birşey yok.
Öte yandan, “Anayasa Mahkemesi yetkisini aştı, anayasa değişikliklerinde esasa giremez, kendisini Meclisin üstünde göremez” tartışması da sürüyor; ama bu işi temelden çözecek köklü bir anayasa reformu yapılamadığı ve bu reform için gerekli zihniyet değişimini hızlandıracak kamuoyu desteği oluşturulamadığı sürece, bu tartışmalarla bir yere varılması mümkün değil.
Aynı şekilde, Atatürk milliyetçiliği gibi hukukî tarifi bulunmayan ideolojik kavramları ve “hiçbir faaliyetin Atatürkçülük karşısında korunma göremeyeceği”ni ilân eden totaliter yaklaşımları “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” sayan ilkel dayatma aşılıp bertaraf edilemediği müddetçe de birşey yapılamaz.
Eğer tartışmaların aynı içerik ve söylemlerle defaatle tekrarlanması, bu durumun ötesinde söz konusu gerçeklerin fark edilmesine yardımcı olacaksa fayda getirebilir, yoksa işe yaramaz.
Bunları ifade ettikten sonra, Anayasa Mahkemesinin son kararının bazı kritik nüans ve değişiklikleri içerdiğine de dikkat çekmek gerekiyor.
Bunlardan biri, başörtüsü takmanın “bireysel bir tercih ve özgürlük kullanımı” olarak nitelenmesi; bir diğeri, sorunun kronik hale geldiğinin kabulü; bir başkası da çözüm bahsinde demokratik barış ve uzlaşı yönteminden söz edilmesi.
Konuyla ilgili olarak iki partinin oylarıyla anayasada değişiklik yapılmasını “istismar” olarak niteleyen kararda, “Her bir toplumsal sorunun istismarı, bu sorunun çözülmesi imkânlarını ortadan kaldırmak suretiyle toplumsal çatışmaların derinleşmesine ve demokratik süreçlerin işlevsizleştirilmesine yol açabilir” deniliyor.
Buradan hareketle şu sonuçlara varmak her halde yanlış olmasa gerek: Başörtüsü yasağı bir toplumsal sorun haline gelmiştir. Yasakla da, anayasa ve yasa değişikliğiyle de, yargı kararlarıyla da çözülemez. Çözüm, toplumsal zeminde sağlanacak demokratik barış ve mutabakatta.
AYM’nin öncekiler gibi son kararı da böyle bir uzlaşmaya engel olamaz. Yeter ki, bu kararı da “son nokta” olarak niteleyip yasağın devamına gerekçe gösteren bağnazlığa itibar edilmesin.
Nizalı bir konuyu taraflar mahkemeye götürmeden kendi aralarında uzlaşarak da çözebilirler. Ve çözdükleri takdirde mahkeme “Niye bana getirmeyip de kendiniz hallettiniz?” demez.
Bu durum başörtüsü için de geçerli değil mi?
24.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|